Yılmaz Güney'in Türkiye'den kaçışının ilk kez anlatılan detayları! Canan Gerede: "Bir Kırmızı Kalemi İkiye böldük..."

Yılmaz Güneyin Türkiyeden kaçışının ilk kez anlatılan detayları Canan Gerede: Bir Kırmızı Kalemi İkiye böldük...
expand
KAYNAKhurriyet.com.tr

Oyunculuktan senaryo yazarlığına, yönetmenlikten ödüllere uzanan kariyerinde; Elia Kazan’ın Türkiye ziyaretinden Yılmaz Güney’in yurt dışına kaçışına kadar tarihi olayların merkezinde yer alan isim Canan Gerede. Peki, Gerede bütün bunları nasıl yaptı? Yılmaz Güney’in Türkiye’den kaçışında nasıl bir rol oynadı? İşte ilk kez okuyacağınız o detaylar...

Haberin Devamıadv-arrow
Haberin Devamıadv-arrow

Sanat dünyasının çok yönlü ismi Canan Gerede, tutkularının peşinden koşarak sinema ve belgesel alanında unutulmaz izler bıraktı. Oyunculuk eğitimi alan, senaryolar yazan, filmler yöneten ve ödüller kazanan Gerede, sinema sektörünün önemli isimleriyle çalıştı. Hatta Gerede, Elia Kazan’ın Türkiye ziyaretinden Yılmaz Güney’in yurt dışına çıkışına kadar pek çok tarihi olayın merkezinde de yer aldı. Peki Canan Gerede bütün bunları nasıl gerçekleştirdi? Yılmaz Güney'i Türkiye'den nasıl kaçırdı.  Hürriyet yazarı İhsan Yılmaz, Yılmaz Güney'in Türkiye'den kaçışının ilk kez anlatılan detaylarını köşesinde kaleme aldı. 

Yılmaz yazısında şu ifadelere yer verdi: 

Sinema dünyasının önemli adlarıyla çalışmış, Elia Kazan’ın Türkiye ziyaretinden Yılmaz Güney’in yurtışına kaçışına kadar pek çok olayda baş rolü üstlenmiş.

Anılarını kaleme aldığı Devrim Çiçeği kitabı onun hayat hikâyesi kadar yakın tarihin kültür ortamına dair ilginç tanıklıklarından oluşuyor.

Canan Gerede, babası diplomat Cemil Vafi’nin görevi nedeniyle 1943 yılında New York’ta dünyaya geldi. Annesi piyes çevirmeni Reşiha Akman Vafi.

Hayatı gibi eğitimi de çok kültürlü, çok dilli olmuş. İsviçre ve Venezuela Caracas’ta devam eden eğitimini New York’taki Amerikan Sahne Sanatları Akademisi’nde tamamlamış. Elia Kazan ile Actor Studio’da çalışmış. Adı ülkelere ve insanlara göre bazen Jeannie, Chanan ya da Djanan olmuş. Gördüğü rüyaların gerçekleştiğine tanık olmuş ve sinemayla bağını o rüyalar daha da güçlendirmiş.

Haberin Devamıadv-arrow
Haberin Devamıadv-arrow

Yılmaz Güneyin Türkiyeden kaçışının ilk kez anlatılan detayları Canan Gerede: Bir Kırmızı Kalemi İkiye böldük...

CHE GUEVARA İLE ÖLDÜRÜLEBİLİRDİM

Caracas’taki tiyatro okulunda ilk aşkını bulur Canan Gerede. Gecekondu semtlerinden gelen yetenekli sanatçı Rolando Peña’dır bu genç adam. Amerika’ya gidip kariyerine orada devam etmesi için ikna ettiği Rolando daha sonra Pop Art’ın kurucusu Andy Warhol’un ekibine dahil olup ‘Siyah Prens’ lakabını alan dünyaca ünlü bir sanatçı olur. Uzun yıllara dayanan, sağlam bir dostluğa dönüşen, New York ve Paris’te her fırsatta devam eden bir ilişkileri olur.

Hatta yıllar sonra New York’ta buluştukları bir gün şöyle der Rolando: “Regis Debray ve birkaç Fransız daha Bolivya’ya hareket ediyorlar. Che Guevera’nın yanında olmak, ordusuna dahil olmak üzere. Biz de gidelim mi?”

Küba’daki görevinden ayrılan Che devrim ateşini Bolivya’ya taşımak için yola çıkıyordu. Bu teklif karşısında çok heyecanlanmış ve hemen plan yapmaya başlamışlardı. Ne yazık ki onlar harekete geçmeden Che’nin ölümü haberini aldılar. Che’ye katılmaya başarsaydım bu anıları yazamayacaktım diyor Gerede.

Haberin Devamıadv-arrow
Haberin Devamıadv-arrow

Yılmaz Güneyin Türkiyeden kaçışının ilk kez anlatılan detayları Canan Gerede: Bir Kırmızı Kalemi İkiye böldük...


TÜRK TİPİ DEĞİLSİN HALK SENİ KABUL ETMEZ

New York, Paris ve İstanbul üçgeninde sanat dünyasının içinde genç bir oyuncu olarak kendini gösterdiği yıllarda annesinin tanıdıkları sayesinde Vasfi Rıza Zobu, Metin Erksan, Halit Refiğ, Atıf Yılmaz, Erdoğan ve Atilla Tokatlı gibi dönemin ünlü yönetmenleriyle tanışır. Ancak Atilla Tokatlı dışında hepsinden aynı cümleyi duyar: “Oyuncu olarak Türk tipi değilsin, halk seni kabul etmez.”

Gazetelerde çevirmenlik yapar, film şirketlerinde çalışır. Yurtdışından Türkiye’ye gelen çekim ekiplerine danışmanlık hizmeti verir. Ankara bir çekime gelen ünlü oyuncu Vanessa Redgrave’in kardeşi ve aynı zamanda İngiltere’de Devrimci İşçi Partisi’nin başkanı Corin Redgrave ile bu şekilde tanışır ve hayatının en tutkulu ve uzun süren ilişkilerinden birini yaşar.

Haberin Devamıadv-arrow
Haberin Devamıadv-arrow

İki kızının, Bennu ve Şiva’nın babası Dr. Selçuk Gerede ile 1968 yılında evlenirler. Nikâh şahitleri dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’dir. Atatürk’ün silah arkadaşı Hüsrev Gerede’nin oğlu olan Selçuk Gerede ile İstanbul ve New York’ta sinema ve sanat dünyasının merkezinde bir dönem geçirirler.

FİLM SENARYOSU GİBİ

Yılmaz Güney’in yurtdışında kaçışını en ince detayına kadar planlayan ve uygulayanların başında geliyor Canan Gerede. Paris’te ‘Afrique Asie dergisinin sahibi Simon Malley’in “Benim için bir şey yapmanı istiyorum. Cezaevinde yatan bir yönetmeniniz var, adı Yılmaz Güney. Onunla söyleşi yapmanı istiyorum” demesiyle başlıyor her şey.

Röportaj için gittiği Toptaşı Cezaevi’nde birlikte çalışmayı teklif ediyor Yılmaz Güney kendisine. Güney Film’de başlayan mesaisi karşılıklı güven ilişkisinin sonucunda Güney’in yurtdışına çıkarılmasını da kapsıyor.

Haberin Devamıadv-arrow
Haberin Devamıadv-arrow

Bir cezaevi ziyaretinde yurtdışına kaçışında kendisine yardım etmesini istiyor Gerede’den. Bayram günü ailesiyle görüşmeye çıktığında başlayacak planı kısaca şöyle anlatıyor: 

“Kaçışı denizden planlamıştım. Ben Yılmaz Güney ile buluşulacak yeri söyledim. Antalya’da Olimpos Hotel. Elia Kazan ile orada konaklamıştık. Yunan adalarına çok yakındı. Sakindi. Bir yabancı bulacaktık ve ona kırmızı bir kalemin yarısını verecektik. Kalemin yarısı Yılmaz Güney’de olacaktı. Bu bir işaretti. Otelde Yılmaz Güney’e kalemi verdiğinde, ertesi sabah harekete geçeceklerdi. Fatoş, küçük Yılmaz ve Yılmaz Güney deniz kenarında piknik yapacaklardı. Yatta Donat, Edi Hubschmid ve kaptan Joel onları bekliyor olacaktı. Yılmaz Güney denize dalıp yata yüzecekti. Fatoş ve küçük Yılmaz İstanbul’a dönüp oradan Zürih’e uçacaklardı. Elif ise pasaportunu bekliyordu. Yunanistan’a vardıklarında, Donat ve Yılmaz Güney, sahte kimlikle uçağa binip Marsilya’ya uçacaklardı.

O dönem Melina Mercouri Yunanistan’ın kültür bakanıydı. Edi ve Nihat Behram, Melina’ya gidip Yılmaz’ın durumunu açıkladı. Melina Mercouri, Jacques Lange ve Mitterrand ile temasa geçti ve Fransa Yılmaz Güney’i koruma altına almayı kabul etti. Zürih’e döndüğümüzde herkes üstüne düşen vazifeyi yaptı.”

Yılmaz Güneyin Türkiyeden kaçışının ilk kez anlatılan detayları Canan Gerede: Bir Kırmızı Kalemi İkiye böldük...

ELİA KAZAN ARKADAŞLARINI NEDEN İHBAR ETTİ

Canan Gerede’nin hayatında önemli yer tutan isimlerden biri de ünlü yönetmen Elia Kazan’dır. Ekibiyle İstanbul’a gelen ve ‘Amerika Amerika’ filmini Türkiye’de çekmek isteyen Elia Kazan’la onu babasının arkadaşı usta yazar Yaşar Kemal tanıştırır. Ne yazık ki film sansür kuruluna takılınca Kazan çekimleri Yunanistan’a kaydırır.

Bu olaydan birkaç yıl sonra Elia Kazan bu kez 12 yaşına kadar yaşadığı toprakları görmek, köyünü ziyaret etmek için tekrar gelir Türkiye’ye.

Kazan’ı Türkiye’ye bizzat dönemin başbakanı Bülent Ecevit davet eder ve geldiğinde de Başbakanlık konutunda ağırlar.

Elia Kazan’ın Türkiye’de ziyaret ettiği ilk isimlerden biri de o sırada Toptaşı Cezaevi’nde yatan Yılmaz Güney’dir.

Gezileri sırasında Elia Kazan’a McCarthy soruşturmalarında kurulan komiteye ifade vermesi ve burada kimi arkadaşlarını ihbar etmesini de sorar Canan Gerede. Bir sigara yakıp uzunca bir süre sustuktan sonra bunun nedenini şöyle anlatır:

“Kimse anlayamaz bu duyguyu. Ben önce Türk, sonra Rum’um. Ailem kaç nesil boyunca büyük haksızlıklar ve güçlüklerle karşı karşıya kaldı. Amerika’ya göç etmek için büyük mücadele verdiler. Ben 12 yaşımda gelebildim Amerika’ya. Bana devlet her türlü imkânı sağladı. Devlet imkânlarıyla en iyi okullarda okudum ve adam oldum. Beni Elia Kazan yaptılar. İçimdeki hırsı alevlendirdiler. Çok çalıştım ve neticesini aldım. Başka hiçbir ülke sana bu imkânı sağlamaz. Hayalini gerçekleştirebiliyorsun Amerika’da. Kendimi borçlu hissettim. Ben komünizme inanmıyorum ve bu son hareketlerle etrafın fena karıştığını gördüm. Gidişat iyi değildi. Evet, bütün tanıdıklarımı ele verdim. Buna mecburdum. Sonrasında ben de işsiz kaldım, nefretle karşılaştım. Her şeyin bir bedeli var.”

Sıradaki Haberadv-arrow
Sıradaki Haberadv-arrow