“Bu şarkılar en az 100 yaşında”

“Çok heyecanlı haberler var tarafımızda, tiyatro sezonunda izleyiciyi yeni oyunumuzla buluşturmak için sabırsızız. Seyyah, yeni albümüyle daha önceki repertuvarına göre Anadolu’yu daha da odağına alıp bir aradalığımıza sahip çıkmaya hazırlanıyor” diyen oyuncu, müzisyen Ceren Kaçar ile ilk solo EP’si “Geçen”i konuştuk…
Seyyah grubu (solist) ve Reka Kolektif (oyuncu) güzergahından tanıdığımız Ceren Kaçar, bu defa “zamansız bir repertuvar” olarak tarif edilen, dört şarkılık, ilk solo EP’si “Geçen” ile karşımızda. 100 yıl öncesinin İstanbul müzik sahnesinden eserlerin yer aldığı, aranjelerini Ozan Demir ve Toby Kuhn’un yaptığı “Geçen”, geçmiş ve bugünü buluşturan özel bir seçki sunuyor. Kaçar ile, “Bundan bir asır önce, daha çok isyanla ve dışa dönük bir duyguyla söylenmiş bu şarkıların, bugün daha içe dönük, daha küçük, daha duru bir yerden nasıl yorumlanabileceğini merak ettim ve bu dört parçayı, yarım kalmışlık hissinin etrafında derledim” diye tariflediği (Ada Müzik’ten çıkan) “Geçen”i kadrajımıza aldığımız, müzik ve tiyatro rotasında bir hemhal gerçekleştirdik. (Es notu: Albüm fotoğrafları Sarp Dökmeci.)
“Karşılıklı bir anlaşılma ânı”
Alman filozof Wilhelm Schmid, (İletişim Yayınları, Tanıl Bora çev.) “Ölümü Atlamak / Kavranamaz Olanla Baş Etmek Üzerine” adlı kitabında şöyle der: “Bütün canlılar arasında insanlar, en fazla teselliye muhtaç olanlardır görünüşe göre; bu muhtemelen onların ruhunun ve zihninin özellikleriyle alakalıdır… Her türlü sanat ve kültür, duygulara ifade kazandırarak teselli verir; özellikle de enerjiyi işitilir kılan her tür müzik. Müzik, sanatsal olarak şekillendirilmiş bağlantıların içine yerleştiğini hissettirecek insana anlam nakli yapar; hele ki kişinin kendi müzik yapıyor, şarkı söylüyor veya bir enstrüman çalıyorsa. Bach’ın dakik ölçülülüğüyle şirazesinden çıkmış hayata bir ölçü veren müziğinin etkisi altında her infial yatışır, her acı katlanılabilir görünür.” Üstadın tanımından yola çıkarak sizin kişisel ve müzik-tiyatro hayatınızın kadrajından 2024 yılı “Z Raporu”ndan ortaya nasıl bir fotoğraf çıkar? Kısa ve uzun vadede önümüzdeki yıllar için öngörünüz ne olur?
Ne güzel tanımlamışsınız. Bu yıl, her şeyin bizi durmadan savuran hızına karşı koyabilmek için müziğe her zamankinden daha sıkı tutunduğum bir yılı geride bıraktım. Hem uzun yıllardır vokali olduğum müzik grubumuz Seyyah’la yeni albümümüzün hazırlıklarını yaptık, hem ilk kısaçalar’ım “Geçen”i dinleyiciyle buluşturmak için bol bol çalıştım. Bu hızlı akışa karşı koyabilmek için aslında dinleyiciyi bir karşılaşma alanına davet etmek istedim. Nezaketle, açık bir kalple kırılganlığa alan açmak için bir davet gibi. Önümüzdeki yıl yayınlamak istediğim bir EP daha var, bir yandan yeni oyunumuzu sezonda prömiyere hazırlıyoruz. Uzun vadede de hem kayıtlı olarak ürettiğim müzikte hem de sahnede kendime has renkleri daha da keşfedebildiğim, hayallerimin büyüdüğü ve uygulanabilirliğinin daha mümkün olduğu bir gelecek umuyorum.
Sizi, 2017’den bugüne (kurucusu da olduğunuz müzik grubu) Seyyah ve (2023) “Aşalım Bunları”, (2022) “Cadı Kazanı”, (2021) “İfigenya”daki tiyatro mesainizden tanıyoruz. Şimdi ise 23 Mayıs’ta çıkan “Geçen” ile karşımızdasınız. Albüme geçmeden evvel, tiyatro ve müzik mesainiz nasıl başladı; peşine düştüğünüz hikayeler nelerdir?
2004’te, 8 yaşındayken İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sahneye adım attım ve 21 yıl kurumda pek çok oyunda yer aldım. Meslek seçimi gibi kararların netleştiği, kimliğimizin toplumla nasıl ilişkileneceğini anlamaya başladığımız zamanlarda, ben çeşitli rollerin, görevlerin içinde koşturuyordum, normalim de buydu aslında. Ama bir yandan da kaybolmuş hissediyordum, sanki illa “bir şey” olmam gerekiyormuş gibi; birçok şeyi merak edemezmişim gibi, kendimi nereye konumlandıracağımı, dünyayla nasıl ilişkileneceğimi uzun süre aradım. Sosyal fayda yaratmak istediğime emindim, her ne yapıyorsam kolektif üretimlerin içinde olmak istediğime, insanlarla birebir bağ kurduğum işler yapmak istediğime. Bu nedenle bir yandan oyunculuk yapıp bir yandan da sosyoloji okudum. Sonra çeşitli sivil toplum kurumlarında çalıştım, 2017’de Strasbourg’da bir göçmen kampında çalışırken kendimi çok kaybolmuş hissettim. Başka bir ülkede de olunca kim olduğumu, aidiyet hissimi kaybetmiştim. Seyyah’ı tam da o gurbet ağrısının ortasında yola düşürdük. Şarkı söylemek o zamana kadar çok sevdiğim müzisyen arkadaşlarımla buluşmalarımızın en güzel yoluyken, Seyyah’la profesyonel bir zemine oturdu. Orada ait hissettiğim türküleri, şarkıları söylüyor olmak yabancılık hissinden kaçış oldu benim için. Aynı zamanda bu içe dönük hallerimi açıkça dinleyiciyle paylaşabildiğim; birlikte bir mekânı, bir zamanı yeniden kurguladığımız büyülü bir alan oldu. Tiyatroda ve müzikte bunun peşindeyim sanırım: Karşılıklı bir anlaşılma ânı. Güvenli ve açık bir alanda, yan yana, insan olmaya, var olmaya dair ortaklıklarımızı keşfetmek, anlamak, kabul etmek ve kabul edildiğini bilmek. Bunlara vesile olmak, birbirimize kalbimizi açabileceğimiz alanlar yaratmak istiyorum. Bunun için oyuncu, müzisyen gibi etiketleri doldurmaya çalışmaktan ziyade, soru sormaya ve bu sorulara bu alanlarda cevaplar bulmaya çalışıyorum; bu da az önce bahsettiklerimden tahmin edeceğiniz üzere ancak kolektif çalışarak mümkün bence! Reka Kolektif (tiyatro) ile gerçekten merak ettiğimiz sorulara birlikte ses veriyoruz, karışık kafalarımızı mücadeleden yorgun omuzlarımızı birbirimize yaslayıp oyunlar ve bir araya gelmenin başka türlü yollarını üretmeye çalışıyoruz. Çok heyecanlı haberler var tarafımızda, sezonda izleyiciyi yeni oyunumuzla buluşturmak için sabırsızız. Seyyah, yeni albümüyle daha önceki repertuarına göre Anadolu’yu daha da odağına alıp bir aradalığımıza sahip çıkmaya ve bütün bu renkleri çılgınca kutlamaya hazırlanıyor.
“İnsan üzülmeye de vakit ayırabilmeli”
Gelelim, “içten ve zamansız bir repertuvar” olarak tarif edilen “Geçen”e… “Cumhuriyet’in ilk döneminde yazılan tangolar, fokstrotlar ve türküler; geleneksel çalgılar ve modern enstrümanların caz ve indie-pop dokunuşlarıyla yeniden hayat buluyor.” Yaşınızı düşününce, çok gençsiniz ve baya baya dertli ve emek gerektiren şarkılarla karşımızdasınız. Bu minvalde nasıl bir albümdür “Geçen”?
“Geçen” dört şarkılık bir EP: Bir operet, bir tango, bir fokstrot ve türkü formuna yakın bir şarkı var. Bu şarkılar en az 100 yaşında, her biri zamanının ruhuyla hem çok naif hem de çok içten. Bundan bir asır önce, daha çok isyanla ve dışa dönük bir duyguyla söylenmiş bu şarkıların, bugün daha içe dönük, daha küçük, daha duru bir yerden nasıl yorumlanabileceğini merak ettim ve bu dört parçayı, yarım kalmışlık hissinin etrafında derledim. Hani o bir şeye çok yaklaşıp tutamama, kavuşamama, tam da en yakınken uzak düşmenin ayrı bir burukluğu vardır ya. Geçen kelimesi de tam burada anlamını buluyor: Geçmişse, bırakmışsınızdır, gerinizde kalmıştır. Kalbinizin ritmi dünyanın ritmiyle uyumludur, zamanla kavga etmezsiniz. Ama “Geçen”, o etkiyi taşımakla ilgili bir bakıma; boğazınızdaki o yumru, ince ince kendini hatırlatan bir sızı. Bu arada EP yayınlandıktan sonra benimle tanışınca şaşkınlıkla, “Sen aslında baya enerjik, neşeli birisin!” diyen çok oldu! Haklılar, bahsettiğiniz gibi şarkıların ağırlığını gündelik enerjimde görmek zor, çok daha canlı biriyim sosyal hayatımda. Ama bir de evde kendi başına bir albümü dinlediğimiz zamanlar vardır ya -yani eskiden vardı, böyle baştan sona oturup dinler o evrenin bizi götüreceği yere kendimizi bırakırdık-. Mutluluk değil de canlılık önemli, insan üzülmeye de vakit ayırabilmeli, başka türlü nasıl canlı olacağız? Bu albüm açık bir davet! Eskinin daha dışadönük ve isyanlı anlatım gücünü, içedönük ve daha samimi bir şekilde yorumlamak istedim. O yüzden hem düzenlemeler hem vokal yaklaşımı buna göre şekillendi.
O vakit, sizden bu dört şarkının hikayesini ve yorumlama hallerini de öğrenelim?
“Sen Nazlı Bir Çiçeksin”i ilk keşfettiğimde YouTube’da sadece 8 dinlenmesi vardı, izini sürmek de çok zor oldu. Sevgili Murat Meriç’in desteğiyle araştırdık, Şefik Gürmeriç’in kızı değerli Zehra Hanım’a ulaştık. Kendisinin de desteği ve izniyle bu parçayı arşivden çıkarıp bugün yeniden yorumlamak benim için albüme dair en mutlu olduğum şey oldu. Bu şarkıda sadece çello, yaylı tanbur ve vokal duyuyoruz; yalın bir karşılaşma olsun istedik. Cenk Erdoğan ve Toby Kuhn gibi iki hayran olduğum müzisyenin buluşmasına şahit oldum, bence şarkının tarif ettiği o “içimi kış bürüdü” halini bizde yaşattılar. “Geçen Ateşli Geceler”, Muhlis Sebahattin Ezgi’nin “Çaresaz Opereti” için bestelediği bir şarkı. Ama dinlediğinizde operetten olduğunu hissetmiyorsunuz, sanki biri kendi kendine odasında bir gece yastığına gözyaşlarını döke döke mırıldanmış gibi. Dinlediğim gibi kalbim kırıldı. Cenk Erdoğan ve İstanbul String Quartet yan yana gelince hem ihtişamlı hem çok naif bir yangın oldu şarkı. Sahnede söylerken de hep boğazım düğümleniyor, stüdyo kayıtlarında bile gözlerim dola dola söyledim, dinlerken yakalayabilirsiniz, “Aa, burada dayanamamış ağlamış” diye. Ozan’la kaydın o bölümlerindeki çatlaklara dokunmama kararı aldık, eksik ve kırılgan bir yorum olsun istedik. “Sensiz Kaldığım Geceler”, tango dinleyicileri için çok tanıdık bir Fehmi Ege klasiği; Derya Türkan büyüsüyle buluşturduğumuza, tango ritmine sıkıştırmadan daha akıcı ve yakın bir yaklaşımla düzenlediğimize çok mutluyum. Deniz Şahin’in tanbur ve İstanbul String Quartet’in yaylılarıyla eşlik ettiği şarkıyla kırılganlığını açıkça paylaşabilen güçlü bir anlatı kurmaya gayret ettik. “Yüce Dağ Başında” bence çok naif bir şarkı. Çok açıkça “al beni” deyişiyle, orada melodiye gizlenmiş nazlı edasıyla duyduğum ilk anda kalbimi çaldı. Parçanın künyesi gerçekten rüya gibi, ama Ediz Hafızoğlu’nun düzenlemeye kattığı o dinamik, ferah yaklaşım özellikle beni kendisine bir kere daha hayran bırakıyor. Hakan Gürbüz’ün perdesiz basgitarıyla gerçekten çok nazlı bir groove yakalanıyor. Salih Korkut Peker’in cümbüşü, Derya Türkan’ın kemençesi ve Ozan Demir’in piyano ve gitar eşliğiyle EP’nin en caza göz kırpan düzenlemesi. Sahnede bu repertuvarı canlı dinlerken duyacağınız ensemble’ımızın sound’una en yakın şarkı da bu EP’den.
“Geçmişle bugün arasında kurduğu özgün köprüyle yeni bir anlatım biçimi de öneriyor” diye tarif edilen albüm kapsamında bir araya geldiğiniz isimler dikkat çekici. Bu buluşma nasıl oluştu?
Ada Müzik’in, üretimin sayılara odaklandığı, yapım şirketlerinin sanatçılardan beklentilerinin ciddi ölçüde sınırlayıcı olduğu bu dönemde, tamamen hayal ettiğim gibi bir anlatıyı dinleyiciyle buluşturabilmem için özgür bir üretim alanı açması çok büyük bir şans oldu benim için. Ayrıca birlikte çalıştığım her isim kendi alanında efsaneleşmiş sanatçılar. Kariyer yolculuklarında yalnızca enstrümanlarına ve müziğe hakimiyetleriyle değil; aynı zamanda üretimi sahiplenen, yol gösteren, mütevazı ve destekleyici var oluşlarıyla da tanınan müzisyenler. Ozan Demir, bahsettiğiniz köprüleri kurmak için iletişimiyle de müzikal yetisiyle de çok doğru bir isimdi. Bütünlüklü bir bakışı olan, tutarlı bir his veriyor kurduğu evren, onun da payı çok büyük tabii ki.
“Birbirini sayı olarak gören insanlar”
Solo kariyerinizin yanında kolektif bir yapı olan Seyyah devam edecek mi? Bu albümle neleri tecrübe ettiniz; gün sonu haritasını çıkarsaydık nasıl yorumlardınız yaşadığınız süreci? Bu bağlamda sizin gibi genç müzisyenlere de -belki- fener olacak neler söylemek istersiniz?
Seyyah, benim çok farklı yönlerimi keşfedebildiğim, birbirinden çok farklı karakterleri hikayeleri deneyimleyebildiğim çok renkli bir kolektif üretim alanı. Gücüm yettiğince devam etmesi için çalışacağım tabii ki, evimiz sonuçta, aidiyetimiz, hayalimiz. İstanbul’da yeni arayışlarla halk müziğine ses vermek, giderek aynılaşan kültür ekosisteminde kolektif üretim alanını ve merakını canlı tutabilmek bence, kolay vazgeçilemez bir şey! Tabii ki bir yandan da, solo üretim süreci kendi iç sesimi duymamı ve bunu paylaşmamı sağladı; bu da benim için çok kıymetli, taze ve heyecan verici bir alan açtı. Ben yine her şeyi birlikte yürütmeye devam ederim diye düşünüyorum. Zaman yettiğince, bakalım. Henüz 30 olmadım, ben de gencim, bakmayın albümün ağır gelişine! Ben de deneyip deneyip yanılıyorum, neyin doğrusu nasıl, hiç bilmiyorum... 20’ler, hayatın bir kullanım kılavuzunu aramakla geçiyor sanki, sonra anlıyorsun ki öyle bir kılavuz yok; ben de soğuk suya yeni atlayan biri gibiyim şimdi. Ama diyebileceğim; üretim süreci sırasında çok yorulup kaybolduğumu düşündüğüm zamanlarda iki ucu görmeye gayret ettim; bu işi neden yapmak istediğimi tüm diğer faktörlerden azade yeniden hatırlamaya çalıştım. Önce kendim için; ben ne duymak istiyorum, hangi durumla hangi hisle mücadeledeyim, kendimle nerede buluşurum gibi. Diğer uçta da her üretimin aslında alıcısıyla buluştuğunda gerçekleştiğini, anlamına kavuştuğunu hatırlatmaya çalıştım kendime. Dinleyicinin karşılaşacağı o anları, kulaklığından kalbine yüz yıl önceden taşıdığım o hislerle sızabileceğim zamanı hayal etmeye çalıştım. Bir denge aradım bu alanda, bulup bulamadığımı bilmiyorum, biraz zamanla idrak edeceğim galiba, dinleyiciyle buluştukça öğreneceğim ben de.
Kreşendo, UNESCO Kültürel Çeşitlilik Uluslararası Fonu desteğiyle yürüttüğü “Müzikte Eşitlik” projesinin raporunu yayınladı. Rapor dikkat çekici: “Ankete katılan müzisyenlerin yalnızca %37’si müzikten elde ettiği gelirle yaşamını sürdürebiliyor. Müzisyenlerin sadece %12’si müzisyen olarak sigortalı çalışabildiğini ifade etmiş; %31’inin ise herhangi bir sigortası bulunmuyor. Müzisyen kadınların %98,7’si müzikten yeterli gelir elde edemediğini söylemiş.” Ayrıca raporda altı çizilen bir diğer nokta ise: “Tüm bu bulgular, Türkiye’de müzik üretiminin sadece sanatsal değil; aynı zamanda toplumsal bir mesele olduğunu göstermektedir. Bu rapor, eşitliğe dayalı bir müzik ekosistemi için yalnızca tespit değil, aynı zamanda eylem çağrısıdır.” Genç bir müzisyen olarak siz, günümüz müzik arenasını nasıl görüyorsunuz?
Müzikte Eşitlik projesinin kariyer kampının katılımcılarından biriydim. Öncelikle bir kez daha teşekkür etmek isterim, yüksek sesle kökleşmiş sorunlara dikkat çeken, kalıcı çözümler arayan tüm Kreşendo ekibine. Bu rapordaki veriler, sektörleşememiş bu alanın uzun yıllardır süregelen problemlerini o kadar açık ve anlaşılır biçimde özetlemiş ki. Alana kuşbakışı bakmak, ayrıca verilerle güncel problemlerin fotoğraflarını yakından görmek bence çözüm arayabilme adımları için çok gerekli. Sorunlardan sistemli biçimde bahsedilmediğinde sadece umudumuzdan çaldığına inanıyorum, o yüzden bu küçük alanda bu çabaya girişmek istemem çünkü nereden başlasam eksik kalacak. Onun yerine müzik alnındaki eşitsiz temsiliyetten muzdarip herkesin- müzisyenlerin, profesyonellerin ve dinleyicilerin- mutlaka raporu okumasını öneririm. Alandaki tüm paydaşların yan yana gelerek bu sorunlara beraber çözüm aramasının sistemi dönüştürmek için temel ihtiyaç olduğuna inanıyorum.
Günümüz, modern zamanlar veyahut kaygı çağı rotasında, müzik = kalabalıklar ve müzik = yalnızlık olarak iki farklı rotada yoluna devam etmekte! Dijital çağda, insanlar daha fazla müzik dinliyor ama daha az insanla bağ kuruyor gibi; diyaloga kapalı! Siz, tüm bu olan bitenler arasındaki müzik yaratımları hakkında ne düşünüyorsunuz?
“Connecting people” diye hayatımızı değiştiren cep telefonlarının dünyayı ele geçirmeye başladığı o dönemde çocuktum. Şimdi aksine dikkatimizi birbirimizden çalmak için türlü taklalar attığını görüyorum. Kişisel hayatında teknolojinin her nimetinden faydalanmak isteyen, yapay zekayla yakın arkadaş biri olarak söylüyorum; direnip onu ilk amacına uygun kullanmak üzere yönlendirebilirsek şahane bir araç bence. Gördüğüm, giderek birbirini sayı olarak gören insanlar aslında. Samimiyetin bir PR stratejisine sıkışıp kalması, “bir hikâye anlat!” baskısının altında zorla kendine ait olmayan seslerin aynılığına sıkışan icralar… Oysa ister dijital ister fiziksel bir buluşma olsun, niyet bu karşılaşma, niyet bu karşılaşmanın kaç tane olduğunun üst üste yazılması değil sanki. Ama birbirimizle bağ kurmanın mekânsal ve zamansal olarak imkanlı olmadığı zamanlarda, bunu mümkün kılabilen bu araçları bu değerde kullanmayı öncelemek de mühim. Benimle yolu kesişmiş dinleyiciler de benim gibi hissediyor sanki. Vakit ayırıp bana saygıyla, sabırla geri dönüşler yapıyorlar, övgüde cömertler, sevmedikleri bir şey olunca da genelde zarifçe söylüyorlar. Ben de sosyal medyadan gelen yorumlara büyük oranda cevap veriyorum. Gerçekten niyetim tam da bu karşılaşma alanlarını yakalamak olduğu için, heyecanla bakıyorum bu alana ve mutlu oluyorum açıkçası. Bu yakınlığı seviyorum; analog uğraşlar, gerçek buluşmalar, birbirimizi gerçekten dinlemeye açık hale de getiriyor bizi.
Son zamanlarda gündeminizi etkileyen veyahut iyi gelen performans, oyun, film, albüm / şarkı, sergi veya kitap olarak neler var; paylaşırsanız bizler de nasiplenelim isterim?
Oyun: (IdPro & Zorlu PSM & Omnia Yapım, yazar Duncan Macmillan, yönetmen İbrahim Çiçek) “İnsanlar Mekanlar Nesneler”; Film: Yönetmen Panah Panahi) “Hit The Road”; Albüm: “Çok Bilinmeyenli Topraklar - Dağtaş”; Sergi: “Galeri Nev İstanbul / Nermin Er - Bana Benden Yakın, Benden Yabancı - İçimde Dolaşan, Gezen Biri Var”; Kitap: (Everest Yay.), “Hepberaber / Kalpsiz Bir Dünyaya İnat- Ece Temelkuran”.
SON DAKİKA
EN ÇOK OKUNANLAR
Cazın Nabzı Antalya’da Atıyor: Rus Efsane Butman Sahnedeydi
Mert Demir’den Yeni İmaj ve “Bi Gece Gidebilirim” Sürprizi!
Selin'i sanatçı dostları yalnız bırakmadı! Mabel Matiz ve Buray'dan büyük destek!
Hz. İsa’nın olduğu değerlendirilen figür ilk kez sergide
Justin Timberlake İstanbul Konser Biletleri Ne Kadar? Justin Timberlake İstanbul Konseri Ne Zaman, Nerede?