Marx'tan esnafa: "Bağnazca savaş"
"Faiz lobisi", "Uluslararası medyanın komplosu", "Darbe planı" iddiaları… Gezi Parkı eylemlerinin yeni tartışma ekseni esnafın protestoculara tepkisi üzerine. Fakat bu ilk değil… 1848 Paris devriminde de esnaf protestoculara saldırmış, Marx bu olayla ilgili olarak, "Haziran günlerinde hiç kimse mülkiyeti kurtarma uğruna ve krediyi yeniden tesis etme uğruna Paris küçük burjuvaları kadar bağnazca savaşmamıştı" demişti.
31 Mayıs'taki sert polis müdahalesinin ardından yurt geneline yayılan, 5 kişinin hayatını kaybettiği Gezi Parkı olaylarında esnaf tepkisinin gündeme gelişi 6 Temmuz'da protestoculara Sabri Çelebi'nin elinde palası ile saldırmasıyla başladı.
Tartışmayı alevlendirense yargı kararı oldu. Bir gün gözaltında kalan zanlının tutuksuz yargılanmak için serbest bırakılması tepkiye neden oldu. Önce CHP ve MHP'den ses yükseldi. İktidar partisindense çelişkili açıklamalar geldi.
AK Parti'den iki farklı çıkış
Partiden ilk değerlendirme AK Parti Çankırı Milletvekili İdris Şahin'dendi. Şahin'e göre eylem hukuk çerçevesindeydi. AK Parti'li Şahin, "Oradaki esnafın hukuk çerçevesinde yapmış olduğu bir eylemi yargıya da müdahale etmek suretiyle burada hükümete yansıtmak ve hükümetin sanki bu kişileri tutuklamadığı gibi bir söylem içerisine girmenin de haksızlık olduğuna inanıyorum." diyordu. Bu açıklamasından birkaç saat sonra iktidarın bakışını Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç duyurdu. Arınç, yargı kararını eleştirdi, "Elinde satırla sağa sola hücum eden bir insan 'neden serbest bırakılmıştır?' derseniz, bunu hakime sormak gerekir. Bu hükümetin işi değil. Ben de garip karşıladım." dedi.
Bu sözlerin üzerinden 24 saat geçmeden savcının itirazı geldi. 11 Temmuz'da da yakalama kararı çıkartıldı fakat zanlı Fas'a gitmişti. Her ne kadar avukatı aracılığı ile geri geleceğini söylese de…
Sabri Çelebi'nin ardından sadece Gezi Parkı eylemleri gibi "esnaf tepkisi" de dalga dalga yayıldı. Belki geç gelen yargı kararı, belki alınmayan önlemlerdi onları cesaretlendiren. Kesin olan tek şeyse esnafın saldırılarının sürdüğü…
Bu tepkinin nedenini, CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin'in "esnafı kışkırtmakla" itham ettiği Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Birliği'nin başkanı, eski AK Parti milletvekili Abdülkadir Akgül kendi cephesinden dün açıkladı. Akgül, olaylarda en ağır kayba uğrayan tarafın Beyoğlu esnafı olduğunu savundu, eylemcileri "taşkınlıklar sabrımızı tüketmektedir" diye uyardı.
Bu ikazın sonu nereye gider bilinmez ama sadece bu olayda değil, 1848 Paris ihtilalinde de esnafın eylemcilere tepkisi yaşanan süreçte ana eksene oturmuştu.
Fransa'da işçi sınıfının sorunlarını çözmeyen, kişi hürriyetini kısıtlayan ve şahsi iktidarını kuvvetlendiren Kral Louis-Philippe'e karşı başlayan işçi ve orta sınıfın
ayaklanması, ülkede yeniden cumhuriyetin ilan edilmesiyle "İkinci Cumhuriyet" dönemini başlatsa da "esnaf" ile işçilerin arasını açan sonraki gelişmeler olacak; sistemin değişmesine rağmen talepleri karşılanmayan işçilere en büyük darbeyi burjuva kesim vuracaktı.
22 Haziran'da Paris'te başlayan çatışmada modern toplumu oluşturan iki büyük sınıf arasında ilk kez açık savaş başlıyordu.
"Paris küçük burjuvalarının bağnaz savaşı"
23'ü sabahından itibaren barikatlar yükselirken başkent Paris ikiye bölünmüştü. Marx'ın tanımına göre bu "umutsuzluğun ayaklanması"ydı. 4 günlük çatışmanın kazanan tarafı esnaf olsa da Marx yaşanan süreci "Fransa'da Sınıf Savaşları" kitabında şöyle anlatacaktı:
"Haziran günlerinde, hiç kimse, mülkiyeti kurtarma uğruna ve krediyi yeniden tesis etme uğruna, Paris küçük burjuvaları, - kahveciler, lokantacılar, şarap satıcıları, küçük tacirler, dükkancılar, zanaatçılar vb. kadar bağnazca savaşmamıştı. Esnaf, bütün kuvvetini toplayarak sokaktan dükkana yeniden geçişi sağlamak için barikata karşı yürümüştü. Ama barikatın ardında dükkanın müşterileri ve borçluları, önünde ise alacaklıları vardı. Ve barikat devrilip işçiler ezildiğinde ve mağazaların bekçileri zafer sarhoşluğu içinde yeniden dükkanlarına koşuştukları zaman, dükkan kapısının, mülkiyetin bir bekçisi tarafından, kendilerine birtakım göz korkutucu kağıtları uzatan resmi bir kredi memuru tarafından kesilmiş olduğunu gördüler: Vadesi geçmiş poliçe! Vadesi dolmuş senet! Vadesi gelmiş bono! Batmış dükkan! Batmış esnaf!
Mülkiyetin korunması! Ama onların oturdukları ev kendi mülkleri değildi; başında bekledikleri dükkan kendi mülkleri değildi; sattıkları mal kendi mülkleri değildi. Artık ne ticaretleri, ne içinde yemek yedikleri tabak, ne yatıp uyudukları yatak kendilerinindi. Aslında tam da kendilerine, onlara karşı, evini kiraya vermiş olan mal sahibinin, poliçeyi kırmış olan bankerin, peşin avanslar vermiş olan kapitalistin, metaını satılması için bu dükkana emanet etmiş fabrikatörün, hammaddeleri bu zanaatçılara krediyle vermiş olan toptancı tüccarın yararına bu mülkiyeti kurtarmak söz konusuydu. Kredinin yeniden kalkındırılması! Ama kredi bir kez sağlamlaşınca, yeniden korku veren bir dehşetle Haziran isyancılarının cesetleri başına dikilen borçlar yüzünden, borcunu ödeyemeyen borçluyu karısı ve çocuklarıyla birlikte barındığı dört duvardan çıkarıp atan sözde servetini sermayeye teslim eden ve kendisini de hapse tıkan etkin ve gayretkeş bir tanrı olduğunu ortaya koydu.
Küçük burjuvalar, işçileri yenmekle kendilerini kuzu kuzu alacaklılarının ellerine teslim etmiş olduklarını büyük bir dehşetle anladılar."