Mario Levi ile 'Lunapark Kapandı'

Mario Levi ile Lunapark Kapandı
expand

Nezahat Doğan / cnnturk.com

İlk kitabı 'Jacgues Brel Bir Yalnız Adam' 1986 yılında çıkan yazar Mario Levi'nin altıncı kitabı ise 'Lunapark Kapandı'

Son kitabında yasak bir aşkı anlatan Levi, kitabına, 'bir sevgili, bir eş ve bu ilişkiler içindeki bir adamın hikayesi' diye başlıyor.

Levi, yazmaya başladığında, bir erkeğin yasak aşkı üzerine odaklandığını anlattı:

 
"Ama bir gece İnci kulağıma tüm kadınlığıyla bir şey fısıldadı ve dedi ki: 'Yapamayacaksın, beni anlat, sen aslında bu romanı beni anlatmak için yazacaksın'. Ben bunu engelleyemedim."
 
Büyük bir kütüphanesi var Levi'nin. Ben de klasik soruyu soruyorum.

Bütün kitapları okudunuz mu? 

 
Mario Levi: "Hayır okumadım. Ama kitaplarımın orada durmasından çok mutlu oluyorum. Bir süre sonra bir kitabı ikinci kez okuma ihtiyacı duyabilirsiniz, kütüphanem o nedenle benim için önemli. Kitaplar yıpranmalı, okunduğu anlaşılmalı, asıl okur bence kitap okurken kitaplarının belli yerlerinde notlar tutan okuyucudur."
 
"Çünkü kitap öyle yaşar, yıpranmışlığıyla, el değdirilmişliğiyle. Okuduğunuz bazı yerleri çizersiniz ama o yıllar geçtikten sonra baktığınızda 'ben neden çizmişim bu cümlenin altını' diye sorduğunuz çok olur. Çünkü değişiyoruz, farklılaşıyoruz. İşte o zaman daha çok anlıyoruz kitabın ve yaşadıklarımızın, geldiğimiz yerin ne kadar önemli olduğunu."

Kitap okunuyor mu Türkiye'de?
 
Mario Levi: "Son zamanları değerlendirirsek, yurtdışında kitapçılar gece 24.00'e kadar açık. Burada, Beyoğlu'nda olsun, alışveriş merkezlerinde olsun kitapçılar açılıyor ve kapanmıyor. Bu da kitabın bir ürün olarak sattığının, ticari bir mantıkla düşünecek olursak, 'o mağazayı ve dükkanı kurtardığının' bir göstergesi. O zaman kitap okunuyor diyebiliriz."
 
Peki, yeterince okunuyor mu?
 
Mario Levi: "İşte bunun cevabını vermek zor... Şöyle de diyebiliriz 30 bin satan bir kitap, 'çok satanlar' listesine rahatlıkla girebilir Türkiye'de. Ama Türkiye'nin nüfusu 75 milyon. Böyle bakıldığında kitabın yeterince okunmadığı sonucunu rahatlıkla çıkarabiliriz. Yani nicelik olarak ortada yanıtı kolay kolay verilemeyecek bir soru var."
 
Ya nitelik kısmı?
 
Mario Levi: "Nitelik olarak ise, "okunan kitaplar nasıl kitaplar, çok satanlar nasıl kitaplar?" sorusunun yanıtını vermek gerekiyor. Bir de şu var çok satanlar gerçekten okunuyor mu? Bütün bunların cevabı kolay kolay verilemiyor. Ben yeterince okunmadığını düşünüyorum ama yine de içeriği ve niteliği ne olursa olsun kitap daha çok satılmaya başlandı, bu da umut verici bir gelişmedir diyorum."

"Bu bir yana, eli kalem tutan ya da elinin kalem tuttuğuna inanan birçok insan da roman yazıyor. Yani "ben romancıyım" diye çıkabiliyor ortaya. Çıksın. Bunun hiçbir mahsuru yok. Kitabı değerli bir etkinlik, değerli bir eylem olarak görmek beni yine mutlu eder bir yazar olarak. Ama şunu da gayet iyi biliyorum ki yazarlık mesleği hakikaten emek isteyen bir meslektir... Sabır isteyen bir meslektir.."
 
"Yazarlığın hakkını verebilmek gerekir. Benim ilk öykümü 1975 yılında yazdığım düşünülecek olursa, 30 yıllık bir emeğim var bu mesleğe. Hala da kendimi geliştirmeye çalışıyorum ve kendi ölçülerime baktığımda,"henüz olmadım" diyorum. Bu benim bu mesleğe vermiş olduğum değerden kaynaklanıyor. Ama herkesin böyle düşünmediğini de görüyorum."

 
Bir kitap yazan hemen ben yazar oldum diyebiliyor. Yazarlık artık bir reklam mı oldu ne dersiniz?
 
Mario Levi: "Bugün kitabın ne kadar sattığı tartışılıyor ya da konuşuluyor ama içeriğine dair pek fazla konuşma geçmiyor. Bu da bir doğal elenme mekanizmasının tekrar gündeme gelebileceğini gösteriyor. Yani, kitaplar çıkar birilerine ulaşır ama sonra unutulur gider. Yazarın hakkını veren zamandır."
 
Yani 'önemli olan kalıcı olmaktır' diyorsunuz
 
Mario Levi: "Neresinden bakansanız bakın, herkes yaptıkları ile bir ölümsüzlük peşindedir. Kimi kitapla yapar bunu, kimi büyük bir sanayi kuruluşuyla, kimi bir resimle, bir marangoz yaptığı bir masayla. Ama "ben yaptım oldu" ile bu iş olmuyor. Çünkü yazarın her şeyden önce kendi dilini yaratması gerekiyor. Dil çok önemlidir yazarlık serüveninde. İnsanlara ulaşan da odur. O farklı dil ve o dilde yapılan söyleşi."
 
Siz yazarlık dersi de veriyorsunuz. Yazarlık öğrenilir mi? Bir yetenek olması gerekmez mi? 
 
Mario Levi: "Ben açıkçası yeteneğe çok inanmıyorum. Yani yeteneğin bu kadar da yüceltilmesi gerektiğine inanmıyorum." 
 
"Bana sorarsanız önemli olan istektir ve çok istemektir. Tutku ile istemektir. Ben öğrencilerime şunu da söylerim. Yaş ortalaması kimi zaman 30'un üstünde olan sınıflarım olur. Derim ki  "piyano çalmayı da bilmiyorsunuz. Eğer çok isterseniz bu yaştan sonra çalınması çok zor bir enstrüman olan piyanoyu çalmayı da öğrenebilirsiniz. "
 
'Yeter ki isteyin' mi diyorsunuz?
 
Mario Levi: "Evet, aynen öyle. Yazı da bunun gibi. Ama arada bir fark vardır. Gerçekten kafaya takarsanız iyi piyano çalmayı öğrenirsiniz. Sadece Fazıl Say olamazsınız. Fazıl Say olmayı beklemeyin bu yaştan sonra. Ben yazar olmayı çok istedim ve yazarlık üzerine hayatımı temellendirdim."
 
"Yazarlık adına çok insanı, çok şeyi ve çok hayatı feda etmeyi göze aldım. Ben bir bedel ödedim ama bu bedeli ödediğim için de hiç pişman değilim. Çünkü geriye kitaplarım kaldı.. Belki birçok insanı üzdüm, belki birçok insanı yaraladım ama hiç önemli değildi bunlar. Çünkü ben bir yolda ilerlemek zorundaydım."
 
Bu bedeli ödemeyi,  kitap yazanlar gerçekten göze alabilir mi, almalı mı?
 
Mario Levi: "Hiçbir şey kolay değil, herkesin yapabileceği birşey de değil.... Tabii öğrencilerime şunu da söylüyorum: "Gerçekten bir bedel ödemeyi göze alıyor musunuz, yazarlık adına?" Eğer benim karşıma bir öğrenci veya bir yazar adayı şunu söyleyerek çıkarsa, "benim bir mesleğim var, yazarlığı da bir yan uğraş, bir hobi olarak görüyorum, benim yapacağım bu" derse, ben artık o insanla ilgilenmiyorum."
 
Gerçekten istemesi gerekiyor?
 
Mario Levi: "Yazarlığın dışında başka işler yapıyorsan, tabi ki yapacaksın ama yapılan işleri doğru yere koymak gerekir. Yazarlığı bu işlerin dışında bir hobi olarak görüyorsan ve bunu ileride bir hayat tarzına dönüştürmek gibi bir projen yoksa o zaman bana vakit kaybettirme. Anlatabiliyor muyum? Çünkü ben bu işi çok önemsiyorum."
 
Çok istemek, azmetmek, çabalamak ve üstesinden gelmek mi?
 
Mario Levi:  "Çok güzel cümle kurdunuz. Gerçekten buna inanıyorum. Tutku aslında bu duruş. hayatın birçok alanı için de geçerlidir. Başka meslekler için de geçerlidir. Hatta ilişkilerimiz içinde geçerlidir. Bir ilişki örneğin, hiç bir ilişki mükemmel değildir onu biliyoruz."
 
"Ama bir ilişkiyi sürdürmek istiyorsak emek vermemiz gerekir. Eğer emek vermiyorsak gerçekten değerli bulmuyoruz demektir, o insanı veya o ilişkiyi. Yazarlık da böyle… Belki benim asıl mesleğim olduğu için yazarlık. Çünkü bugüne kadar birçok mesleğe girdim çıktım ama şimdi beni mutlu eden iki mesleği yapıyorum yazarlık ve hocalık."
 
Sait Faik'in bir sözü var; "Yazamasaydım çıldıracaktım." Siz nasıl dile getiriyorsunuz?
 
Mario Levi: "Bu benim çok hakkını verdiğim cümlelerden biridir. Şimdi siz benim böyle rahat, sakin ve huzurlu durduğuma bakmayın. Her duyarlı insan gibi, benim de hayatımda çok inişler çıkışlar oldu.  Her an yine olabilir onu da biliyorum. Zaman zaman depresyonun eşiğine geldiğim, zaman zaman intiharı düşündüğüm anlarım oldu ama yazı beni kurtardı."
 
"O yüzden yazıya bir gönül borcum var. En kötü zamanlarımda yazıya sarılabileceğimi biliyordum. Benim gerçeğim, benim kendimi var edebildiğim en değerli, en güvenilir ve en sarsılmaz alandı bu! Bu yüzden Sait Faik'in "yazmasaydım çıldıracaktım" cümlesinin ben fazlasıyla hakkını verdim. Bu nedenle de kendimi, şu yaşadığım 48 yılda çok talihli bir insan olarak addediyorum. Ne mutlu bana ki yazı oldu hayatımda bu yüzden ben yazının hakkını ödeyemem."
 
Öykü yazdığınız dönemlerde öncelikle kimleri okurdunuz ve yazar olarak etkilendiğiniz isimler kimlerdi?
 
Mario Levi: "O zaman 1970'li yıllara dönmemiz gerekiyor. Yani 75 ile 80 yılları arasına. Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü'ndeydim. O yıllarda hem okudum hem yazdım. Kendimi yetiştirmek için çok kitap okudum. Tabii beni çok etkileyen yazarlar vardı ve yeni keşifler vardı."
 
"Örneğin, dünya edebiyatında hala bende etkileri olan ve hala çok önemli yazarlar olarak gördüğüm Dostoyevski'nin, Virginia Wolf'un, Kafka'nın Çehov'un bendeki etkilerini asla yadsıyamam. Türk edebiyatına gelince, örneğin Ahmet Hamdi Tanpınar vardı, Peyami Safa vardı, Selim İleri vardı, Oğuz Atay vardı, Tomris Uyar vardı, Sevim Burak vardı… Onlar benim ilk büyük yazarlarımdır. Şairlerim vardır, Türk edebiyatında, Turgut Uyar, Edip Cansever, Metin Altıok, Behçet Necetigil…"
 
"Bu şairler ve bu yazarlar,  bana bu yolda çok ışık tuttu. Hala çok sevdiğim, çok etkilendiğim, etkilendiğimi yadsıyamayacağım yazarlar arasındadırlar. Belki şu anda adlarını unuttuğum başka yazarlar da vardır. Ben çok açık bir şekilde her yazarın mutlaka birilerinden etkilendiğini kabul edenlerdenim. Zaten etkilendiğiniz için yola çıkıyorsunuz."
 
"Ben yazarın aynı zamanda okuyarak da kendini yetiştirmesi gerektiğine inanıyorum. Bazen öğrencilerim, özellikle üniversitedeki öğrencilerim şöyle bir tepki içerisinde oluyorlar, "ben etkilenmek istemiyorum, başka yazarları okursam etkilenirim." Bu çok yanlış. Önce elbette etkileneceksiniz. Etkilendikten sonra kendi özgün sesinizi bulacaksınız. Bu hep böyledir."
 
Son çıkan 'Lunapark Kapandı' 1986'dan buyana altıncı kitabınız oldu.  Kısaca kitaplarınıza değinelim mi?
 
Mario Levi: "Tabii… İlk kitabım Jacgues Brel üzerine bir kitaptı, 'Jacgues Brel Bir Yanlız Adam'. Ardından 1990 yılanda Haldun Taner öykü ödülüyle birlikte 'Bir Şehre Gidememek' geldi, sonra  'Madam Floridis Dönmeyebilir',  'En Güzel Aşk Hikayemiz', 'İstanbul Bir Masaldı' ve son kitabım 'Lunapark Kapandı' çıktı. Son iki kitabım biraz uzun soluklu oldu. Bundan sonra ne yazarım bilmiyorum ama kafamda 8 - 10 kitap tasarısı var aslında."
 
Demek oluyor ki yazıp atmışsınız sepete haydi toparlayın?
 
Mario Levi: "Aynen öyle… Biriktirdiğim bir dolu notlar var. Belki bundan sonra hikaye türüne dönüp bir hikaye kitabı yazabilirim diyorum."
 
'Lunapark Kapandı'ya gelelim. 'Hayalleri, masalları ve yenilgileri olmayan insan yaşadığını söyleyebilir mi?', bu çok güzel ve etkileyici bir cümle ve okuyanlar kendine bir pay çıkarıyor buradan. Gerçek ve kurgu mu bütünleşti kitapta?
 
Mario Levi: "Ben bu kitabı yazarken, günün birinde bu kitabın yayımlanacağını ve bu kitap için iyi niyetli insanların benimle söyleşiye geleceklerini biliyordum haliyle bu soruyla karşılaşacağımı da biliyordum."
 
Hazırlandınız mı ?
 
Mario Levi: "Bu sorunun mutlaka bana sorulacağını biliyordum. Hatta siz çok nazik bir şekilde sordunuz. Aslında 'burada yaşananlar gerçek mi' diye de sorulabilirdi. Burada anlatılanlarda elbette bir gerçeklik payı var."
 
"Ama anlatılanların birçoğu da tamamen hayal ürünü. İnci'nin gerçeklerle bir bağlantısı var, anlatıcının gerçeklerle bir bağlantısı var. Selin'in gerçeklerle bir bağlantısı var.. Bunlar doğru ama birçoğu da yazarın hayalinden çıkmış gerçekler."
 
Peki, hangileri gerçek, hangileri hayal söyler misiniz?
 
Mario Levi: "Hayır… Bunu söylemem!"
 
Söylenmez mi böyle bir kural mı var?
 
Mario Levi: "Ben söylememeyi tercih ediyorum, belki söylenebilir de... Ama neden bunu söylemediğimi de şöyle açıklayabilirim."

 
"Okurun, boşlukları ya da kimi yaşantıları, kimi davranışları yorumlamada daha rahat ve daha serbest ve daha özgür olmasını, açıkçası tercih ediyorum. Bu nedenle de şunu söyleyebilirim: Bu sadece ve sadece otobiyografik bir roman değil ama otobiyografik bağlantıları olan bir roman."
 
"Sadece ve sadece bir hayat hikayesi değil! Ben hayat hikayesi yazsaydım bunu çok farklı yazardım. Gerçekten farklı yazardım onu biliyorum. Gerçekler buradaki gibi değil ama açıkçası tabii ki birtakım gerçeklerden hareket edildi. Bunun son derece doğal olduğunu da söylemem gerekiyor."
 
"Çünkü ben bir yazarın anlattıkları ne olursa olsun ya da kim olursa olsun bir yerde kendini anlattığına inanırım. Örneğin, ben sizi anlatacak olsam kendimi koyarım içine. Buket Uzuner de kadın duyarlılığıyla ve sevdiğim bir yazar olarak sizi farklı bir şekilde anlatacaktır."
 
"Yine sevdiğim bir yazar olan Cem Mumcu hem iyi bir yazar hem de iyi bir psikiyatr olduğu için belki o farklı bir şekilde anlatacaktır sizi. Ama herkes kendini koyacaktır. Her yazar farklı bir şekilde anlatacak sizi. Bu yüzden diyorum ki: "Gözlemci olan yazar bile kendisini koyar ortaya."
 
Burada bu soruyu sordurtan nedir?
 
Mario Levi: "Evet.. Birinci tekil şahıs olarak yazılmış olması, özellikle bu soruyu sordurtan. Ama güzel, yani madem soruluyor bu soru, demek ki bir gerçeklik payı var."
 
"Yazarlar aslında okuyucuyu düşünmeden yazar.. Doğru olan, yazarın kendi yolu budur. Bazıları da okuyucuyu düşünerek yazıyor. Böyle birşey var mı?
İkincisinin yazarlıkla alakası yoktur. İkincisi tamamen bir marketing kafasıyla çalışmaktır. Bunu böyle yapabilirsiniz.. Ben bu mantıkla bir roman yazılmasına karşı değilim. Ama yazdığınız edebiyat olmaz."

"Örneğin, bir insan şunu söyleyebilir: "Ben öyle bir kitap yazmak istiyorum ki, çok ünlü olayım, bu işten çok para kazanayım." Yani reklamcı mantığıyla çalışır, pazarlamacı mantığıyla çalışır. Böyle bir kitap yazılmasının hiçbir mahsuru yoktur. Çünkü bu bir ilimdir sonuçta ama bu edebiyat değildir."
 
Yazarlıkla ünlü olunabilir mi? Şimdilerde birçok kişi de bunu etiket olsun diye yapıyor. Hani "bir kitap yazdım entelektüel camiaya girdim" demek istiyor. Nedir buna yorumunuz?
 
Mario Levi: "Edebiyat çevrelerinin, basın çevrelerinin, medya çevrelerinin beni tanıdığını biliyorum bu anlamda ben ünlü bir yazarım. Ama ben asla bir Tarkan olamam. Başımdan geçen bir anıyı anlatayım size: 1999 senesi.. 'İstanbul Bir Masaldı' yeni çıkmıştı."
 
"Bursa'ya bir söyleşiye gittim. Söyleşiden önce de 'bir yerel gazete muhabiri sizinle röportaj yapmak istiyor' dediler. 'Memnuniyetle' dedim. Genç bir kız yaklaştı yanıma, çok genç.  Birden bire 'Bir Şehre Gidememek'in ilk baskısını uzattı."
 
"Nasıl yıpranmış kitap. Bana dedi ki, "bu kitabı kaç kez okuduğumu bile bilmiyorum, bu kitap benim senelerce başucu kitabım oldu, siz bunu biliyor musunuz?" Benim için ünlü olmak bu işte. Benim ünlülük algılayışım bu. Tabii ki gururunuzu okşar. Ama asıl önemlisi ne biliyor musunuz, yazarlık da birilerine ulaşabilmek!"

"'İstanbul Bir Masaldı' 30 bin sattı.. Bu kitabın kaç satacağını bilmiyorum ama kitabım 300 bin satsın istemez miyim? Elbette isterim. Neden bunu inkar edeyim ki. İsterim ama bunu yaparken ulaşmak isterim."

 
Son kitabınızın adı neden 'Lunapark Kapandı' oldu?  Şöyle bir soruyla karşılaşıyor musunuz: "Hangi lunapark kapandı?"
 
Mario Levi: "Evet, bu çok güzel, çünkü böyle soru oldu. Hem de ilk çıktığında üç kişi tarafından soruldu. Önce babam sordu, sonra bir öğrencim sordu.  Mesela babam şunu sordu: "Hangi Lunapark kapandı, Büyükada'daki mi?"  Bir öğrencim, "Hangi lunapark kapandı, yoksa Maltepe'deki mi"? diye sordu. İşte bu sizin de sorduğunuz gibi sorunun özü. Çünkü babamın çocukluğu ve ilk gençliği Büyükada'da geçmiş."
 
"Lunaparkın kapanması, çocukluk saflığının bitmesi demek. Lunapark'ın kapanması çocukluk dünyasının bitmesi demek. Hepimizin bir yerlerde kapatmak zorunda kaldığı lunaparklar vardır."
 
"Ben hep bunu anlatmak istedim. Büyürüz, büyümek sancılıdır ama güzeldir de aynı zamanda. Örneğin ben 40'lı yaşlarını yaşamakta olan bir erkek olarak, bunu romanımda da ifade ediyorum, size de söyleyebilirim tüm samimiyetimle, asla çocukluk yıllarıma dönmek istemiyorum. Hele hele "40'lı yaşlarımıza geldik yaşlanıyoruz, işte 20'li yaşlarımız çok uzaklarda kaldı" psikolojisine hiç girmiyorum.
 
Her yaşın yaşanan ayrı bir güzelliği yok mu?
 
Mario Levi: "Evet … Ben her yaşımın eskisine göre daha iyi olduğuna inanıyorum üstelik. Yani öğrenmenin verdiği o haz, görmenin, daha çok görebilmenin verdiği haz hiçbir şeyle ölçülemez. Bu yüzden lunaparkların kapanması elbette hüzünlüdür. Çünkü çocukluk yıllarımız bitmiştir. Burada bir karamsarlık görebilirsiniz ama umutsuzluk asla."
 
Sizin lunaparkınız hangisi?
 
Mario Levi: "Benim lunaparkım Dolmabahçe'deki lunaparktır.
Şu anda sinema olan lunapark… Benim de çocukluğum oradaydı."

 
Peki, romanınızı yazarken, kurgularken kahramanlar yerlerini nasıl buluyor?
 
Mario Levi: "Bu benim yazma yöntemimle ilgili bir konu. Ben önceden tüm kurguyu hesaplamam. Örneğin, anlatıcı gelecek, bir kadına aşık olacak, kadın ile birşeyler yaşayacak, ardından karışı şöyle bir tepki gösterecek, sonra sevgilisinin başına şunlar şunlar gelecek… Bu kurgu somut bir şekilde, planlı bir şekilde yapılmaz."
 
"Evet bir yol haritası vardır; yani aşağı yukarı nelerin nasıl yaşanacağını belki biraz tahmin ederim ama yazıldıkça yeni bir takım kapılar açılır. Ben ona "karanlıkta kalmış bir takım odalara girmek" derim. Ya da "bir ana yolda ilerlerken bir süreliğine patikalara sapmak." Bunların hepsi çok güzeldir. Neden biliyor musunuz? Çünkü o insanlar beklemediğiniz zamanlarda kendilerini gösterirler."
 
Neyi anlatmak istediniz bu romanda? 
 
Mario Levi: "Bu romanı yazarken bir yasak aşkı anlatmak istiyordum. Amacım bir erkeğin psikolojisini anlatmak ve bir yasak aşkı bir erkeğin nasıl yaşayabileceğini anlatmak, umutlarını anlatmak, kaygılarını anlatmak, heyecanlarını anlatmak, yan çizmelerini anlatmak, yalanlarını anlatmak, bunları anlatmak için yola çıktım."
 
"Ama romanın üçte birine vardığımda şunu hissettim: "Ancak bir yere kadar gidebileceğim." Çünkü kahraman 'İnci' kulağıma tüm kadınlığıyla birşey fısıldadı ve dedi ki "yapamayacaksın, beni anlat, sen aslında bu romanı beni anlatmak için yazacaksın." Ben bunu engelleyemedim."
 
Bu roman nasıl değerlendirilebilinir sizce?
 
Mario Levi: "Aslında bu roman 40'lı yaşlarındaki bir erkeğin romanı olarak da görülebilir. Aynı zamanda 30'lu yaşlarını yaşayan, tek başına ayakta kalma mücadelesi veren bir kadının romanı olarak da görülebilir. Ben ikincisinin daha yakın bir olasılık olduğunu düşünüyorum. Ama bu romanı bir erkek romanı olarak okuduğunu söyleyen kadınlar da çıktı karşıma."
 
Roman aslında, İnci üzerine kuruldu değil mi? Kahraman o.

 
Mario Levi: "Evet, bana göre de bu roman İnci'nin. İnci'ye ithaf edilmiş. Bu bir kadının romanı."
 
Romanı yazdıktan sonra, "Kendi yolunu kendi içindeki akışıyla çizdi. Son bulduğu yer de işte bu nokta" dediniz mi? 
 
Mario Levi: "O zaman şöyle bir yanıt vereyim size, romanı bitirdiğimde ve yayınevine verdiğimde "evet bitti" diyordum. "Son nokta bu, bunun devamı olmaz" diyordum. Şimdi emin değilim."
 
Neden peki?
 
Mario Levi: "Eee başka gelişmeler olabilir… Bilmiyorum olmayabilir de… Yani şu an da sadece başka gelişmeler olabilir diyorum. Ama emin değilim ve bunu ilk kez size söylüyorum. Açıkçası kitabı bitirdiğimde ve yayınevine verdiğimde çok rahattım. "Bitti" diyordum.. "Artık devamı gelmez, bu kadar tamam". Ama şimdi düşünüyorum da "hele bir dur" bakalım diyorum, hayat bu… Hayatın ne sürprizler hazırlayacağını hiç bilemezsiniz. Olmazsa olmaz dedikleriniz, ya da asla olmaz dedikleriniz bir bakarsınız bir gün gerçekleşiverir."
 
Bakalım yarın sizi nereye götürecek?
 
Mario Levi: "Güzel olan bu değil midir hayatta? Bir de keşke hergünümüzü son günümüz gibi yaşayabilsek."
 
Böyle birşey çok zor.  Herkes yapamaz bunu…
 
Mario Levi: "Çok zor! Bunu başaramıyoruz ama kendini geliştirmenin bence doruk noktası bu, bir insan olarak. Hergününü son günü gibi yaşayabilmesi insanın. Kimileri buna sorumsuzluk diyebilir, emin değilim bundan."
 
"Örneğin, çocuklarımız var, çocuklarımızın geleceğini düşünmek zorundayız, ona göre yaşadığımız bu ülkede, yaşadığımız bu hayatta dengelerimizi tutturmak zorundayız. Evet, aynı zamanda yaşadıklarımızda çocuklarımıza örnek de olabiliriz, hayatı gösterebiliriz, çünkü bir annenin ve bir babanın görevi, bana göre, çocuklarına mutlu bir gelecek hazırlamak değildir, çocuklarını hayata hazırlamaktır."
 
"Çünkü mutlu bir geleceği kendileri seçerler. Sonuçta herkes kendi hayat serüvenini yaşar. Çocuklarınız istemediklerinizi yapabilir, o onların hayatıdır, biz sadece kendi değerlerimizi anlatmakla yetiniyoruz."

Demek ki 'Lunapark Kapandı'da, İnci'nin serüveninde, bizi yeni sürprizler bekliyor... Öyle mi?
 
Mario Levi: "Bilmiyorum...  O kadarını söyleyemem! Bu romanda her şey kendiliğinden geldi, bitti sandım ama 'bitmemiş olabilir' diye bir his var içimde."
Sıradaki Haberadv-arrow
Sıradaki Haberadv-arrow