hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    CHP lideri Kılıçdaroğlu: 'Türkiye kendi tıbbi malzemesini ve ilacını üretmeli'

    CHP lideri Kılıçdaroğlu: Türkiye kendi tıbbi malzemesini ve ilacını üretmeli
    expand
    KAYNAKCnnturk.com

    CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu eczacılara seslendi, ilaç ve tıbbi malzeme teminindeki sıkıntılara değinerek, "Tıbbi donanım ve tıbbi malzeme piyasası dünyada büyük ölçüde oligopol bir piyasadır ve rekabet içinde fiyat ortaya çıkmaz, fiyatlar yüksektir. Yapılması gereken milli sanayimizi güçlendirmektir. Bu ürünleri Türkiye'de üretmektir. Bunu üretmenin yolu da üniversitelerin bilgi üretmesinden geçiyor. Bugün Türkiye ilaç tüketiminde dünyada 16. sırada ve kesinlikle ilaç sanayisinin de gelişmesi lazım" dedi.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "14. Türkiye Eczacılık Kongresi"ne katıldı. Kongrenin açılış konuşmasını Türk Eczacıları Birliği Başkanı Erdoğan Çolak yaptı. Çolak konuşmasında ilaç temininde yaşanan sıkıntılara değinerek şunları söyledi:

    "Döviz kurlarının yükseltilmesi, yüksek enflasyon ve faizle karakterize olan bu dönemde bazı ilaçların piyasaya kısıtlı verilmesi ve ilaç vadelerinin geri çekilmesi, ilaç temininde sıkıntıya yol açacaktır. İskontolarda azalma ve giderlerde artış ile karşı karşıyayız. Biz bu sorunun 2019 itibarıyla büyüyerek daha büyük bir mağduriyete yol açmasını bekliyoruz ve bundan da Türk Eczacılar Birliği ve halkın sağlık merkezi olan eczaneler olarak endişe duyuyoruz. Bunu da kamuoyuyla paylaşıyoruz. İlaçların temininde zorluk kuşkusuz eczaneleri etkileyen bir meseledir. Eczacı sonuçta topluma ulaştırdığı ilacı kendi öz sermayesiyle temin etmektedir. İlaç temininde zorluk aynı zamanda hastalarımızın da tedavilerinin gecikmesi veya yapılamaması anlamına gelecektir. Bizi endişeye sevk eden de asıl burasıdır. Kuşkusuz bu endişeyi paylaşan ilaç şirketleri de var. Onlar da bugün burada aramızdalar. Ancak paylaşmayanların ekonomik durgunluğun faturasını fazlasıyla eczacıya, dolayısıyla hastaya çıkarmasına mani olmak için her şeyin yapılması gerekmektedir. Biz 26 bin eczacıyla Türkiye'de ilaç ve eczacılık hizmetinin kesintisiz sürdürülebilmesi için elimizden gelen gayreti sonuna kadar sürdüreceğiz. Bununla beraber elimizden gelmeyenler konusunda hastaların sağlık hakkına, sağlık çalışanlarının güncel sorunlardan etkilenmemesi için desteğe ihtiyacımız var."

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Kılıçdaroğlu: Sağlık ve sosyal güvenlik Türkiye'nni temel sorunu

    Kongrede daha sonra kürsüye CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu geldi. Kılıçdaroğlu'nun konuşması satır başlarıyla şöyle:

    "Başkanı büyük bir dikkatle izledim. Elbette ki eczacıların sorunlarını da yaşanan ekonomik krizi de krizin faturasının kime çıkacağının önemli olduğunu da dile getirdi. Ben şuna inanırım. Bir sorun varsa, o sorunu çözmek için sorunun bütün parametrelerini dinlemek gerekiyor. O parametrelere göre sorunun çözümü gerekiyor. Ama sorunu nasıl çözeceğiz? Sorunu çözerken elbette ki hukukun başta anayasa olmak üzere, gelenekleri, törelerimizi dikkate almak zorundayız. Sağlık ve sosyal güvenlik öteden beri Türkiye'nin temel sorunlarına aday ve olmaya devam ediyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Önce kısaca bir hukuktan bahsedeyim. Anayasa değiştirilmesi bile teklif edilemeyen 2. maddede  diyor ki, 'Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal hukuk devletidir'. Yani Türkiye'nin demokratik, inançlara saygılı laik ve aynı zamanda bir sosyal hukuk devleti olduğunu söyler. Önce şu sorunun yanıtını arayalım: Sosyal devlet ne demektir? Biliyorum üzerine ciltlerce kitap yazılmıştır ama ben size Anayasa Mahkemesi kararından bir cümle okumak istiyorum. 1988'de verdiği bir kararda, Anayasa Mahkemesi sosyal hukuk devletini şöyle tanımlar: 'Sosyal hukuk devleti güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak, gerçek eşitliği yani sosyal adaleti ve toplumsal dengeyi sağlamakla yükümlü devlet  demektir.' Aslında en büyük güç devlettir ama devletin gücü, devletin içindeki dengesizlikleri dengelemektir. Yani güçsüzleri güçlülere karşı korumaktır. O nedenle biz sosyal devlet diyoruz. Sosyal devleti değiştirmeyi teklif daha edemiyoruz, Anayasa'da böyle bir düzenleme var. Sosyal devleti güçlü kılmak için kuşkusuz Anayasa'da bazı ek düzenlemeler de yapılmıştır. Nedir? Sağlık. 56. madde: 'Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir'. Yine 60. maddede sosyal güvenlikten bahseder: 'Herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir'. Yani sosyal güvenlik bir lütuf değil, o ülkede yaşayan herkes için bir haktır. Devlet bu güvenliği sağlayacak tedbirleri alır, gerekli teşkilatı kurar. Yani devlet güçsüzleri güçlüler karşısında korumak için her türlü önlemi alır, gerekli teşkilatları kurar. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Sorunlara bütüncül bir pencereden bakmak ve o çerçevede sorunları çözmek zorundayız. Siyasiler genelde sorunlara popülist anlayışla yaklaşırlar. Nereden daha fazla oy gelecekse o sorunlara eğilirler. Bütüncül bir anlayışla sorunu çözmek aslında devletin ve iktidarların görevidir. Onlar aklı egemen kılmak isterler. Nedeni devletin yapısı içinde  zaten hukukun öngördüğü kuralların geçerli olduğu varsayılır. Dolayısıyla popülist siyasetten uzak, akılcı politikalarla var olan sorunları çözmektir. Sağlıkta ve sosyal güvenlikte sorunlar ve bunların hangi başlıklar altında incelenmesi gerekiyor? Bir arada değerlendirilmesi ve incelenmesi gerekiyor. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Sağlık ve sosyal güvenlik sorununun 5 parametresini saydı

    Sorunu akılcı politikalarla çözmek isterseniz birden fazla soruna aynı zamanda eğilmek zorundasınız. Birincisi şu: Bir ülkede yaşayan bireyler açısından sosyal güvenlik ve sağlık sorununa bakacaksınız. İki, sağlıkta çalışanlar ve onların çalışma koşulları açısından bakacaksınız. Üç, tıbbi donanım ve tıbbi malzeme açısından bakacaksınız. Dört, ilaç sektörü ve ilaç kullanımı açısından bakacaksınız. Beş, sağlık harcamaları ve sosyal güvenliğin finansmanı açısından bakacaksınız. Eğer bu 5 parametreyi bir araya getirip, sorunu çözme konusunda bir irade ortaya koymuyorsanız, sorunu çözemezsiniz. Nitekim Türkiye'nin sağlık ve sosyal güvenlikte bu sorunlarını derinleştirerek sürdürmesinin temelinde, bu 5 parametreyi eş zamanlı ele almamak yatmaktadır. 

    Bu 5 parametre açısından soruna bakalım. Bir ülkede yaşayanlar açısından bakalım. 81 milyon. Anayasa ne diyordu?  'Herkes sosyal güvenlik hakkına sahip'. 'Türkler, şu inançtan olanlar, Türkiye'de yaşayanlar' demiyor. 'Herkes' diyor. Burada olan turist de aynı haklardan yararlanacak. Anayasamız evrensel bir kuralı benimsemiş. Sosyal güvenlikte evrensel kurallar sadece bizim belirlediğimiz kurallar değil, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) zaten bu kuralları asgari normlar olarak belirlemiş. 1950'lerde ILO bu kuralları asgari normlar olarak belirlemiş. ILO'nun 102 sayılı sözleşmesi var, sosyal güvenliğin asgari normlarıyla ilgili şunları söylüyor: 9 ayrı sigorta dalından söz ediyor. Sağlık, işsizlik, yaşlılık, iş kazaları, meslek hastalıkları, analık, maluliyet, ölüm ve aile yardımları sigortaları. Türkiye bu sözleşmeyi 1971 yılında parlamentoda yasalaştırmış. Türkiye 'ILO'nun 102 sayılı sözleşmesini uygulayacağım'. 8 sigorta dalı var, 9. sigorta dalı yok.

    Aile yardımları sigortasının uygulanmasını istedi

    Peki sosyal güvenliğin asgari normları neyi amaçlıyor? Bir insanın doğumundan ölümüne kadar gelecek endişesi yaşamamasını güvence altına alıyor. Ona bir asgari gelir ve yaşam standardı güvencesi veriyor. Bizde uygulanmayan sigorta hangisi? Aile yardımları sigortası. Diyeceksiniz ki, önemi ne? Önemi şu, emeklilik yaşı aşamalı olarak 65 oldu. Sıradan bir asgari ücretliyi düşünün. 55 yaşında, 65 yaşında emekli olacak. Patron dedi ki, 'Senin işine son veriyorum, yerine genç birini alacağım'. Gidecek iş arayacak, bir süre işsizlik sigortasından yararlanacak. Ne kadar 8-9, bilemedin yeni yasa çıktı 10, 15 ay. Gidecek iş aramaya, patron 'Sen yaşlısın' diyecek işe almayacak. Devlet, 'Sen daha gençsin emekli olamazsın' diyecek. Nasıl geçinecek bu kişi? O zaman devreye aile yardımları sigortası giriyor, bu nedenle çok önemli. 

    Sayın Başkan, eğer hastalarınıza, yurttaşlara bir sözünüz varsa, bu söz 'Önce aile yardımları sigortasını Türkiye'de uygulayın' demekle başlamalıdır. O zaman bu ülkede yaşayan hiç kimse bir gelecek endişesi taşımaz. Bunun sağı solu yoktur, bunun odağında insan vardır ve biz bu insanı korumak zorundayız. Kimliği, yaşam tarzı, inancı ne olursa olsun, sosyal devletin güvencesi altında vermek zorundayız. O nedenle aile yardımları sigortası bireyler açısından çok önemlidir. 

    'Faturayı önce ülkeyi yönetenler ödemeli'

    Şunu da düşünmemiz gerekiyor. Sağlık yardımları, sosyal yardımlar yetersizse, bir toplumda eşitsizlik, gelir eşitsizliği varsa en büyük faturayı yoksullar öder. Sayın Başkan dedi ki, 'ekonomik kriz var, faturayı kim ödeyecek?' Doğrusu şu olmalıdır: Faturayı yoksullar ödememelidir. Hiçbir sorumluluğu olmayan, oy kullanarak iktidar seçen halk faturayı ödememelidir. Faturayı önce ülkeyi yönetenler ödemelidir. Bir fatura çıkacaksa gelir gruplarına göre çıkarılmalıdır. Yani ekonomik krizle ilgili bir duruş sergilenecekse, geliri yüksek olanların daha ağır, orta gelirlilerin de daha düşük bir fatura ödemesi gerekir. 

    Yol parası olmadığı için tedaviye gidemeyip ölen kızı anlattı

    Devrek'te şeker hastası bir kızımız yol parası bulamadığı için gidip tedavi olamadı ve hayatını kaybetti. Türkiye'nin bu konuya dikkatini çeken de o kızcağızı tedavi eden Prof. Aslanoğlu oldu. Aslanoğlu sosyal medyadan şu mesajı paylaştı: "İçim acıyarak paylaşıyorum. Evet bizim hastamızdı. Ama evet 1 yıldan fazladır görmüyorduk ama altın kalpli bir babacığı ve anneciği vardı. Ama kolay mıydı iki kızı okutup, büyütüp, üretken bir vatandaş yapmak. O anne ve babanın çökmüş omuzları, ablanın gölge düşmüş gelinlik hayalleri... İnanamıyorum, inanmak istemiyorum. Türkiye'nin gerçeği. İsveç'te yüzde 85 sensör kullanılırken bizde yol parasından kontrole gidemiyor. Yazdım, yazdım, yazdım... Daha öğreneli 15 dakika oldu. Bilmiyorum, iyi mi ettim, doğru mu dedim, şimdi gidip ağlamak istiyorum.' 21. Yüzyılın Türkiye'sinde bu dramı yaşıyorsak hepimizin söyleyecek bir sözü olması ve korkusuzca onu söylemesi lazım.

    Acil  servislere başvuru sayısının yüksekliğinin nedenini açıkladı

    81 milyon vatandaşımız var ve Acil Servislere 130 milyon başvuru var. Gelişmiş ülkelerde nüfusun büyüklüğü açısından yüzde 30-40 arasında acil servis başvurusu varken, Türkiye'de yüzde 100'ün üzerinde yüzde 140'lara varan oranda acil servislere başvurusu varsa, oturup düşünmemiz lazım. Nedeni 6-10 TL katkı payı ödememek için. Peki bu yoksulların sözcüsü kim olacak, kim sahip çıkacak? Bu ülkede yoksulluğu yenmek zorundayız, yoksulluk bu ülkenin kaderi olmamalıdır. Hastaneye gidenler 14 ayrı katkı payı ödemek zorundalar. Bunun da düşünülmesi lazım. 

    Genel sağlık sigortası primini ödemeyenlere, 'Sağlık hizmeti vermeyeceğiz' diye düzenleme yapıldı. Seçimler geldi. Dediler ki, '31 Aralık 2018'e kadar uzattılar, prim ödemesen de sağlık hizmeti vereceğiz' dendi.  Peki bu tarihten sonra gencecik bir çocuğumuzu, prim ödemedi diye ölüme mi terk edeceğiz? Nasıl bir siyaset anlayışıdır, insana nasıl yaklaşılmaktadır?

    Sağlık çalışanları ve çalışma koşulları... Her sağlık çalışanı iyi koşullarda hizmet vermek ister. Odasının iyi olmasını, kullandığı donanımın iyi olmasını, iyi bir gelir elde etmek ve emekli olunca da insan gibi yaşamak ister. Ama bırakın sağlık çalışanlarını, kamuda çalışanların yüzde 90'ı böyle bir avantajdan tümüyle yoksundur. Sorunu bütünlük içinde ele alacaksak bu çerçevede bakmak gerekiyor. Siyasetçiler bazen işi kolaycılığa sürüklüyorlar. Popülist propagandanın getirdiği bir şey, hekimi suçlamak işin içinde en kolay unsur oluyor. Hekimi, eczacıyı suçladığınız andan itibaren, onları kendisini kurtaran bir kişi gibi değil, bir düşman gibi görmeye başlar. Bütün Cumhuriyet tarihi boyunca bir doktor şiddet dolayısıyla hayatını kaybetmemişken son 16 yılda 11 hekim hayatını kaybetti. Bu toplumun geldiği noktayı göstermesi açısından, hepimizin düşünmesi gereken bir konudur. 

    'Tıbbi donanım ve malzeme Türkiye'de üretilmelidir'

    Bir başka önemli nokta, tıbbi donanım ve tıbbi malzeme. Bunları üretenler ve tüketenler açısından yaklaşmak gerekiyor. Bu dünyada büyük ölçüde oligopol bir piyasadır ve sınırlı sayıda firmalar bu malzemeleri üretirler. Oligopol piyasada, serbest piyasada olduğu gibi rekabet içinde fiyat ortaya çıkmaz, fiyatlar yüksektir. Yapılması gereken milli sanayimizi güçlendirmektir. Bu ürünleri Türkiye'de üretmektir. Bunu üretmenin yolu da üniversitelerin bilgi üretmesinden geçiyor. Üniversiteleri bilgi üretmeyen bir toplumun büyüme şansı yoktur.

    Eşdeğer ilaç uygulamasını başlattığını anlattı

    Bir dördüncü alan ilaç sektörü ve ilaçların kullanımıdır. SGK'ya Genel Müdür olduğumda eczacı arkadaşlarla sık sık konuşurdum. O dönemin Eczacılar Birliği Başkanı da aramızda. Eşdeğer ilaç uygulamasını hiç duymamıştım bana eczacılar öğrettiler. Eğer Türkiye sömürü çarkından kurtulacaksa, eşdeğer ilaç uygulamasını yapmak zorundaydık. Başlattığım zaman gelip bana, 'Acaba bunu sonuna kadar götürebilecek misin, yoksa bir  süre sonra görevden alınacak mısın?' dediler. 'Kararlıyım sonuna kadar götüreceğim' dedim. Eşdeğer ilaç uygulamasında eczacılar sayesinde bu uygulamayı başlattık ve sonuna kadar götürdük. 

    Bugün Türkiye ilaç tüketiminde dünyada 16. sırada ve kesinlikle ilaç sanayisinin de gelişmesi lazım. Bunun için de üniversitelerin bilgi üretmesi lazım. Bir acı haber, İran üniversitelerinin ürettiği bilgi sayısı, Türk üniversitelerini son 2 yıldır geçiyor. O zaman dönüp şu soruyu sormak zorundayız, 'Nasıl oluyor da bizim üniversiteler bilgi üretmekte sürekli geriye doğru gidiyor ve hangi üniversiteler bizim önümüzde duruyor?'

    'Aktüerya çok önemli'

    Sağlık harcamalarının ve sosyal güvenliğin finansmanı... Bu yeni bir bilim dalının, aktüerya bilim dalının doğmasına yol açmıştır. Kişinin doğumundan ölümüne kadar olan süre içinde ona yapılacak harcamaların finansamı, alınacak primler hangi ölçüler içinde alınmalı ki risk karşılanabilsin? Ve sigorta şirketi de iflas etmesin. Aktüerya çok önemli. Belki çoğunuzun bilmediği bir gerçeği anlatayım: 12 Eylül darbesinden sonra devlette bürokrasiye bir standart getirildi. Bakıyorlar ki, aktüerya diye bir bölüm var, 'kapatın' diyorlar. Ondan sonra sistem kendisini finanse edemez ve bu konuda sağlıklı hesaplamaların yapılamadığı ve sistemin iflas etmesiyle karşılaştı. Türkiye ondan sonra aktüerleri yurt dışından getirmek zorunda kaldı. Şimdi bazı üniversitelerimizde aktüerya bölümleri var.

    İlaçlar, tıbbi cihazlar pahalı. Şehir hastanelerinde dolar bazında verilen güvenceler var, onlar da pahalı. Kamu için pahalı. Dolayısıyla sosyal güvenlik sistemi açık vermeye devam ediyor. Yeni Ekonomi Programı'nda açıklandı. 2017'de 16.7 milyar lira olarak öngörülen sosyal güvenlik açığı, 2019 yılında 39.7 milyar liraya çıkacak. Yine Yeni Ekonomi Programı'nda deniyor ki, 'Sosyal güvenlik harcamalarında 2.5 milyar lira tasarruf yapacağız'. Ben de  siz de merak ediyorsunuz, 2.5 milyar liralık tasarruf nereden olacak? Yine söyleniyor, 'Mali açıdan sürdürülebilirliği sağlamak ve kamu maliyesine olan yükünü azaltmak için sosyal güvenlik sistemi yeniden düzenlenecektir'. Emeklilik yaşı 65'e uzadı, prim ödeme gün sayısı 5 binden 7 bin 200'e çıktı, emekli aylığı düştü, peki açık neden büyüyor? Bir sözünüz varsa bu sorunun yanıtını isteyeceksiniz? Bunu her şeyden önce öğrenme hakkı eczacıların. Siz bu sorunun ana unsurlarından birisisiniz.

    Hukukun üstünlüğü ve demokrasi vurgusu

    Sorunların çözümü demokrasi ortamında olur. Demokrasi ortamında insanlar düşüncelerini özgürce dile getirirler. Bazen iktidar sahiplerinin, bazen de muhalif kesimin hoşuna gitmeyebilir ama sonuçta doğru doğrudur. Özgürce tartışma ortamında doğru yolu bulma gücümüz vardır. Bunun için hukukun üstünlüğü, düşünce özgürlüğüne sınırlama getirmeme, yargının bağımsız olması, hakimlerin açıkça tehdit edilmemesi, medyanın baskı altına alınmaması, Türkiye'nin bir çadır devletine dönüşmemesi gerekiyor. Çok tipik bir örnek vermek isterim; hapishaneler tıka basa dolu. Gazeteciler, milletvekilleri, avukatlar, öğrenciler, herkes var. Güçlü olanların tamamı dışarıda, hak arama gücü olmayanların tamamı içeride. Parası olanların tamamı dışarıda, parası olmayıp, avukat parası bile ödeyemeyecek olanların yüzde 99.9'u içeride.

    'Merkel, Trump, Macron, Suudi Kralı bir telefon açıyor...'

    Bir başka gerçek daha var, dışarıdan müdahalelere boyun eğen bir Türkiye var. Bu benim ağrıma gidiyor. Merkel bir telefon ediyor, gazeteciyi bırakıyor. Üstelik o gazeteciyi bıraktığınızda bir başka mahkemenin tutuklama kararını da eline tutuşturuyorsunuz. Gelen özel uçakla biniyor ve Almanya'ya gidiyor. Trump telefon ediyor, papazı rahatlıkla serbest bırakıyorsunuz. Çıkacağını 1 gün önceden Amerikan yetkilileri açıklıyor. Başka? Macron telefon ediyor, gazeteciyi serbest bırakıyorlar. Başka? Suudi Kralı telefon ediyor, Türkiye'de cinayet işleyenler rahatlıkla ellerini kollarını sallayarak dışarı gidiyorlar. Ağrıma giden budur. Demokrasi eğer gerçekten bu ülkede sağlıklı işleyebilseydi ve korku egemen olmasaydı, Türkiye'nin ayağa kalkması lazımdı. Türkiye bir çadır devleti değildir. 

    'Türkiye'nin çadır devleti görünümünden kurtulması lazım'

    1940'larda, 1990'larda bırakın cinayet işlemeyi, konsolosluklarda yapılan eylemler dolayısıyla konsoloslukların etrafı çevrilmiş, cinayet işleyen birisi Türkiye'de yargılanmış, cinayeti özendirenler yine konsolosluğun etrafı çevrilerek teslim alınmış ve yargılanarak mahkum edilmişlerdir. Amerika'da konsolos eşini arabadan atarak yaraladı diye yakalanır ve tutuklanır. Kanada'da eşine kötü davrandı diye başkonsolos alınır ve yargılanır. Bizde geliyorlar, cinayet işliyorlar, boğuyorlar, parçalara bölüyorlar, ellerini kollarını sallayarak yurt dışına çıkıp gidiyorlar. Ve Suudi Kralı telefon edip teşekkür ediyor. Niçin? Türkiye'nin çadır devleti görünümünden kurtulması lazım. 

    Marx'ın 'Dünyanın bütün işçileri birleşin' sözünü hatırlattı ve...

    Bu ülkenin aydınlarına sesleniyorum. Bu işin sağı solu yoktur. Demokrasinin sağı solu olmaz. Sağcıya da solcuya da inançlıya da inançsıza da A kimliğine de B kimliğine de demokrasi lazımdır. Kendi sorunlarımızı, kendi özgür irademizle çözmemiz lazım. Benim gibi düşünmeyenin de bana oy vermeyenin de konuşmaya, beni eleştirmeye hakkı vardır. Bunu yapmayarak baştan kaybediyoruz. Avrupa Parlamentosu'nda popülist siyaset üzerine konuşma yaptım.  Bir bölümünde 'Karl Marx İngiltere'de uzun yıllar yaşadı ve 'Dünyanın bütün işçileri birleşin' diyordu. Şimdi dünyanın bütün demokratlarının birleşmesi gerekiyor ve birleşmek zorundalar. Türkiye'nin ve dünyanın bütün demokratları birleşmek zorundalar. Demokrasiyi kendi ülkemize getirmek zorundayız. Birlikte yaşamak, düşüncelerimizi özgürce ifade etmek istiyoruz. Kriz var kimse korkudan konuşamıyor, gelip, 'Bizim derdimizi ne olur dillendirin' diyorlar. Türkiye'nin bu karabasandan çıkması gerekiyor. Bu görev bu ülkenin aydınlarına, birlikte mücadeleye düşüyor. Sağ sol kavgası yaparak değil, demokrasiye karşı olanlar demokrasiden yana olanlar, geldiğimiz nokta budur. Demokrasiden yana olanların el ele, gönül gönüle vermesi lazım. Önce şu demokrasiyi gerçek anlamda bir yerleştirelim ondan sonra sorunun çözümünde ben A  derim, öbürü Z der, öbürü başka bir şey."

    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow