hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    ‘Bana göre çok insan gerçekten az insan’

    ‘Bana göre çok insan gerçekten az insan’
    expand

    Yakışıklı, yetenekli, başarılı… Ama o, bu sıfatlara takılan biri değil. “Sıfatsız olsak olmaz mı? Sıfatsız, direkt Kaan desen yeter bana” diyor. Rutinden hoşlanmıyor. Ekranda ve sinemada farklı rolleri canlandırmanın peşinden koşuyor. Şimdilerde bir yandan da yapımcılık yapıyor. Hürriyet'ten Hakan Gence, Kaan Yıldırım’la buluştu; hayatını, kariyer yolculuğunu, ilişkisini ve bilinmeyenlerini konuştu: “Ara ara üzüldüğüm, sinirlendiğim, kendi içimde isyan ettiğim de oluyor. Ama sonra dönüp baktığımda, sonuçta ben kendimi, kendi yaşadığım hikâyemi biliyorum.”

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Kaan Yıldırım 10 yıldır işleriyle hayatımızda. Ama bu bizim ilk röportajımız. Zaten o da insanın kendini anlatmasının zor bir mevzu olduğuna inanıyor. Yoğun bir set gününün sonunda stüdyoya yüzünde kocaman bir gülümsemeyle geliyor. Bir filtre kahve alıyor. Sade bir yaşamı olduğu söylüyor, belki de bu sadelik onu daha çekici kılıyor. Kıvırcık saçlara, gülümseyince sevimli, ciddi bakınca sert bir havaya bürünen yüz hatlarına sahip. Başlıyoruz sohbete...

    *35 yaşındasın... Yakışıklısın, yeteneklisin, herkesin hayalini kurduğu bir hayat yaşıyor gibi görünüyorsun. Senin gözünden bakınca nasıldır Kaan’ın hayatı?

    Dört dörtlük hayat diye bir şey yok. Herkesin hayatında sıkıntılar, problemler, iyi-kötü günler var. Ama hayata biraz pozitif yönden bakmaya, elinde olanlarla iyi hissetmeye çalışmak ve pozitif düşünmek insanı biraz daha mutlu kılabiliyor. Tabii her daim mutluluk diye bir şey yok ama en azından daha iyi hissedebiliyorsun. Yoksa kafanı bir şeylere takmak istesen her zaman bir şey bulabilirsin. Hayat nereden baktığınla alakalı.

    ‘Bana göre çok insan gerçekten az insan’

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    *Çok söyleşin yok. Neden? Kendini anlatmayı mı sevmiyorsun, yoksa bu gizemli görünmek için verdiğin bir karar mı?

    (Gülüyor) Yok canım, menajerim Renda’yla (Güner) şimdiye kadar hiç imaj, şöyle tanıtım yapalım falan gibi şeyler konuşmadık bile. Hep iş odaklı ilerleyip mesleki yerden kararlar verdik. Onun haricinde dünyaya çok da anlatacak mevzum olmayabilir. Ara ara doğru zamanda, doğru kişilerle konuşmak yetiyor.

    *O halde dünyana yavaşça girsek... O dünyada neler var? Tutkuların, sevdiklerin, sevmediklerin...

    İşime dair tutkuluyum, iş odaklı bir yapım var. Tatiller hariç çalışmadığım zaman mutsuz oluyorum. Onun dışında spor yapıyorum. Çok fazla hobileri olan biri değilim.

    *Bir keresinde “Rutin düşmanıyım” demişsin...

    Rutinden çok hoşlanmam.

    *Hayatı sürprizlerle yaşayan biri misin?

    Rutinden iş hayatında hoşlanmıyorum aslında. Her gün aynı ofise gidip aynı sandalyede oturmak, bir ofis işi yapsam, beni sıkabilirdi.

    *Oyunculuğu seçmende bir sebep de bu olabilir mi?

    Tabii, oyunculukta rutinle daha az karşılaşıyorsun. Başka hikâyelerde, başka karakter yolculuklarında yer alıyorsun, bir sürü yeni insanla yolun kesişiyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    *Yeteneği bir kenara koyalım, isminin başına hep ‘yakışıklı oyuncu’ sıfatı geliyor. Sen isminin başına başka hangi sıfatları eklerdin?

    Sıfatsız olsak olmaz mı? Sıfatsız, direkt Kaan desen yeter bana.

    *Senin için “Eski zaman beyefendilerine benziyor, çok nahif” diye bir yorum okudum. Nahif misin gerçekten?

    Kendime “Evet, nahifim” demem biraz garip olur ama temiz bir kalbim olduğuna inanıyorum. Bunu yazan da onu görmüştür herhalde.

    *Bu sakin duruşu ve temiz kalbi neler yolundan çıkarır? Kırmızı çizgilerin nelerdir?

    Kötü niyet ve hadsizlik kırmızı çizgilerim. Sadece bana karşı değil, başkasına yapıldığında da aynı ölçüde sinirlenebiliyorum. Eskiden daha sinirliydim, zamanla törpülendim. Ama bunlar haricinde bana gelen her nötr veya pozitif yaklaşımda ben de gayet pozitif, neşeli biri olabiliyorum. Genel olarak da neşeliyimdir.

    Yoruma açık bir meslek

    *Hayatta dertlerin neler?

    Röportaj vermek büyük dert benim için Hakan (gülüyor).

    *Eyvah! Gerçekten mi?

    Çok büyük dert değil de, bayılmam yani. İnsanın kendini anlatması zor bir mevzu bence. Özellikle değişim ve dönüşüm yaşadığımızı göz önünde bulundurursak.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    *Yavaş yavaş ilerleyelim... Kafaya taktığın şeyler var mı mesela?

    Etrafta büyük bir sevgisizlik hâkim. Herkes bir taraf olmuş ve başkasına hiç tahammülü kalmamış halde. Twitter’a girdiğimde görüyorum; her konunun altında, o konuyla ilgili müthiş bir öfke, nefret, ötekine yani diğer fikre karşı acayip negatif bir yaklaşım var. Bu aslında tüm dünyada böyle. Eskiden de belki böyleydi ama sosyal medyayla hayatımızda bunu belki de daha çok görür, buna maruz kalır olduk. Bu durum biraz canımı sıkıyor.

    *Özellikle sosyal medyada, dediğin gibi, böyle bir hırçınlık varken böyle dönemde oyuncu olmak zor mu?

    Sadece oyuncu olmak demeyelim, yoruma açık bir meslek yapıyor olmak zor. Bundan etkilenmemek için oradaki pozitif ya da negatif bir yorum veya bir söze verdiğin değerin çok fazla olmaması lazım. Çünkü orada kimin, neyi, neden yazdığını, onu yazan insanın hangi yollardan geçtiğini, hangi doğrularla büyüdüğünü bilmediğin için aslında çok da ciddiye almamalısın. Mesela şu masaya elimle ritimli vururken bir videomu koysan “Aman Allahım ne yeteneklisin, harika bir insansın” yazabilirler. O yüzden ikisini de çok ciddiye almamak en sağlıklısı.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    *Peki, bütün bunların ortasında şöhret sana ne ifade ediyor?

    Şöhret bana hiçbir şey ifade etmiyor. O kadar sade bir hayatım var ki; şöhret vs. hiç böyle oturup oralarda dolanmıyorum.

    *İstanbul’da doğmuşsun. Nasıl bir ailede büyüdün? Annen ve baban ne iş yapıyordu?

    Babamın kendi firması var, ticaretle uğraşıyor. Annem de onunla beraber çalışıyor. Bir ablam var. O da ressam.

    *Londra’da pazarlama eğitimi almışsın. O nereden çıktı?

    Konservatuvar okumakla ilgili fikrim vardı. Ama oyunculuk bilinmeyen bir zemin, bizim ailede de bu işe vâkıf kimse yok. Aile işimizi devam ettirmek gibi bir düşüncem de vardı. O sebeple pazarlama okudum. Hatta yurtdışında bir firmada çalıştım, tecrübe kazandım ama bana göre olmadığını anlayıp kendi yolumu çizmeye karar verdim.

    *Sıkıldın mı biraz o işlerden?

    Evet, çok sıkıldım, ofis işiydi (gülüyor). Önce Prag’da, sonra aynı firmanın Türkiye şubesinde çalışmaya devam ettim ama olmadı.

    *Ve o dönemde Google’a oyunculuk kursu yazıp aradın…

    Aynen, bravo vallahi, o şirkette çalışırken Google’a girip ‘oyunculuk’ yazdım, bir kurs buldum. İş bitiyordu, çıkıp kursa gidiyordum. Bir kurs diğerini takip etti. Bu 1.5 sene kadar sürdü.

    *Sonra ajansa mı kaydoldun?

    Ajansa kaydoldum, deneme çekimlerine girdim. İlk ‘Kayıp’ dizisi, ardından ‘Ulan İstanbul’ geldi.

    *‘Ulan İstanbul’a düşük fiyatlı Oyuncu aradıkları için seni seçmişler…

    (Gülüyor) Ya, bir programda espri yaptım. Zaten o işe girerken de yeni bir isimdim, yeni isimlere daha az ödenir. İroni yaptım ben de. Sonrasında öyle başlıklar okudum ki… İnsan böyle şeylerden sonra konuşmaya korkuyor işte. Bunu söylesem böyle derler, şunu söylesem şuraya çekerler diye düşünüyorsun. Oysa bunun olmaması lazım, bence hepimizin bırakması gereken
    en önemli şey, otokontrol.

    *Sen bırakabildin mi?

    Kolay kolay kimse tam olarak bırakamaz. Bunu tam bırakıp açık olan ve içinde ne varsa söyleyen insana ya deli diyoruz ya da aynı düşünce yapısına sahip olmadığımız için yargılıyoruz. Çünkü seni hep bir kalıba oturtmak istiyorlar, çok enteresan.

    *Sen o kalıplara girdin mi?

    Çok girdiğimi düşünmüyorum.

    ‘Bana göre çok insan gerçekten az insan’
    İyi bir partner olduğumu düşünüyorum

    *Pınar Deniz’le birlikteliğiniz nasıl gidiyor?

    Çok süslü cümlelerle bu işleri anlatabilen biri değilim ama seni de cevapsız bırakmış olmak istemiyorum. Biz çok iyi anlaşan bir çiftiz ve çok güzel bir ilişki yaşıyoruz. Nazar değmesin deyip bu konuyu burada kapatalım.

    *İkinizin de setleri çok yoğun. Eve gelince iş devam eder mi, yoksa kapının dışında kalır, sizin için eğlenceli bir hayat mı başlar?

    İkincisi (gülüyor).

    ‘Bana göre çok insan gerçekten az insan’

    *Başlık vermeme yöntemini güzel çözmüşsün…

    (Gülüyor) Senin hayatında biri var mı Hakan?

    *’Cevap yok’ diyeyim! Peki “İlişkilerde verici bir insanım” demişsin. Nasıl bir partnersin?

    İyi bir partner olduğumu düşünüyorum. Sevdiğim her insana karşı verici, onun iyiliği için elinden geleni yapan biriyim.

    *Bu bir noktadan sonra hayal kırıklığı yaratabilir...

    Yok, karşındakinin onu algılayabilmesi, aynı ölçüye yakın bir şekilde onun da senin için iyi şeyler düşünebilmesi lazım. Bu sadece sevgilin olmak zorunda değil, dostun da olabilir. Suiistimal edildiğini hissediyorsan o zaman kendini geri çekebilirsin. Ama suiistimal edileceğim korkusuyla hiç vermeden yaşamak, o paylaşımı bırakmak bence doğru değil.

    *Çok dostun var mı?

    Çok yakın birkaç dostum var ama çok arkadaşım olsun, günde 10 kere telefon çalsın, toplu halde oradan oraya gidelim istemem.
    O kadar kişiyi yönetemem. Çok insan bana göre gerçekten az insan. O yüzden küçük ve sağlam bir çevrem var.

    Tekrar eden taraf beni hiçbir zaman çekmedi

    *Yapımcıların aradığı esmer, yakışıklı, kara yağız bir oyuncusun. Buradan yürüyüp yalıların yakışıklı çocuklarını oynamak yerine ‘Gelincik’ gibi bağımsız işleri ya da ‘Ulan İstanbul’ gibi kara komedileri seçtin. Bunlar tesadüflerle mi oldu, yoksa bu yolu kendin mi çizdin?

    Bunu fark etmiş olmana çok sevindim. Benim yapmaya çalıştığım ve zevk aldığım şey bu.Hep birbirine benzemeyen karakterler canlandırmak, farklı dünyaları olan işlerde yer almak istedim. Tekrar eden taraf olmak beni hiçbir zaman çekmedi. O yüzden de hep senaryosunda bana dokunan bir hissi bulduğum, bir önceki işimden farklı olan hikâyeleri seçmeye özen gösterdim. Böyle olunca kendimi daha mutlu ve yaptığım işe karşı tutkulu hissediyorum.

    *Yapımcılık yapmaya da başlamışsın…

    Evet. ‘Gelincik’te ve ‘Yok Artık’ serisinde ortak yapımcıydım. Yönetmen Can Ulkay’ın da dahil olduğu yeni bir oluşum, 5 kişilik bir şirketimiz var.

    Yeni projeleri orada üretiyoruz. Şimdilerde de bizi çok heyecanlandıran bir iş üzerinde çalışıyoruz.

    *Yeni işin devam ediyor. Senin için o hikâyenin çekici olan yanı neydi?

    ‘Sipahi’ bir aksiyon işi. Belli bir matematiği var, aksiyon izlemeyi sevenler için hoş bir dizi. Ben karakteri çok sevdim ve oynamak istedim.

    *Aksiyon sahneleri için nasıl çalışmalar yaptın? Atış, silah, dövüş dersleri aldın mı?

    Tabii, hepsi için güzel bir ön hazırlık süreci geçirdim.

    *Senin hayatında aksiyonun yeri nedir?

    Haraketli olmayı seviyorum genel olarak.

    Bir ilişkinin içinde ne yaşandığını kimse bilemez

    *Çapkın mısın?

    Dışarıdan baktığın zaman beni çapkın mı görüyorsun?

    *Yani magazinde çıkan haberlere bakınca öyle bir duruş var gibi…

    Magazini benden iyi tanıyorsun bence. Çapkın ne demek Hakan?

    *Bir gün onunla, bir gün başkasıyla takılmak gibi…

    Ben kimseyi yargılamam, kim nasıl istiyorsa öyle olabilir. Ama kendi özelimde şunu söyleyebilirim; ben hep ilişki yaşadım, ilişki kurmaya çalıştım. 10 senedir sektördeyim, yaşadığım ilişki sayısı belli, süreleri belli. İlişkiler başlayabilir, bitebilir ve bittikten sonra bu ne kadını, ne erkeği çapkın yapar. Ama var olan bir şey var ve bu hoş değil.

    *Nedir o?

    Bir ilişki bittiği zaman hemen, “Evlenmediler, ilişki bitti. O zaman adam çapkın, gözü dışarıda” diyorlar. Sanki her kadının nihai amacı beraber olduğu kişiyle evlenmekmiş gibi. Başka bir hayali ve önceliği olamazmış, bir ilişkiyi bitirecek gücü bile yokmuş gibi. Aslında kadını son derece yeren bir bakış açısı bu. Bu bakış açısını cinsiyetçi ve sığ buluyorum. İlişkiler başlayabilir, bitebilir. Önemli olan her aşamada saygıyı korumak.

    *Sence bu konularda hakkında çok önyargı var mı?

    Hakkımda olumlu ya da olumsuz çok yalan yanlış Haber yapıldı. Oysa çıkan haberlerin neredeyse hiçbiri benim hayatımda olmadı. Aslında önemli haberler de değiller ama inananlar olabiliyor işte. O da ister istemez bir önyargı yaratmıştır.

    *Bu mesleğin getirisi diye düşünenler de oluyor…

    Evet, öyle diyenler oluyor, eyvallah, mesleğin getirisi, kabul ama oturup uydurma haber yazmak da bana göre doğru gazetecilik değil.

    *Bu yalan yanlış haberlere üzülüyor musun?

    Yani ara ara üzüldüğüm, sinirlendiğim, ara ara kendi içimde isyan ettiğim oluyor. Ama sonra dönüp baktığımda sonuçta ben kendimi, kendi yaşadığım hikâyemi biliyorum. İlk yalan haberle uğraşan insan ben değilim, son da olmayacağım.

    *Herkesin hakkında fikir sahibi olduğu bir hayatta sağlıklı olmak için ne yapmak lazım?

    Kendi kendinle olan hesaplaşman, kendi vicdanın, kendi doğruların ve kendi yaşadıklarının önemine varmalısın. Başkaları ne söylüyor diye takılırsan ve tanınmış biriysen kafayı yiyebilirsin.

    Kendime güvenimi yakışıklılıktan almıyorum

    *Kendini yakışıklı buluyor musun?

    Bulmuyorum. Ama kendime güvenirim. Kendime güvenimi yakışıklılıktan almıyorum.

    *Saçlarının kıvırcıklığı gerçek mi?

    Gerçek kıvırcık. Dizide fön çekip düz yapıyoruz.

    *Ekranda da sık sık baklavalarını görüyoruz…

    (Gülüyor) Baklavalarım dönem dönem, spor yapabildiğim zamanlar çıkıyor. Bakma, 35 yaşımdayım artık, bu yaşta fit olmak beni mutlu ediyor. İşte, doğru beslendiğin ve spor yaptığın zaman etkisini görüyorsun. Ama şu an baklavan var mı
    dersen, yok; çok çalışmaktan ve düzensiz beslenmekten ötürü.

    *Kimileri senin için nahif diyor, kimileri seni çok seksi buluyor. Sence hangisi sensin?

    Yerine göre bence. Bu söylediklerinin ikisi de duygu ve insanın içinde hepsinden biraz var.

     

     

     

     

     

     

    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow