hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    "Adaletsiz röportaj!"

    Adaletsiz röportaj
    expand

    Sayfalarca belge ve mektup... Yüzlerce obje, kutu, çekmece... Hepsi takıntılı bir hayal gücünün ürünü olarak bir arada. Tarif ettiğimiz yer, ünlü belgeselci Alan Berliner'in arşiv odası.

    Alıştığımız odalara da arşivlere de benzemiyor.

    Çekmeceler dolusu büyük dolaplarda yalnızca sesler depolanıyor örneğin.

    Silah sesi... Ördek sesi... Helikopter sesi...

    Dijital arşive ihtiyacı da yok, tahammülü de.
     
    Belgeselleri de alışkanlık ürünü değil.

    1996 yapımı "Nobody's Business"ta babasıyla yaptığı uzun sohbete ve yüzleşmeye davet ediyor seyirciyi.

    2001'de, telefon rehberinden kendisiyle aynı adı taşıyan 12 kişiyi bulup bir yemek masasında buluşturuyor. Masada konuşulanları "Sweetest Sound"dan öğreniyoruz.

    Yani hikayesinin öznesi de gözlemcisi de kendisi. Hayatında olanlar, hısım-akrabalar, hastalıklar, telefon rehberindeki adaşlar...

    Berliner, Documentarist 2013'ün onur konuğu. Nazlı Çapar, içeriden hikayeler anlatan bu adamı film negatifleriyle sarıp sarmalamadan hemen önce; gezi protestosunun kaosa dönüştüğü gün, sabah erkenden neredeyse iki biber gazlı müdahale arasında sohbet ettik.

    Röportajın manşetine gelince...

    Bir yönetmen, bana, belgeselcinin anlattığı portreyle arasına mesafe koymasının imkansız olduğunu söylemişti. Kendi hayatınızdan bildirdiğiniz düşünülürse, sizin için de mesafe meselesi var mı?

    İlginç bir soru,  çünkü genelde filmin öznesi de yönetmeni de benim. Insomnia ile ilgili bir belgesel yaptım. Yatakta sağa sola dönüyorum, uyuyamadığım için deliriyorum. Kendi kendime, "Cehennem bu" diyorum. "Neden bu işe giriştim?" Ama yönetmen olarak da, "Bu harika. Biri gerçekten uyuyamadığında neler olur, anlatabiliyorum" diye düşünüyorum. Ben kişisel hikayeler anlatıyorum. O yüzden hissettiklerimi dengelemem gerek.
     
    Her birimizin hikayesi anlatmaya değer mi? Yoksa Tolstoy'un dediği gibi kendine özgü olan yalnızca mutsuzluk mu?

    "Mutlu şair yoktur" derler. Genelde duygular, ifadeler karanlık bir dünyaya dairdir. Galiba hayatta da böyle. En etkileyici sanat ürünleri karanlığın içindeki aydınlığı bulabilenler tarafından ortaya koyulmuş. Sonunda bizi insan yapan iyinin içindeki kötüyü fark edebilmek ya da tam tersini...

    "Nobody's Business"ta "Ben önemli biri değilim ki, neden benden etkilensin insanlar?" diye soran babanıza, "Senden, sen olduğun için etkileniyorlar" diye cevap veriyorsunuz. Kendisi gibi kalarak sizi etkileyen kim var?


    İçinde tutku olan her hayat beni büyüler. Babamla ilgili belgesel sıradanı anlatır. Pek çok insan sinemaya "mikrofonu icat eden" ya da "kansere çare bulan insan"ı görmek için gider. Ama sıradan bir hayattan öğrenilebilecek çok şey var. Kendilerini çok güçlü görmezler. Babam belgeselin yapılmasına direnirken aynı zamanda kendisiyle ilgili daha çok şey ortaya koydu ve bunu fark etmedi. Neden bahsetsek, "Bu kimin umurunda? Tüm bunlar saçmalık!" deyip durdu ama onun portresi de buydu. Çok dürüsttü. Bir anti-kahraman! "Benim hakkımda bir film yapılıyor ama örneğin Türkiye'deki insanlar bunu umursayacak mı?" diye düşünüyordu. 12 yıl önce vefat etti ve hala onunla ilgili inanılmaz yorumlar alıyorum.

    Ya oğlunuz da bir gün ikinizle ilgili bir belgesel yapmak isterse...

    Güzel fikir! Oğlum 9 yaşında. Benim, stüdyoma geldiğinde "ilk kez bisiklete bindiğin, okula gittiğin günü görmek ister misin?" diyorum. Her anının kaydı var ben de. Onun gözünde sihirbaz gibiyim. Benimle ilgili bir belgesel yapmak isterse, yalnızca bir portreyi değil, aramızdaki ilişkiyi anlatmasını isterim. Benim babam, oğlunun sorularına direniyordu. Aile hikayemizi anlatmasını istediğimde, "Bilmiyorum, umursamıyorum, anlatmak istemiyorum" cevabını alıyordum ama bu benim de hikayemdi aslında. Yani oğlum "Nobody's Business 2" gibi bir iş yaparsa çok sevinirim.

    Arşiviniz inanılmaz... Hiç bilmeyenler için anlatın lütfen, ne durumda? Dijitalize ettiniz mi?


    Hala büyüyor ve iyi durumda ama artık yer kalmamaya başladı. Yaptığınız iş kadar onu nasıl yaptığınızda önemli. Tek büyük kriterim, düşünce hızıyla hareket edebilmem. On yıllarca biriktirdiğim objelerin izini sürmek kolay. Bir şey arıyorsam onu nerede bulacağımı bilmeliyim.

    Odaya girince ayakkabıları çıkarıyorsunuz. Yan yana 5 dolap, 108 çekmece var. Her çekmecede isim yazar. Birinde "girilmez" yazıyor mesela. O çekmeceyi açtığınızda köpek havlıyor. Aynı anda, istediğin kadar çekmece açabilirsin. 2... 10... 50... İşte o zaman kalabalık bir orkestra gibi oluyor. Soundtrack yapan arkadaşlarım için iyi bir kaynak. Belgeselde duyduğunuz sesler de bunlar. Bunun gibi 2 bin kategori var. Ayrıca dünyanın her yerinden toplanan dergiler, gazeteler, objeler, fotoğraflar...

    Dijital devrim işinizin ruhuna aykırı mı?

    Ben iş adamı değilim. Bir şey satmıyorum. Yaptığım tek şey işime destek olacak materyali yaratmak. İnternette kaybolurdum. Hala gazeteyi satın alıp okumayı, kağıdı hissetmeyi seviyorum.

    Bir röportajda "Hatıralar hayatın tutkalıdır" diyorsunuz. Sizin hayatınızı bir arada tutan en  güçlü hatıra ne?

    İyi h var. Hepsi hayatımı birarada tutuyor. Oğlumun doğumu, evlendiğim gün var ama annemlerin boşanacaklarını söylediği gün de var. Bir ay boyunca hastanede yatmak zorunda kaldığım dönem de var. Hepsi hayatı birarada tutan yapıştırıcılar. "First Cousin, Once Removed" belgeselinin sonunda kuzenime ne istersen söyleyebilirsin dedim ve o da bana, "Nasıl unutacağını hatırla" dedi. Çünkü alzaimer nedeniyle hafızasını kaybeden biri söyledi bunu. Film hafıza kaybı ile ilgiliydi ama aslında unutmayı öğrenmekle de ilgili olduğunu fark ettim. Kalp kırıklıklarını, kaybettiklerimizi unutmakla ilgili. Eğer bırakmayı ve unutmayı bilmezsen delirirsin. Hepimiz için bize kimlik veren şeyleri hatırlamak önemli ama unutmak da önemli.

    "Nobody's Business" insanların kendi ailelerini araştırmaları, deşmeleri için teşvikti, bir yandan da sizin ailenizi deşmiş oldular...


    O kadar çok mektup, telefon aldım ki. Diğer ülkelerden gelip babamla ilgilenmek isteyenler oldu. Evlilik teklifleri aldı! Aşka mektupları... Hatta kaldığı huzurevindekiler sırtını sıvazlamış ve Oscar bu kadar güzel bir karın mı vardı demiş. Ekstra patates püresi vermişler yemekte. Tuhaf biçimde bir yıldız oldu. Yolda tanıyanlar vardı. Filmden sonra 2 güzel yıl geçirdik. Film festivallerine gittik. Ağustos 2009'da öldüğünde sayısız taziye mesajı aldım. Benim babam gibiydi diyenler vardı, yabancı insanlar...

    Var olduğunu bildiğim ama henüz kanıtlayamadığım gerçek...

    Senkronizme inanıyorum. Yani evrende ilgisiz gibi görünen her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğuna...
     
    Belgesellerinize isim bulmakta iyi olduğunuzu biliyorum. Benim de bu röportaj için bir başlığa ihtiyacım var...

    Sen geç saatlere kadar haberdeymişsin ve uyumamak için birkaç bardak kahve içmen gerekti. Bense portakal suyu içiyorum. Bu yüzden "Adaletsiz röportaj" olabilir. Ya da "Berliner'le Kahvaltı".


    Fotoğraflar: Nazlı Çapar

    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow