"Para değil, fikir biriktirdim"

Emekli Büyükelçi, CNNTÜRK Dış Politika Danışmanı Yalım Eralp, bilgisiyle imrendiriyor, müthiş enerjisiyle gençlere taş çıkartıyor! Akşam gazetesi dış politika üzerine yaptığı tespitleri hafta içi her gün merak, keyif ve ilgiyle takip ettiğimiz Eralp ile çocukluğundan başlayarak katiplikten büyükelçiliğe, dışişleri bakanlığı sözcülüğünden televizyonculuğa uzanan kariyerini konuştu.
70’lik bir delikanlıyla karşılaşacağımı biliyordum. Her sabah CNN TÜRK’te yayınlanan Haber Toplantısı programında kah Galatasaraylı Mehmet Ali Birand’ın koltuğunun arkasına Fenerbahçe atkısı koyarak, kah editör arkadaşının giydiği ceketin İbrahim Tatlıses tarafından nasıl beğenileceğine dair yorumlar yaparak, benim gibi sadık izleyicilerine ipuçları veriyordu. Yeleği, kol düğmeleriyle ama daha çok alametifarikası papyonunun hafif yan durmasıyla hafızanızda hemen beliriveren Yalım Eralp, Türk Dışişleri’nin önemli aktörlerindendir. Hindistan’dan ABD’ye, AGİT’ten NATO’ya tüm önemli duraklarda görev yapan Eralp, Dışişleri Bakanlığı sözcülüğü ve Mesut Yılmaz ardından da Tansu Çiller’e danışmanlık yapmıştır. Şimdi, birikimlerini televizyonun dışında üniversitede gençlerle paylaşıyor. 11 yaşında seçim haberlerini takip eden, 12 yaşında diplomat olmaya karar veren, Mülkiye’yi birincilikle bitiren emekli Büyükelçi Yalım Eralp’le söyleşimize buyurun…
1950 seçimlerini radyodan takip etmişsiniz…
1952’de de, annem ve babamla beraber Amerika’daydım ve oradaki 1952 seçimlerini de takip etme imkanı bulmuştum.
Nasıl bir çocuk sadece 11 yaşındayken seçim sonuçlarını bu kadar yakından takip eder?
Meraklıydım. Siyasete, dış politikaya ve dünyaya meraklıydım ama asla siyasete girmeyi düşünmedim.
Anneniz de babanızda akademisyen, politika konuşulur muydu evde?
Evde her vatandaş gibi politika konuşulurdu ama politize olmuş kişiler değillerdi. Filozof Bergson, zekayı ‘kişinin elleriyle bir şeyler yapabilme becerisi’ olarak tarif etmiştir; bu nedenle kendisini hiç sevmem. Ben, ellerimle hiçbir şey yapamam. Mesela, oğluma bir oyuncak aldığımda bir şey yapmam gerekse kırardım. Herhalde ‘ellerimle yapamıyorum, zihnimle yapayım’ diye düşündüm ve ilgi duydum. Ama yaramaz bir çocuktum.
Emin Çölaşan çocukluk arkadaşınızmış...
Emin’in rahmetli babası Meteoroloji Genel Müdürü’ydü, Ziraat Fakültesi’nin lojmanında oturuyorduk. Emin’le top oynardık. O zamanki Ankara farklıydı.
Hem o yokluk yılları hem de genç Cumhuriyetin idealizmi diriyken Ankara’da büyümüşsünüz, anlatır mısınız o yılları biraz?
Ben Sayın Başbakanımızın zannettiği gibi zengin bir aileden gelmiyorum; ‘monşer’ değil memur çocuğuyum. Hariciyenin çoğu da öyledir. Boğazımı hâlâ düğüm düğüm eden bir hikaye vardır, anlatayım; 1946 yılında annemin doçentlik tezini anlatma günü, kolokyum denilirdi o zaman ve açık yapılırdı. Gözümün önünden gitmiyor. Annemin pabuçlarının altı delikmiş. Bacak bacak üstüne atınca o delik görünüyormuş meğer. Babam koşarak gitmiş, pabuç almış; eğildi pabuçlarını değiştirdi, konuşmasını yapmadan önce. Biz böyle yetiştik. Hiçbir zaman bir odada ışığı açık bırakmazdık, hâlâ tıraş olurken suyu açık bırakmam.
"İYİ BARMENİMDİR"
İki kez Amerika’da yaşamışsınız…
Annem iki defa misafir profesör olarak görev yaptı ABD’de. İlk gidişimizde harçlığımı çıkarmak için gazetecide çalıştım. Cumartesi ve pazarları gazetelerin eklerini iç içe koyar 5 dolar kazanırdım. O iş 9’da biter, saat 10’da da bir eczanenin evlere servisini yapardım bisikletle. Şimdi de bisiklete iyi binerim o alışkanlık nedeniyle. Büyükada’daki yazlık evde hep bisikletle dolaşırım. İkinci gittiğimdeyse akşamları barmenlik yaptım; iyi barmenimdir.
11 yaşında siyasete meraklıydınız, Mülkiye’li olmaya da o dönem mi karar verdiniz?
Ya Mülkiye ya hukuk olacaktı.
Dışişlerinin gelenekçi yapısından söz edilir; ailenizde diplomat yoksa giremezsiniz diye anlatılır...
Benim dönemimde 12 kişi alındı; aileden diplomat 1 kişi vardı.
Öğrencilik yıllarınız ve sonrası öğrenci hareketlerinin, siyasetin çok sıcak olduğu bir dönem, nasıl uzak durdunuz?
Durmadım; 555K’nın içindeydim. Mülkiye basıldığında içindeydim; hatta arkadaşımız Altan Güven şakağından vurulmuştu, hastaneye götürdük; kendisi fark etmemişti, heyecandan. Askerliğim sırasında; 1. ve 2. Talat Aydemir darbe girişimleri oldu ve ben Ankara Zırhlı Birlikler’deydim. Rahmetli Menderes idam edildiği gün nöbetçi subaydım.
Kaderiniz sizi hep olayların içine çağırmış…
Her krizde yakınlarındaydım.
İçinizdeki diplomatlık merakı da böylece bilenmiştir.
Kriz çözmek önemlidir. Her şeyi eleştirebilirsiniz ama sonrası için bir çıkar yol göstermelisiniz. İngiliz diplomasisine hayranım. İngiliz diplomatına bir metin verirsiniz. İngiltere aleyhine bir karar tasarısıdır; başka hangi millete verirseniz “olmaz” diye masaya atar. İngiliz alır “bir inceleyeyim” der. Oraya iki tane değişiklik getirir ki siz metninizi geri çekersiniz. Diplomasi becerisi bence bu olmalıdır.
Peki, bu diplomatlık becerinizi sosyal hayatınızda kullanır mısınız? Mesela, sizinle tartışmak pek kolay olmasa gerek…
Eşime göre devamlı kullanıyorum. Bana göre vallahi kullanmıyorum; katiyetle! Ama şuur altına yerleşmiş olabilir ve ben, belki farkına varmıyorum. Nihayet insanım, hatalarım sevaplarımdan fazla olabilir. Amcam felsefe profesörüydü, onun etkisi çok ciddi olmuştur üzerimde. Fransız Kartezyen mantığıyla hareket ederdi. Örnek vereyim; Başbakan, “Müslümanlar katliam yapmaz” dediğinde, “Hıristiyanlar yapar” demiş gibi garip durum ortaya çıkar. O nedenle ben dilime çok hakim olmaya çalışırım. Beynimle ağzım arasındaki irtibatı mümkün mertebe kaybetmemeye dikkat ederim. Televizyonda da her şeyi en basit haliyle anlatmaya çalışırım.
Meslek hayatınız oğlunuzla ilişkilerinizi nasıl etkiledi?
Bana çok kızdığı zamanlar oldu. Özellikle Dışişleri sözcülüğü yaptığım zamanlar; internet yoktu, basın farklıydı ve her önüne gelen telefon edip bir şey sorardı. Dolayısıyla çok yoğun çalıştığım dönemlerde bana çok kızdı ama o da artık baba.
Sizin gözünüzde hâlâ çocuktur, değil mi?
43 yaşındaydım, Dışişleri sözcüsüydüm ve annemi cebime gizlice 10 lira koyarken yakaladım. “Ya olacak şey mi bu!” dedim; aynı şeyleri oğluma yaptım. Babam, “baba olunca anlarsın” demişti, şimdi oğlum da baba oldu, zannedersem beni anlıyordur.
Oğlunuz Aydın Eralp da dışişlerinde mi?
İş Yatırım’da ekonomist. Hiç heveslenmedi diplomatlığa, ben de hiç teşvik etmedim. Devlet memurluğu kolay bir şey değil. Emniyetli gibi düşünülür ama ben saygınlığımı korumak için çok mücadele ettim. Bakanlığımla aramın açık olması pahasına saygınlığımı kaybetmedim.
Çalıştığınız bakanlardan Gündüz Ökçün, size “vatanı satıyorsun” diye takılırmış…
Bunu çok sık söylerdi, bir gün bunu bakanlığa yeni girmiş memurların yanında yaptı, dedim ki; “Sayın Bakan, diyelim ki satıyorum. E, siz de bildiğinize göre hakkımda niye bir şey yapmıyorsunuz?”
Siz büyükelçiliğiniz döneminde en iyilerinde görev yaptınız bu şehirlerin. Mülkiye’yi de birincilikle bitirmişsiniz. Başarıya endeksli biri misiniz?
Hayır. Şu anda Kültür Üniversitesi’nde ders veriyorum; kendimi paralayarak, öğrencilerin boğazına sarılarak anlatıyorum; çok iyi hazırlanarak gidiyorum derslere… Bir şeyi yapıyorsan, iyi yapacaksın. Evvela kendimi tatmin etmek için yaparım. Bu bakımdan fevkalade egoistim. Bunu annemden-babamdan ve amcamdan öğrendim. Bilmediğim şeyi de çok rahatlıkla, bilmiyorum derim.
Günde 3 paket sigara...
Bu taktik duygusal meselelerde işe yaradı mı? Çok akılcı görünüyorsunuz.
Akılcı görünürüm. İkizler burcuyum ve galiba iki kimliğim var. Sıfır hatayla çalışmaya gayret eden biriyim ama özel hayatımda aklımı bir şapka gibi devlet dairesinde bırakıp çıkan biriyim…
Var mıydı çılgınlıklarınız?
Bir ara oldu öyle bir dönem; Ankara barları beni iyi tanır. Eski eşimden ayrı olduğum sırada feneri nerede söndürdüğümün belirsiz olduğu 4-5 yıllık bir dönemim oldu.
Siyasetçilere danışmanlık döneminize mi denk geliyor?
Evet, bunun sebeplerinden biri Tansu Hanım’dı. Gece 2’de telefon eder “uyuyor muydun” derdi. Bir keresinde “Hanımefendi tabii ki, majesteleri uyumadıkça, kulları uyuyabilir mi? Yahu Hanımefendi, Türkiye’de herkes uyuyor, niye uyumayayım” demişim. Tansu Hanım, aklına geleni hemen yapmak isterdi. E, gece 2’de uyanınca, evde de yalnızım, bir yerlere gideyim derdim…
Büyükelçilikten emekli oldunuz ama çalışma hayatınız aynı süratle devam ediyor. Bir gününüz nasıl geçer?
Hafta sonu genellikle Ada’dayız. Bir briç grubumuz var, eşimle birlikte briç oynarız. Eşim beni sinemaya sürüklediği zaman giderim. Konsere sürüklediği zamanlarda da konsere giderim. Ama düşünün 70 yaşındayım; Allah’a şükür emeklilik nedir bilmedim çünkü sabah 05.30’da kalkarım. Jimnastik yaparım, az bir kahvaltı, köpeğimizi gezdirip pipomu içerim. Saat 8’de araba gelir, televizyona gelirim. Çok saygı duyduğum insanlarla beraberim. Salı günleri Kültür Üniversitesi’ne gidiyorum. 7-8 saatlik yoğun bir ders programım var.
Spor yapıyorsunuz ama genetik mirasınız da sağlam herhalde…
Kilo almamak için ciddi diyet yapıyorum. Babam bir tepsi börek yerdi, bir kilo almazdı; tepsi değil iki dilim börek yiyeyim, ertesi gün kilo alırım. Çok uzun zamandır tatlı yemiyorum ama akşamları bir duble rakımdan vazgeçmem. Veya bir duble viski içerim. Viskiyi de kendime inandırdım; biliyorsunuz damar sağlığı için gerekli.
Pipoyla ilişkiniz de çok sıkı… Sigarayı bırakıp pipoya başlayanlardan mısınız?
Yok, ben pipoyla başladım ama bir dönem sigarayla beraber içtim. Başbakan danışmanlığı büyük stresli bir iştir, Tansu Hanım da hiç kolay değildir. Tansu Hanım’a danışmanlık yaptığım dönemde, günde 3 paket sigara ve pipo beraber gitti. Bir hanım arkadaşım; ismini vermeyeceğim, tanınmış bir kalp doktoruna götürdü beni. Bir aleti 24 saat vücudunuzda tutuyorsunuz, ertesi gün gittik, baktı doktor; “işte” dedi “sigara içmeyen adamın ciğeri böyle olur”. Yanımdaki hanım da “Saçmalama yahu! Deli misin? Herif baca gibi tütüyor” dedi. Yeni kurallar gereği iş yerinde içemiyorum ve bu kurallar evde de aynen devam ediyor.
Pipo da uzun ritüelleri olan bir şey, evde zor olmuyor mu?
Anlatamıyorum ki, işkence gibi, balkona çık, kapıları kapa... Köpeğimizi gezdirmek için sokağa çıkarken, tasmayı almadan pipolarımı alıyorum ve öyle çıkıyorum sokağa.
Monşer meselesi
Artık televizyoncusunuz, takip ediyor musunuz diğer kanalları?
Tabii, televizyonlar her haliyle Türkiye’yi yansıtıyor. Şimdi CNNTÜRK’ün ayrı bir yeri var, başka bir kanalın ayrı; dizilerin ayrı, evlilik programlarının ayrı.
Evde dizi izleniyor mu?
İzlenmez olur mu? Behlül ile Bihter’i izlememek mümkün mü? Benim de ‘Arka Sokaklar’ hoşuma gidiyor. Dinlendiriyor insanı diziler. İçlerinde, mesaj verenler ve gerekli olanlar olduğu gibi, yararlı olmayan programlar da var; evlendirme programları gibi.
Şimdi sizi tanıyan herkesi heyecan basacak… Son olarak, Başbakan’la aranızda polemik olan şu ‘monşer’ konusunu anlatır mısınız?
Geçen gün arkadaşlarla toplandık, birbirimize ‘monşer’ diye hitap edip güldük biraz. Azizim demek ama artık başka bir anlamı var.
Aristokratlık iğnelemesi mi?
Aramızda da aristokrat yok… 8 emekli büyükelçi toplandık; yılbaşında, paramıza göre ne yapabiliriz diye plan yaptık ve Polonezköy’e gitmekte mutabık kaldık. Aramızda aileden parası olan belki vardır ama herkes birbirini biliyor. Ha, fikir zenginliği derseniz var! Mal, mülk zenginliği yok. Bilgi birikimi var; para birikimi yok.
Köşe yazarlığı da yaptınız bir ara; gazeteci olmayı da düşünmüşsünüz, nasıl bir gazeteci olurdunuz?
Profesyonel gazeteci olsaydım yırtıcı bir gazeteci olurdum. Saatleri geri çevirebilsem neler neler yapardım…
Neler yapardınız?
Söyleyemem. İçinizde ukde kalmıyorsa yaşamamışsınız demektir. Benim de çok var.
Kitap yazmayı düşünüyor musunuz?
Biraz yazdım, 200 sayfa kadar. Dinlendiriyorum. Tekrar düşünüyorum; belki de ölümümden sonra basılması daha hayırlı olabilir.
Niye, içinde bazı insanları üzecek şeyler mi var?
Evet olabilir.
50 yıldır papyonlu
Kostümleriniz çok şık. Türkiye’de pek yaygın olmayan papyona meraklısınız. Resmi törenlerde smokin giymekten kalan bir alışkanlık mı?
Hayır, Mülkiye’deyken başladım papyon takmaya. Bir dönem papyon ve kravat birlikte gitti, sonra isyan ettim ve şu an taktığım papyon da dahil birçok kravatı terziye verip papyona çevirttim. Nedense seviyorum…
Yeleğiniz ve kol düğmeleriniz de şıklığınızı tamamlıyor.
Aman efendim, siz eşime sorun; “gene çuval gibi geziyorsun” diyor. Yardım de etmiyor, ben kombinasyonları yapıyorum ve bir de itirazlarla karşılaşıyorum. Ama bu üzerimdeki kostümün tamamı eşim tarafından alınmıştır. Kol düğmesi alışkanlığım da Mülkiye döneminden kalma, severim.
Kıyafetinizin dışında da eleştirileri oluyor mu eşinizin?
Bir kez; Haber Toplantısı yayını sırasında Guinness Rekorlar Kitabı’na giren, bir oturuşta 75 hamburger yiyen Japon’dan bahsedildi. Bunu duydum ve “o ha!” dedim; yayın bitti, telefon çaldı, açtım; “sana o ha, bu söylenir mi” dedi eşim. Ve bunu yapması iyi bir şey, ben alınmadım.
Evde bir RTÜK var yani…
Mehmet Ali (Birand) de söyledi “bu o ha yüzünden RTÜK kapatabilir” diye, dedim ki “RTÜK’ten daha erken bir uyarı sitemim var”.
Light Fenerliyim
İyi bir futbol taraftarı mısınız? Birand’a yaptığınız Fenerbahçe atkısı şakasını hatırlıyoruz…
Light Fenerliyim. Böyle dediğimde Cengiz Çandar çok kızıyor.
Ne demek light Fenerli?
Fenerbahçe yenilince üzülüyorum ama saçlarımı yolmamayı öğrendim. Çünkü o milyarlar alan ve yenilen sporcular, Reina’ya gidip eğlenebiliyor. 5 kuruş almayan seyirci evde ağlıyor. Yenilince elbette kızarım, üzülürüm ama o kadar.
Kaynak: Akşam gazetesi Pazar eki
SON DAKİKA
EN ÇOK OKUNANLAR
Antep Fıstığı Nasıl Yetişir? Türkiye’de En İyi Nerede Yetişir ve Nasıl Yetiştirilir?
Bilim insanları ortaya çıkardı: Bu tam olarak cinayet!
Eğitim hayatları da birlikte geçti: İkizler doktor oldu
Gözaltına alınmamak için yaptıkları şoke etti! Vurularak yakalandı
2 bin yıl sonra ilk kez seyirciyle buluştu