hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    Küresel yalan rüzgarı...

    Küresel yalan rüzgarı...
    expand

    Önce Armstrong skandalı patladı. Tam kariyerinin yeni bir zirvesine doğru bisikletten triatlona doğru koşarken, doping kullandığı ortaya çıktı.

    Kendisi için çok rahat "efsane" diyebiliriz. 6 kere üst üste Tour De France'ı kazandı çünkü. Zaten kendisi de Oprah Winfrey'e röportaj verdi.  "Doping yapmadan 6 kere bu madalya alınmaz" dedi. Arkasından pek çok bisikletçinin "biz de doping kullandık itirafı" geldi. Kim gerçekten şampiyon kim gerçekten değil kafalar karıştı. Pek çok kişinin "idol" bellediği figürler birer ilaç deposu gibi görünmeye başladı.

    Sonra bambaşka bir sektör yiyecek içecek sektörü at eti skandalıyla sarsıldı. 7 Şubat günü İngiltere Yiyecek standartları ajansı, tüm süpermarketlerde satılan üzerinde yüzde yüz dana eti yazan lazanyalarda aslında dana değil de at eti bulunduğunu açıkladı. Et yalanı sadece İngiltere ile sınırlı değildi. Avrupa'nın diğer 16 ülkesinde de, pek çok dondurulmuş et ürününde dana yerine at eti kullanıldığı tespit edildi. Skandala karışmadık ne Ikea'sı kaldı ne Tesco'su.

    Avrupalılar elbette at eti tüketiyor hem de Fransa'da gurme yemekleri sınıfında at eti yeniyor. Ancak olayın skandal olarak tanımlanmasının nedeni, at eti konan ürüne yüzde yüz dana eti ibaresinin konulması. Yani göz göre göre, bilerek  ve isteyerek tüketicinin kandırılmış olması. Zaten ekonomik krizle bütçesi daralmış Avrupalıların bir de bu şekilde kandırıldıklarını öğrenmek hiç hoşlarına gitmedi. Üzerine Amerikalıların da Avrupalılara "hani obez bizdik. Siz pek sağlıklı besleniyor, pembe tombul yanaklı çiftçilerinizin ürettiği pek sağlıklı besinlerle sağlıktan ölüyordunuz" diye bıyık altından gülmeye başlamaları hiç ama hiç hoşlarına gitmedi. (bkz. 26 Şubat’ta  Washington Post’da yayınlanan, Edward Cosy’nin “Horsemeat scandal dents European culinary self-image” haberi)

    Ancak bu skandalın alevi daha harlanırken bu kez Amerikalılara gülme sırası Avrupalılara geçti. Standart bir Amerikalının bira değince aklına ilk gelen marka Budweiser'ın da yalan söylemiş olabileceği şüphesi doğdu. Şirketin işten çıkarılan eski çalışanları gözlerini yumup ağızlarını açtılar ve "budweiser biradaki alkol oranı konusunda yıllarca yalan söyledi. Budweiserlara su katıldı" itirafını yaptılar. Şu anda ABD'de, aralarında Pennyslyvania ve California'nın da bulunduğu pek çok eyalette Budweiser aleyhinde dava açılmış durumda.

    Küçük "beyaz " bir yalan da Amerikan Ordusundan 26 Şubat akşamı geldi. Ordu Afganistan'tan peyderpey çekilmeyi sürdürürken, hazırladığı yıllık raporlardan birinde Afganistan'da saldırıların 2011 yılından 2012 yılına kadar büyük ölçüde azaldığını ifade etmişti.

    Ordu bu beyaz yalanı Reuters'a yaptığı açıklamada kendi itiraf etti. "Bütünde Afganistan için tabloyu değiştirmez. Ama hata yapmışız saldırıların oranı sandığımız kadar düşmemiş" deyiverdi ordu sözcüsü.

    Devletler "krizden ha çıktık ha çıkacağız" diyor. Kriz bir türlü bitmiyor. Dana eti diye at eti satılıyor, bira devleri biraya su katıveriyor. Sporcular "evet hile yaptım ne var bunda" pervasızlığında. Ordular saldırıları yanlış saymışız deyiveriyor. Bir dakika bir küresel dürüstlük sorunuyla mı karşı karşıyayız?
    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow