Dört eğilim bir programa sığdı

Birbirinden farklı siyasi görüşlere sahip Altan Öymen, Nazlı Ilıcak, Enver Aysever ve Nagehan Alçı, CNNTürk'ün yeni sezon tartışma programlarından 'Dört Bir Taraf'ta buluştu. Deneyimli gazeteciler Radikal'den İpek İzci'ye konuştular...
Her şeyden önce, “Siyasi kimliğinizi tek atışta nasıl tanımlarsınız?” diye soruyorum onlara. Nagehan Alçı ‘Liberal demokrat’ diyor, Nazlı Ilıcak ‘Muhafazakâr demokrat’. Enver Aysever’e dönüyorum, ‘Sosyalistim elhamdülillah!’ diyor, Altan Öymen ise en zarif haliyle yanıtlıyor: ‘Sosyal demokratım’. Peki, onlar birbirlerini nasıl tanımlıyor, birbirlerini nasıl anlatıyor dersiniz? Buyurun, yanıtlar…
Nazlı Ilıcak: Ben, Nagehan’ı istikbal vaat eden bir gazeteci olarak görüyorum. Altan, çok kadim dostumdur. Enver için tarafsız görünmeye çalışan taraflı biri diyebilirim. Bilinçli ve çok güzel konuşuyor ama fikirlerimiz uyuşmuyor. Kendisini gençliğin de verdiği dürtülerle fanatik bir AKP aleyhtarı olarak görüyorum.
Enver Aysever: Altan Ağabey’i Türkiye’nin gelmesi gereken çizgi olarak görüyorum. Çünkü onun sosyal demokrat birikimi hepimizi uzlaştırabilir. Hatta elimde imkân olsa, onun anı kitaplarını ders kitabı olarak okuturum. Nazlı Hanım, Türkiye’nin başına bütün dertleri açan sağ geleneğin iyi temsilcilerinden biri. Onu tanıdıkça, onunla tartışmaktan zevk almaya başladım. Nagehan’ın parlak bir gazeteci olduğunu düşünüyorum ama ne zaman ki yandaşlık çıktı, mertlik bozuldu. Nagehan’ın terazisi şaştı. Bir tek Türkiye’de olan ve ne demek olduğu belli olmayan özgürlükçü liberal ideolojisine savruldu. Halbuki ben onun solcu olacağını umuyordum.
Nagehan Alçı: Ben kendimi bildim bileli hiçbir zaman solcu olmadım. Türkiye’de maalesef içi doldurulmamış bir kavramdır solculuk. Enver’in kıvrak zekâsı ve ekran önünde konuşma yeteneği yüksek ama bence bazı saplantıları var. Altan Ağabey’in ‘sosyal demokrat’ın içini tamamen doldurduğunu düşünüyorum. Ama maalesef Altan Ağabey’in Türkiye’deki siyasi karşılığı egemen olamıyor. Nazlı Hanım örnek aldığım biri. Yıllardır aşağı yukarı bütün söylediklerinin altına imzamı atarım.
Altan Öymen: Nazlı Hanım’la daha önce ayrı saflarda tartışma programlarına katılmıştık. Orada çok sık söz keserdi. Ben de ona kızardım. Şimdi biraz zaman geçti, ümit ediyorum daha olgunlaşmıştır (gülüyor). Enver, çok marifetli biri, tiyatro oyunları yazıyor. Yeni kitabı ‘Cumhuriyetin İlk/Son Yüzyılı’ yakında çıkıyor. Nagehan, yazılarını okuduğum zaman iyi enforme olduğunu düşündüğüm biri. Ama tabii yorumları tartışılabilir.
Tartışma programları bazen hararetleniyor, yorumcular aynı anda konuşuyor, kimse kimseyi duymuyor.
Enver Aysever: Birbirimizin sözünü keseceğimiz, birbirimize hararetle itiraz edeceğimiz anlar olabilir ama kakofoniye izin vereceğimizi sanmıyorum. Elbette fikrinden ve yeri geldiğinde hararetinden de ödün vermeyeceksin ama bunu anlaşılmaz bir saldırıya döndürmemek gerekir. Bence tanışmayan insanların birbirini sevme ihtimali yok. Biz ekranda tartışıp, sonra oturup birlikte yemek yiyebiliyoruz. İşte Türkiye’nin de asıl ihtiyacı olan bu. Hem Türkiye’de kadınların bu kadar katledildiği bir süreçte iki hanımefendi ile birlikte ekrana çıkıp tartışmak ayrı bir hoşluk. Biz kadınları konuşurken görmek istiyoruz. O yüzden Nazlı Hanım veya Nagehan canımı en acıtacak şeyi de söylese, söylemesinden yanayım.
Tartışma programları gündeme ilişkin sorunlara ne gibi bir etki edebilir?
Nagehan Alçı: Sadece başbakan değil, siyasilerin çok ciddi bir kısmı tartışma programlarını takip ediyorlar. Ama hepsini değil elbette, farklı görüşleri, yelpazeyi ve ortaya attıkları başlıkların nasıl şekillendiğini test edebilecekleri tartışma programlarını. Bazılarına kızıyorlar ama muhakkak bir şeyler alıp, siyasetlerini de ona göre şekillendiriyorlar.
Bu programlar canlı yayımlanıyor. Otosansüre gerek oluyor mu?
Altan Öymen: Şahsen ben evde nasıl konuşuyorsam, tartışma programında da öyle konuşuyorum. Evde hakaret edip de burada ‘Aman hakaret cezası vermesinler’ diye üslup değiştirmiyorum. Ama şimdi insanlar üsluplarına dikkat etme durumundalar, çünkü telefonların dinlendiği belli, hatta ortam dinlemesi var. Bir arkadaşınızdan şaka yollu bahsederken bile bir laf söyleseniz, onun dinlenmesi, gazeteye yansıması, herkes tarafından öğrenilmesi mümkün. Onun için insanlar artık telefonda bile daha dikkatli konuşuyorlar.
İktidara eleştirinin sınırı var mıdır peki?
Altan Öymen: Hakaret etmeden eleştirmeli. Eleştirirken benzetmeler, misaller yapılabilir. Birtakım anekdotlardan mana çıkararak ‘Sen bana ördek dedin!’ diye bir sonuç çıkarma örnekleri oldu. Mesela kedi kıyafetinde gösterilmeyi hakaret telakki edenleri görüyoruz, halbuki bu tarz şeylere tolerans gösterilmesi lazım.
Enver Aysever: İktidarlar, kendilerini alkışlayan sivil toplum örgütü, sendika veya gazetecilerin onlara bir yarar sağlamadığını bilmiyor. Alkış insanı geliştirmez ki! Gazeteci dediğiniz isim alkışlayan değil, eleştirendir. Eleştirinin sınırı da, evrensel sınırlar neyse odur. Biz iki insan olarak konuşurken, benim size neyi söylememem gerekiyorsa, iktidara da onu söylememem gerekir. Sizin ailenize, kişiliğinize yönelik saldırı niteliğinde hiçbir şey söyleyemem ama onun dışında her şeyi söyleyebilirim.
Nazlı Ilıcak: Herkesin tabu dediği Deniz Feneri konusunda kaç tane yazı yazdım, başıma bir şey gelmedi. Biraz da şehir efsanesi yaratılmış. Çok sıkıntılı dönemler oldu. 28 Şubat’ta gazeteden atıldım, tecrit edildim. Beni satılmış olarak gördüler, o zaman başörtüsünü, laikliğin böyle anlaşılmaması gerektiğini savunuyordum. Ki o dönemle karşılaştırıldığında bugünkü iktidar bence daha yumuşak. Ama Enver’in de dediği gibi gitgide iktidarda kaldıkça böyle bir tahammülsüzlük çıkıyor. Ama ben Tayyip Erdoğan’ın samimiyetine inandığı eleştirilere kulak verdiğini düşünüyorum.
Nagehan Alçı: Eleştiri kapsamına giren her şey dile getirilebilir ama hakaret ve küfür olmaz. Bence bir gazetecinin görevi illa eleştirmek değil, doğru bulduğuna doğru, yanlış bulduğuna yanlış demektir.
Atanamayan öğretmenler
14 Eylül’de 25 yaşındaki fizik öğretmeni Ceyda Cansu Denker yıllarca ataması yapılmadığı için bunalıma girip, intihar etti. Ataması yapılmayan öğretmenlerin durumu ne olacak?
Nazlı Ilıcak: Öğretmenlere yerine getirilmeyen sözler verildi. Nimet Çubukçu 2010 yılında yapılan bütçe görüşmelerinde 55 bin kadro verilecek dedi. Sonra 40 bine düştü bu sayı. 12 Haziran seçimlerinden önce 30 bin kadro verildi. Oysa herkes 2011 KPSS’sine giren öğretmenler bu kadrolara alınacak zannetmişti. 12 bin küsur sözleşmeli çalışan, kadrolu öğretmen yapıldı. Buna itiraz olunca, “Tamam o zaman size verdiğimiz sözleri yerine getireceğiz, sözleşmeli öğretmen yerine yeni öğretmen alacağız” denildi. Fakat sözleşmeliler toptan kadroya geçince, bu defa “Sözleşmeli öğretmen alamıyoruz” denildi. Biz çok büyük meselelerle uğraşırken, her gün o öğretmenler can çekişiyor.
Nagehan Alçı: Bir an önce aşılması lazım bu sıkıntının. Şimdi alakasız görünecek ama sinemadan bir örnek vereyim. Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Bir Zamanlar Anadolu’da filmi benim şimdiye kadar izlediğim en iyi Türk filmi. Küçücük bir hikâye anlatıyor ama o kadar güzel anlatıyor ki... Mahsun Kırmızıgül, dünyayı kurtarmaya çalıştığı, güya Fethullah Gülen’i canlandırdığı kötü filminde, bütün dünyayı kurtarmaya çalışıp, hiçbir şey kurtaramamıştı. Nuri Bilge, minicik bir konudan çıkıp hepimizin üzerinde düşünmesi gereken bir şey anlatmıştı. Yani küçük şeyler üzerine konuşup, çok önemli şeylere el atabiliriz, bunu demeye çalışıyorum.
Altan Öymen: Öğretmen açığı aynı zamanda özellikle kız çocuklarının okula gitmemesi nedeni haline geliyor. Kız çocuklarının okula başlamaları arttı, erkeklere ulaştı fakat bunu devam ettiremiyorlar, durumlar ortada. Bir yandan öğretmen yok yetmiyor, bir yandan öğretmen kadroları doldurulmuyor. Okula gidemeyen çocuklar niçin gidemiyor, bunları konuşmamız lazım. Bu konunun kamuoyundan her yönüyle konuşulması lazım.
Enver Aysever: AKP’nin tipik uygulamalarından biri bu, öğretmenler arasında sınıfsal bir fark oluşturuyor. Kadrolu, sözleşmeli ve ataması yapılmayan vs… Benim zamanında öğretmen vardı, hepsi de aynıydı.
Radikal / İpek İzci