Filmlerden film beğen!..

Filmlerden film beğen..
expand

DOCUMENTARIST İstanbul Belgesel Günleri 31 Mayıs'ta 4'üncü kez İstanbullularla buluşmaya hazırlanıyor. 5 Haziran'a kadar devam edecek festival, belgeselseverlere çok özel bir seçki sunuyor.

Haberin Devamıadv-arrow
Haberin Devamıadv-arrow

'Tükettiğimiz Dünya', 'İnsan Manzaraları: Portreler', 'Uluslararası Panaroma', 'Post-Komünizm Dönemi', 'Mercek Altında: Romanya', 'Arap Dünyasından', 'Antropoloji-Belgesel', 'Müzik Filmleri' temaları altındaki festivale belgeselin efsane isimleri de konuk olacak.

Festivalin basın sponsorlarından CNN TÜRK olarak, programda yer alan 80'den fazla film içerisinden kararsızlara yardımcı olacak bir seçki hazırladık.

12 KIZGIN LÜBNANLI

Zarar görmüş ve travmatize olmuş insanlarla çalışmakta uzmanlaşan Zeina Daccache, ülkenin adı hiç de hoş anılmayan Rournieh Hapishanesi'nde Lübnan'ın ilk hapishane tabanlı tiyatro projesini kurmak için mücadele etti.

15 ay boyunca, çoğu okur-yazar olmayan 45 erişkin erkek tutuklu, kendilerini ünlü tiyatro oyunu 12 Kızgın Adam'ın, burada '12 Kızgın Lübnanlı' adını alan bir uyarlamasına çalışırken buldu.

Mahkumun bu ilham verici ve dürüst yolculuğu, oyun terapisinin faydalarını ve toplum tarafından en çok dışlanan bireyler üzerindeki olumlu etkilerini gözler önüne seriyor.

ARNA'NIN ÇOCUKLARI

Nisan ayında Cenin Mülteci Kampı'nda Özgürlük Tiyatrosu'nun girişinde uğradığı silahlı saldırı sonucu ölen barış aktivisti Juliano Mer Khamis'in anısına gösterilecek "Arna'nın Çocukları", tiyatronun kurucusu Nobel Barış Ödüllü annesini ve tiyatro öğrettiği Filistinli çocukların akibetini konu alıyor.

Yussef, 2001 yılında Hadera'da bir intihar saldırısı gerçekleştirir. Ashraf, 2002'de Cenin Savaşı'nda İsrail ordusu tarafından öldürülür. Alaa, bir grup direnişçinin önderliğini yaparken hayatını kaybeder.

Annesi Arna Mer Khamis'in kurduğu tiyatro grubunun gelecek vadeden çocuklarını bir zamanlar filme kaydetmiş olan yönetmen, 2002 yılında Cenin Mülteci Kampı'na dönerek çok sevdiği bu çocuklara bugün neler olduğunu öğrenmek ister ve karşısına bu iç acıtıcı hikayeler çıkar.

ATLAR VE ERKEKLER ARASINDA

İnsanların ve atların buluştuğu iki ham ve işlenmemiş dünya Nevada çölünde özel bir programla bir araya geliyor. Marjoleine Boonstra, insanların kendi yansımalarını atlarının gözlerinde gördükleri yoğun bir eğitim kursundaki tutukluluğu takip ediyor.

İnsanlar, içerideyken süzülüp giden bir yeteneği, bir kez daha başka bir canlının güvenini kazanmayı öğreniyor. Atlar ve Erkekler Arasında, özgürlüğün eşiğinde duran 'zor adamların' duygu ve ürperme dolu özel anlarını yakalıyor.

BENİM TATLI KANARYAM

Roza Eskenazi nasıl yaşadıysa, öyle şarkı söyledi. Tutkulu, ateşli ve aşk dolu... Bu Yunanistan, Türkiye ve İsrail'den üç genç müzisyenin hikayesi.

Yunanistan'ın en iyi bilinen ve en çok sevilen Rembetiko şarkıcısının hikayesini ilk defa bir filme taşımak içi müzikal bir yolculuğa koyulmuşlar. Eskenazi'nin geride bıraktığı müzikal izleri sürecekleri bu gezi onları İstanbul'dan Selanik'e ve oradan da Atina'ya götürecek.

Bu herşeyden önce, gözden kaybolmuş bir dünyaya yapılan gezinti, fakat sesleri Akdeniz Havza'sı boyunca yankılanmaya devam etmekte.

BİR TABAK SARDALYA VEYA İSRAİL'İ İLK DUYDUĞUM ZAMAN

"İsrail'i ilk duyduğumda Beyrut'taydım, konuşma bir sardalya tabağıyla ilgiliydi. Altı yaşındaydım, İsrail ise iki."

Yönetmen Mohammad Malas'ın eşliğinde, Omar Amiralay tahrip olmuş bir Quneitra köyünün yıkıntılarını geziyor.

Film, Malas'ın doğduğu bu şehrin İsrail işgali öncesi ve sonrasına ve kurtuluşuna dair düşüncelerini kaydediyor.

Malas da 70'li yıllarda Quneitra üzerine bir film çekmişti.

CARMEN HİKAYESİ


30'lu yılların divası Lída Baarová'nın portresi... Hitler'in propaganda bakanı Josef Goebbels'in metresi olduğu için gözden düşmüş bir kadın. Hem de üzülerek ifade ettiği gibi ''aslında Marlene Dietrich kadar ünlü'' olabilecekken...

Ölümünden birkaç yıl öncesine kadar kariyerine devam etmiş ve son ana kadar varoluşunu mahkum eden bu ilişkinin üzerinden ilgi çekmeye çalışmıştır.

Opera dünyasının perde arkasını Prag'daki Ulusal Tiyatro "Carmen"i sahnelemeye hazırlanmaktadır. Provalar boyunca, dünyaca tanınmış soprano Dagmar Peckova ile operanın karizmatik yönetmeni Jozef Bednarik'in etrafında gezinen kamera, gala gününe kadarki heyecan, mizah ve duygu patlamalarını yakalarken, sanatsal bir gösterinin doğumuna tanıklık eder.

CEBİMDE KAN VAR

Cebimde Kan Var, cep telefonlarımız ve Kongo'daki iç savaş arasındaki bağlantıyı ortaya koyuyor.

Yönetmen Frank Poulsen, ülkedeki yasadışı maden endüstrisi Kongo'yu ziyaret ediyor.

Farklı silahlı güçler tarafından kontrol edilen ve çocukların, cep telefonlarımzda kullanılan mineralleri çıkarmak için günler boyunca dar madenlerde çalıştığı Kongo'nun en geniş kalay madenine girmeyi başarıyor.

Kongo'da süren kanlı çatışma ve ortak sosyal sorumluluğa dair bir film...

CINEMA KOMUNISTO

Cinema Komunisto, Yugoslavya adı verilen sinematik ilüzyonun yükselişi ve çöküşünü araştırırken bizi Tito’nun darmadağın film endüstrisi ile birlikte bir yolculuğa çıkarıyor.

Düzinelerce unutulan Yugoslav filminden az bulunur görüntüler; film setlerinden daha once hiç görülmemiş arşivler ve Tito’nun özel görüntülerini kullanan belgesel, ekranda anlatılan görüntünün arkadasındakileri anlatırken bir ülkenin hikayesini yeni baştan yaratıyor.

Devlet tarafından finanse edilen super-yapımlarda, Richard Burton, Sofia Loren ve Orson Welles gibi yıldızlar ulusal başarıyı cilalıyordu. Tito’ya 30 yıl boyunca her gece filmler gösteren kişisel danışmanı, aynı zamanda Tito’nun en sevdiği yönetmen, partisan filmlerinin en sevilen oyuncusu ve polisle bağlantısı bulunan film merkezinin patron, Yugoslavya’nın hikayesinin ekranda nasıl inşa edildiğini gösteriyor.

ÇIĞLIK

İsrail'in işgal edilmiş Golan Tepeleri'nde doğan genç 'Golanis''e ailelerinin yurdunda, Suriye'de okuma olanağı tanınmıştır.

Kendilerine olan güvenleri tam olan iyi arkadaşlar Ezat ve Bayan köylerini bırakarak kendi Arap köklerini keşfetmeye koyulurlar. Fakat Şam, kendini renksiz bir metropol olarak gösterir, kendilerini evlerinde uzakta hissederler.

Çığlık, dünyanın unutulmuş bir çatışma bölgelerinden birindeki dostluğun hikayesini anlatan; büyümek, kimlik ve aidiyet arayışına dair bir belgesel.

ÇILGIN EFENDİLER

Kariyerine Batı Afrika'daki kabilelileri çalışan bir etnograf olarak başlayan Jean Rouch, etnografik belgeselin babası olarak anılıyor. Çılgın Efendiler, 1950'lerde Afrika'da çektiği sayısız filmle kendine has bir gözlem ve hikaye anlatma tekniği geliştiren Rouch'un ilk filmlerinden. Film aynı zamanda sinema vérité'ye atılan kararlı bir adım niteliğinde.

Çılgın Efendiler, Nijerya ve Gana'da yaşayan Songhay kabilesindeki Hauka hareketini zaman zaman rahatsız edici bir bakışla mercek altına alıyor.

Filmde kabile üyelerinin, Fransız ve İngiliz kolonilerinin otoritesi altında düzenledikleri bir törene tanıklık ediyoruz. 1925'te başlayan ritüel, zamanla kolonyal egemenliğe karşı düzenlenmeye başlıyor.

Rouch bu ritüelleri önceden de gözlemlemişti. Daha sonra filmi geleceğe aktarmak isteyen tarikat önderlerinin davetiyle yılın en büyük törenine katıldı ve ortaya Çılgın Efendiler çıktı. Basit bir 16 mm el kamerası kullanan rouch, ritüeli grafik ayrıntılarıyla kaydediyor.

EKÜMENOPOLİS: UCU OLMAYAN ŞEHİR

Ekolojik eşikler aşılmış, ekonomik eşikler aşılmış, nüfus eşikleri aşılmış, sosyal uyum bozulmuş. İşte neoliberal kentleşmenin fotoğrafı: “Ekümenopolis”.

Bu ilk uzun metrajlı belgeseliyle İstanbul’a bütüncül bir yaklaşımla bakmayı amaçlayan ve değişim kadar onun dinamiklerini de sorgulayan İmre Azem, bizi yıkılmış gecekondu mahallelerinden gökdelenlerin tepelerine, Marmaray’ın derinliklerinden üçüncü köprünün güzergâhına, gayrimenkul yatırımcılarından kentsel muhalefete, bu uçsuz bucaksız kentte uzun bir yolculuğa çıkartıyor.

EPHTİM D.'NİN YAŞAMINDA BİR AY

73 yaşındaki emekli postacı Ephtim D. eşi ile birlikte Sofya'nın banliyosünde üç odalı dairesinde yaşamaktadır. Bir sosyalist olarak ''çılgın'' demokrasi ile geçiş döneminin belirsizlikleri arasında bocalamaktadır.

Çiftin emekli maaşları toplamda 66 euro'dur. Ephtim aile bütçesini dengeleme konusunda büyük zorluklar çekmektedir. Ücretsiz tıbbi bakım ve aşevindeki öğle yemekleri hayatta kalma stratejilerinin olmazsa olmazlarıdır.

Filmde, Bulgar bir emeklinin portresi küresel boyuttaki umutsuzluk ve geride kalan Komünizme duyulan özlem çerçevesinde yansıtılır.

EVLİLİK HİKAYELERİ: ZUZANA VE STANISLAV

Zuzana ve Stanislav'ın evlilik serüveni zorluklarla doludur.

Kız liseyi bitirememiştir, oğlan ise elektrik mühendisidir ve ondan bir yaş büyüktür. Barınma sorununun yaygın olduğu Çekoslovakya'da, evlendikten ancak 3 yıl sonra birlikte yaşamaya başlarlar; bu arada iki çocuk sahibi olurlar.

Bir yandan evliliğe henüz toyken adım atmaları, diğer yandan birbirlerinden hayli farklı karakterlere sahip olmaları ortak yaşamlarını daha da zorlu kılacaktır.

EVLİLİK HİKAYELERİ 20 YIL SONRA: ZUZANA VE STANISLAV

"Sen ve ben, biz buyuz..." favori grupları Olympic'in sözleriydi.

Zuzana ve Stanislav asla "biz"i başarmayı beceremedi. Zorunluluktan evlendiler: Zuzana ilköğretim okulunun son sınıfındaydı, Stanislav ise sadece bir yıllık elektrikçi.

Ev bulmaktaki zorluklardan ötürü evlendikten 3 yıl sonra birlikte yaşamaya başlayabildiler. o dönemde zaten 2 çocuğa sahip olmalarına rağmen, erken evliliklerinin toyluğu olduğu kadar tamamen farklı karakterleri de sonunda ikisine de zarar vermeye başladı.

Enerji dolu Stanislav hayatta ilerlemeye devam eder, yeni bir iş ve yeni bir ilişki bulurken, hevessiz Zuzana, hayattaki çaresizliğini anneliğe bağladı ve televizyon dizilerinin karşısında ve bitmek bilmeyen sıkıntıları ile yapayalnız kaldı.

HİTLER, STALİN VE BEN

Heda Margolius-Kovaly'nin yaşam hikayesi adeta bir film gibidir. Heda Blochová, Prag'da zengin bir Yahudi ailenin çocuğu olarak doğmuştur.

Avukat olan Rudolf Margolius ile evlenir. Evlendikten kısa bir süre sonra genç çift bütün aileyle birlikte Lodz'daki gettoya sürülür. Burada birkaç yıl geçirdikten sonra Oswiecim Toplama Kampı'na gönderilirler.

Derken aile bölünür ve birçok acılı deneyimden sonra Heda, ölüme gönderildiği sırada kaçarak hayatta kalmayı başarır. Fakat hayatta kalma savaşı devam eder. Hitler, Stalin ve Ben isimli belgesel film, Heda Blochová'nın hayatını anlatıyor.

KAPİTALİZM: GELİŞTİRİLMİŞ FORMÜL

Ceausescu'nun devrildikten ve idam edildikten 20 yıl sonra geri geldiğini hayal edin. Bugünkü durum ile bize bıraktığı ülkenin durumunu karşılaştırdığını.

Eksi Komünist diktatörün, Romanyalıların -genellikle- para, araba ve tüketim olarak düşündüğü Kapitalizmi inşa edenin bir şekilde onun yakınında olduğu anladığını hayal edin.

İşte bu belgeselde yönetmen Alexandru Solomon, Komünist Romanya'nın eski diktatörünü 1989 yılında idam edildikten tam 20 yıl sonra ülkeye davet ediyor.

KATKA

Genç bir uyuşturucu bağımlısının 14 yılda ilaç bağımlılığına karşı verdiği beyhude mücadelesini anlatan dikkat çarpıcı bir belgesel.

Neden uyuşturucu kullanmaya başladı? Farklı olmak istediğini iddia ediyor. Sene 1996 ve 19 yaşındaki Katka, Nemcice şehrindeki Sananim terapi topluluğu ile normal bir hayat sürmeyi umut ederek yaşıyor. Bir erkek arkadaş ve hatta bir aileye sahip olmayı hayal ediyor. Fakat mutlu son yoktur.

Yönetmen Katka’nın hırsızlıktan fahişeliğe fiziki ve psikolojik yıpranmalarını ve yıllar içerisinde çöküşünü kaydediyor. Katka’nın arzusu samimi fakat sonunda uyuşturucu kazanıyor. Acaba Katka hamile kaldığında ve anne olduğunda hayatta kalma motivasyonu bulacak mı kendinde?

NİKOLAY ÇAVUŞESKU'NUN OTOBİYOGRAFİSİ


"Nihayetinde bir diktatörde bencilliğini tamamen pratiğe dökebilen bir sanatçıdır. Estetik aşamada Baudelaire ya da Bolintineanu, Louis XVI ya da Nicolae Ceausescu’ye dönüşüp dönüşmeyeceği saf bir soru." Andrei Ujica.

Resmi bir bakış açısından bakıldığında Nicolay Çavuşesku’nun Otobiyografisi, sadece var olan imajları kullanarak da belli bir tarihe odaklanmanın mümkün olduğunu gösteriyor. Bu filmde montaj iki katmanlı: Olmayan sahneler inşa eden mis-en-scene ve sahneleri birbirine bağlayan klasik kurgu. Müthiş bir sentatik emek...

Nicolay Çavuşesku’nun Otobiyografisi 1000 saatlik arşiv görüntüsünü bir araya getiriyor. Yeni bir film janrının doğuşuna tanıklık ediyor olabiliriz.

ORMANIN ARKASINDA

Denizli'nin Çamelili ilçesinin "sazcı koca ustası" çoban-müzisyen Hayri Dev'in hikayesi...

1990'larda Fransız etnomüzikolog Jérôme Cler'in keşfettiği Dev, sonradan Fransa'da ders vermeye kadar varan ününü, Cler'in eski eşi Gulya Mirzoeva'yla birlikte gerçekleştirdiği bu belgesele borçlu.

Bugün 80 yaşında çoban-müzisyeni ve yaşadığı köyü anlatan bu muhteşem film, özel gösterimler dışında Türkiye'de ilk kez seyirci önüne çıkacak.

ÖZGÜRLÜĞÜN ACI TADI

Özgürlüğün Acı Tadı, insan ruhunun cesareti ile ilgili bir belgesel.

Bir yandan dertli bir eş ve sevgi dolu bir anne olan Anna Politovskaya'nın kişisel ve dokunaklı hikayesini anlatan belgesel, diğer yandan da bir gazeteci olarak gerçeği arayış sürecini gösteriyor.

Anna, Rus haber dergisi Novaya Gazeta için çalışan yetenekli ve saygı gören bir araştırmacı gazeteciydi. Dünyayı başkalarının resmettiği gibi değil, gerçekte olduğu gibi görüyordu.

Kendi doğrularının peşinden gitmenin bedelini hayatı ile ödeyen bir kahramanın, 48 yaşında iken öldürülen Anna Politovskaya'nın hikayesi.

RENE

"Neden boktan hayatım bu hale geldi? Kimse bilmiyor. Tanrı bile. Tanrı tatilde ve porno okuyor." -René

Helena Trestikova, René'nin özgürlük ve hapishane arasında geçen 20 yıllık şanssız kaderini ham bir gerçeklikle kaydediyor. Kendini başarılı bir kaybeden olarak tasvir René'nin hayatı, Çek Cumhuriyeti ve sınırlarında meydana gelen önemli politik olaylara karşı gelişiyor.

Mor Devrim, başkanlık seçimleri, 11 Eylül olayları ve Çek Cumhuriyeti'nin Avrupa Birliği'ne girişi – bütün bunlar, René tarafından genelde çeşitli hapishanelerdeyken sindiriliyor.

SEYYAR SATICI

Bir adam külüstür arabasıyla bir köye ulaşır. Köyün otoritelerine uzun metrajlı bir film yapma önerisinde bulunur.

Bu filmde otoriteler de dahil olmak üzere sadece köyde yaşayan insanlar rol alacaktır.

Gezgin, film gösterime girene kadar sadece barınak ve yiyecek talep eder.

Öneri kabul edilir ve bir ay boyunca bu filmi yapmak köyün en önemli olayı haline gelir.

UNUTULAN ALAN

Denize hükmetmek, dünyayı mahvetmektir. Felaketler baş gösterene dek denizler unutulmuş gibidir. Belki de açık denizlere has en büyük felaket, küresel tedarik zinciridir. Bu durum dünya ekonomisini, sonu görünmeyen biçimde etkiler.

Bu belgesel, yük gemilerinin arkasındaki konteynırları, trenlenleri ve kamyonları izleyerek; işçileri, mühendisleri, planlamacıları, politikacıları ve küresel taşıma sisteminin marjinalleştirdiklerini dinliyor.

Hollanda ve Belçika'da topraklarını terk etmek zorunda kalmış çiftçilerle, Los Angeles'ta düşük ücretlere çalışan kamyoncular, Asya ve Avrupa arasında mekik dokuyan dev gemilerde çalışan denizciler ve düşük ücretleri ile tüm bu bilmecenin kırılgan anahtarı olan Çinli işçilerle konuşuyor. Bilbao'da deniz fikrinin ve ekonomisinin artık eski etkinliklerini yitirmiş en sofistike ifadesini keşfediyoruz.

ÜNİVERSİTE MEYDANI

Romanya'da Nikolay Çavuşesku'nun devrilmesinin ardından 1991 baharında, yeni rejimi eskisinin devamı olarak gören gençler ve muhalifler, Bükreş'teki Üniversite Meydanı’nı doldurmuş, haftalar boyunca buradan ayrılmamıştı.

Ta ki, hükümet devreye girip şiddete başvurana ve bazılarını öldürene kadar...

Kendileri de protestocular arasında yer alan yönetmenlerin gözünden bir başkaldırının güncesi...

VIDEOCRACY

Berlusconi'nin İtalya'da medya iktidarı üzeine bir film...

İtalya'da 30 yıldan fazla zamandır imaj tek bir kişi tarafından kontrol edilmekte. TV patronu ve Başbakan Silvio Berlusconi ticari televizyonun içeriğini İtalya'da daha önceden hiç olmadığı kadar etkiledi.

Televizyon kanalları, açık saçık kıyafetli genç kızlarıyla, birçokları tarafından onun zevkinin ve kişiliğinin bir aynası gibi olarak algılanmakta.

Videocracy'de İtalya doğumlu yönetmen Erik Gandin İtalyanların 30 yıldır karşı karşıya geldikleri televizyon deneyiminin sonuçlarını ortaya koyuyor. En etkili medya alemlerine girerek, olağanüstü bir hikayeyle İtalya 'TV Cumhuriyeti'nin korkunç gerçeğini gözler önüne seriyor.

Sıradaki Haberadv-arrow
Sıradaki Haberadv-arrow