hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    Başbakan Davutoğlu AKP seçim beyannamesini açıkladı

    Başbakan Davutoğlu AKP seçim beyannamesini açıkladı
    expand

    Başbakan Ahmet Davutoğlu, Ak Parti Seçim Beyannamesi ve Aday Tanıtım Toplantısı'na katıldı. Burada Yeni Türkiye sözleşmesi olarak adlandırılan bir metin okuyan Davutoğlu, başkanlık sistemini anlattı. Beyannamede başkanlık sistemi bölümü Davutoğlu tarafından kaleme alındı. Çözüm süreci başlığı beyannamede yer almadı.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Davutoğlu, "Yetki kargaşası ile malul hale gelmiş olan idari yapının ve yürütme erkinin yeniden düzenlenmesine ihtiyaç bulunmaktadır" dedi. Cumhurbaşkanı'nın doğrudan halk tarafından seçilmesi ile birlikte idari yapının Başkanlık sistemi yönünde yeniden yapılandırılması gerektiğini söyleyen Davutoğlu ". Bütün siyasi tarafları ve sivil toplum kesimlerini etkin yönetim ve hesap verilebilirlik ilkeleri çerçevesinde bu yeniden yapılandırma sürecine katkıda bulunmaya davet ediyoruz" ifadelerini kullandı.

    İşte AKP'nin yeni seçim şarkısı

    İşte Davutoğlu'nun konuşmasından satırbaşları:

    Biz son 13 yıl içinde bir çok kez milletimizin huzurunda divana durduk, kıyama kalktık hiç bir baskıya boyun eğmeden yolumuza devam ettik. Bütün mücadelelerden zaferle çıkmış Ak Parti kadrolarını selamlıyorum. Bu kadrolara liderlik yapmış kurucu başkanımız sayın Recep Tayyip Erdoğan'ı selamlıyorum. Bu şanlı başarıların arkasında yeni bir zafere yürüyoruz. Yeni zaferimiz şimdiden hayırlı ve mübarek olsun. Bu davada bize onun emanetidir. Bizim davamız bir vefa, ahlak ,erdem davasıdır. Siyasi rant davası değildir.

    Ak Parti Türkiye'de ve dünyada bir adalet hareketidir. O yüzden daima adalet daima kalkınma diyoruz. Dünyanın her yerinde adaleti savunduk. Suriye'de zalim bir rejim kardeşlerimizi katlederken biz ayaktaydık. Orhun anıtları sahipsiz kaldığında biz buradayız dedik. Ak Parti hareketi bir kalkınma hareketidir. Bu kalkınma sadece ve sacede fiziki bir kalkınma değildir. Geleceğe yürüyen küresel bir gücün büyük ikinci atılım hamlesidir. Son 12 yıl içinde alt orta gelir grubundan üst orta gelir grubuna yükseldi.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    "Kedilerle bu işi çözemezsin"

    Seçim beyannamemizin odağında insan onuru vardır. Her bir vatandaşaımısın insan onuruna yakışır bir hayat sürmesi için gerekeni yapmaya kararlıyız. Onurlu bir milletin bir daha kimseden hibe dilenmemesi için güçlü ve kudretli bir Türkiye inşa ediyoruz. Bu bir inşa beyannamesidir. Biz bir erdemliler hareketi, milli irade hareketi olarak ortaya vizyon koyarken CHP, HDP, MHP neler yapıyor. Amerika'dan ithal alkış propagandalarıyla, kedilerle bu işi çözemezsin. 13 yıldır ekonomik krize rağmen kalkınan Türkiye'yi herkes alkışlıyor. Şimdi o konuşacak sözü olmadığı için alkışlıyor ama bizim sözümüz var. Onlar konuşur Ak PArti yapar. Sayın Kılıçdaroğlu bizim Amerika'dan gelecek akıllara ihtiyacımız yok. Biz milletin diliyle konuşuruz. Ama hakkını yemeyelim. Ben buradan Kılıçdaroğlu'nu tebrik etmek istiyorum. İlk defa bir seçim başarısına imza attı. CHP içinde ön seçimi kazandı ve çok mutlu oldu. Ama ne yazık ki 7 Haziran milletin seçimi. Onun babayiğitliği yüzde 35'e kadar. Ben ise sizin bir neferiniz olarak yüzde 35'i burada telafuz etmektense bu görevi bırakırdım. Biz yüzde 55'e yüzde 60'a yürüyoruz.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    "Demirtaş aynı hainliği yaptı"

    HDP İstanbul'da konuştuğunda barış güvercini ama Ağrı'da şiddetin sözcüsü. Neyseniz mertçe söyleyin. Ama ikiyüzlü siyaseti bırakın. Silahlı baskıyşa oyları çalarız diye düşünüyorsanız o kardeşlerimiz 13 yılda Türkiye'nin nereye gelidiğini biliyor. Demirtaş bu seçim sandığını sabote etmek isteyen demokrasi düşmanlarına bir şey söylemiyor bizi komployla suçoluyor. HDP bir demokratik partiyse Demirtaş da eş başkanıysa çıksın ve desin ki seçim sürecinde hiç bir silahlı baskıyı kabul etmiyoruz. Teröristlerin yaptıpı baskya karşıyız. O zaman demokraside anlaşırız. Ama bilsinler biz 6-7 Ekim olaylarından ders aldık. Bu Demirtaş 6-7 Ekim olaylarında aynı hainliği yapmıştır ve insanları isyana teşvik etmişti. Seçim sandığının güvenliğini her ne pahasına olursa olsun sağlayacağız. Güvenlik güçlerimiz özgürlük ortamında seçimlere gidilebilmesi için ne tedbir alıyorsa bu tedbiri alacak. Demirtaş ve ekibine buradan bir kez daha sesleniyoum çıkın demokrasi ile tavrınızı açık bir şekilde ortaya koyun. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    "Papa da tuzağa katıldı"

    Karşımızda bütün hesapları Ak Parti'nin önünü kesmek olan bir çete oluşuyor. Ak Parti ve Türkiye'ye karşı kurulan bu tuzaklara Papa da katıldı. Katolik dünyasının engizisyon mahkermelerinde İspanya'da yaptığı soykırımdam kaçanlar bizim adalet düzenimizde emiyet ve huzur buldıurlar. Tarihi olayları konuşmaya hazırız. Ama tarih üzerinden milletimize hakaret ettirmeyiz. Dünyanın neresinde olursa olsun bize her yer Türkiye.

    100 maddelik sözleşme

    Davutoğlu, "Kılıçdaroğlu'na, Bahçeli'ye, Demirtaş'a çağrıda bulunacağım. Diyeceğim ki ya bu sözleşmeyle ilgili kanaatlerinizi bildirin, eleştiriniz varsa dinleyelim, yeni katkınız varsa alalım ya da kendi sözleşmenizi çıkarın. Ta ki 77 milyona hitap eden ortak bir metinde, ortak bir vizyonda anlaşalım. Bizim Yeni Türkiye'miz gerginlikler, çatışmalar Türkiye'si değil. Bizim Yeni Türkiye'miz insan onurunun hakim olduğu bir Türkiye'dir" dedi.

    Davutoğlu, 100 maddelik 2023 hedeflerini içeren 'Yeni Türkiye Sözleşmesi 2023'ü okudu. 'Yeni Türkiye Sözleşmesi 2023' şöyle;

    Her siyasal düşünce ve düzen, insana hitap etmek ve belli bir mekana ve zamana dayanmak zorundadır. İnsana hitap etmeyen ve zaman ve mekânın gereklerini gözetmeyen hiçbir siyasal düzen kalıcı olamaz.

    Yeni Türkiye, Cumhuriyetimizin 100. yılına yürürken insana, zamana ve mekâna hakkıyla hitap eden kapsayıcı bir yenilenmenin ve süreklilik içinde yeniden inşa sürecinin eseri olacaktır.

    Yüz yıl önce Trablusgarp, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı'nın acıları üzerinde onurlu bir İstiklal Savaşı vererek Cumhuriyetimizi kuran neslin torunları olarak bizler bu onurlu savaş sonunda özgürleştirilen vatanımızın asli sahipleriyiz.

    Etnik, dini, mezhebi ve bölgesel zenginliğimiz, kadim ortak geçmişimizin güzel yansımalarıdır ve vatanımızın asli sahipleri ve devletimizin eşit vatandaşları olduğumuz gerçeğinin en güçlü dayanaklarıdır.

    Yüz yıl önce kadim coğrafyamızın her bir köşesinden, Anadolu'dan,Rumeli'den, Orta Doğu'dan, Kafkasya'dan gelerek sömürgeciliğe karşı omuz omuza mücadele eden dedelerimiz için de, onları Orta Asya'dan Hind'e, Güneydoğu Asya'dan Afrika içlerine kadar ellerindeki dar imkânlarla ve dualarla destekleyen mazlum milletler için de İstiklal Savaşımız, sadece bir milletin var olma savaşı değil, bütün bir insanlık onuru için verilen kutsal bir mücadele idi.

    Bugün de Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en temel ilkesi insan onurunun korunmasıdır.

    Bu ilkeyi, Şeyh Edebali'nin kadim siyasal bilincimizin ve devlet ahlakımızın temelini dokuyan 'insanı yaşat ki devlet yaşasın' ilkesinin çağdaş siyaset dilindeki karşılığı olarak görüyor ve gelenek ile çağdaşlığı bu çerçevede bir zıtlık içinde değil, ayrılmaz bir bütünlük içinde değerlendiriyoruz.

    İnsan onuruna yakışır bir kültürel ve ekonomik gelişmişlik seviyesine sahip olmak 'insanı yaşatmak' idealinin ayrılmaz unsurudur ve devletin asli sorumluluğu vatandaşlarının onurlu bir hayat sürmelerine zemin oluşturacak siyasi, kültürel ve ekonomik şartları sağlamaktır.

    İnsan onuru siyasi, ekonomik ve kültürel düzenimizin de, dış politikamızın da temelini teşkil etmektedir.

    İnsan onurunu zedeleyen hiçbir uygulama ve politika meşru görülemez ve gösterilemez.

    İnsan onuru ile taçlandırılan Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı kimliği taşıyan hiç kimse hiç bir makam ve güç sahibi tarafından tahkir edilemez; inancı, rengi, cinsiyeti, dili, ırkı, siyasi düşüncesi, felsefi anlayışı ve hayat tarzı sebebiyle ayrımcılığa maruz bırakılamaz, herhangi bir şekilde nefret söylemine muhatap kılınamaz.

    Devletler ve milletler ancak ve ancak onları oluşturan bireylerin aidiyet bilinciyle tarih içindeki varlıklarını sürdürebilirler.

    Vatandaşların ülkelerine duydukları aidiyet bilinci ve hiçbir vatandaşı veya vatandaş grubunu dışlamayan ve ötekileştirmeyen içselleştirici bir siyaset anlayışı, devletlerin bekasının en temel garantisidir.

    Ülkeleri aidiyet bilinci kurar ve ayakta tutar; ekonomik, siyasi ve askeri güç ise yükseltir ve tahkim eder.

    İnsan onuru ilkesinin anayasal ve siyasal düzenimizdeki dayanakları aidiyet bilincimizi oluşturan ortak tarihdaşlık ve hak, hukuk ve adalete dayalı eşit vatandaşlıktır.

    Ortak tarihdaşlık ortak kadim geçmişimizi ve geleceğe dönük ortak kader bilincimizi yansıtmaktadır.

    Yüzyıllardır Anadolu'da gerçekleştirdiğimiz ortak medeniyet birikimi, bu medeniyet birikimi üzerinde yükselen Selçuklu ve Osmanlı düzenleri, yüz yıllık Cumhuriyet kazanımları ve yarım asrı geçen demokrasi tecrübesine dayanarak son 12 yıllık toparlanma döneminden sonra tam bir özgüven içinde 21. yüzyılın yükselen güçleri arasına girmeye hazırlanıyoruz.

    Bu çerçevede dinamik tarihi akış içinde hedefimiz, bütün unsurlarıyla milletimizi tarihin nesnesi değil öznesi; millet iradesine dayanan devletimizi de tarihi akışın edilgen takipçisi değil, öncüsü kılmaktır.

    Eşit vatandaşlık ilkesi ise çağdaş siyasal meşruiyetin temelidir ve bu temel hiçbir surette ve hiçbir gerekçe ile zayıflatılamaz, göz ardı edilemez.

    Bu temel üzerinde Cumhuriyetimizin 100. yılına yürürken önceliğimiz ülkemizin katılımcı, çoğulcu, özgürlükçü, demokratik ve sivil bir anayasa ile yönetilmesini sağlamaktır.

    Özgürlük, eşitlik ve adalet değerleri üzerine inşa edilecek yeni anayasal düzenimizin en temel ilkesi, ahlaki referansı ve ruhu insan onuru olacaktır.

    İnsan onuru ancak ve ancak insanın tercih ve irade gücünü yansıtan özgürlükler ile hayat bulabileceğinden, yeni anayasal düzenimizin odağında insan hak ve özgürlükleri yer alacaktır.

    Kadim kültürümüzde esasları konmuş olan canın, aklın, neslin, inancın ve mülkün korunması kamunun sorumluluk alanlarını, çağdaş toplumsal hayatın temelini dokuyan evrensel insan hakları beyannamesi ise vatandaşların temel özgürlük alanlarını tanımlar.

    Bu çerçevede düşünce, inanç, ifade ve girişim özgürlüğü insan onurunun ve kimliğinin ayrılmaz bir parçasıdır ve anayasal koruma altındadır.

    Bu özgürlükleri sınırlayan yegâne unsur eşit haklara sahip diğer vatandaşların özgürlük alanları ve onurlarıdır.

    Her özgürlük bir sorumluluk getirir. Basın ve ifade özgürlüğü özel hayata saygılı basın ahlakını, girişim özgürlüğü meşru ve vergilendirilmiş kazanç anlayışını, inanç özgürlüğü diğer inançlara saygıyı gerektirir.

    Kamu düzenini insan hak ve özgürlüklerinin hayat alanı olarak görüyor; bu çerçevede özgürlük ve güvenlik kavramlarını birbirlerinin karşıtı değil, tamamlayıcı unsurları olarak değerlendiriyoruz.

    Özgürlüğü garanti edilmemiş insanın kendi onurunu koruması, güvenliği tehdit altında olan birinin kendi özgürlük alanını yaşaması mümkün değildir.

    Güvenlik adına özgürlüklerin kısıtlanmasının insan onurunu yok eden dikta rejimlerine, özgürlük adına güvenliğin ihmal edilmesinin ise kaosa ve iç çatışmalara yol açtığı gerçeğinden hareketle, özgürlük-güvenlik dengesini ve uyumunu siyasal meşruiyetin temeli olarak görüyoruz.

    Siyasal meşruiyet, siyasal düzenin asli kurucusu olan vatandaşlar ile bu düzenin görünen yüzü olan devlet arasında kurulan bir rıza ilişkisinin ve toplumsal sözleşmenin ürünüdür.

    Dolayısıyla siyasal meşruiyetin ve egemenliğin kaynağı da, denetleyicisi de sadece ve sadece eşit vatandaşlardan oluşan millettir.

    İstiklal Savaşımızın yürütülmesinin ve Cumhuriyetimizin kurulmasının anayasal temelini oluşturan 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun 1. Maddesi'nde de ifade edildiği gibi "Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir"

    Bu kurucu ilke, ilan edildiği ilk günkü gibi bugün de geçerlidir; yarın da geçerli olacaktır.

    Devlet mekanizmaları toplum üzerinde egemenlik kurma araçları değildir.

    Bütün bu mekanizmalar milletin emrindedir. Yani amir olan millettir, memur olan devlettir.

    Meşruiyetini milletten almayan ve milletin denetimine açık olmayan hiçbir gücün, cuntanın, vesayet odağının, paralel yapının veya bürokratik seçkinciliğin küllî ya da kısmî egemenliği kabul edilemez.

    Meşruiyetini milletten almış yönetimlere karşı gerçekleştirilen 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül gibi doğrudan, 28 Şubat, 27 Nisan ve paralel yapı oluşumları gibi dolaylı darbe ve müdahale girişimlerini kınıyor, meşruiyetini milletten alan demokratik güçler olarak ileride olabilecek benzer girişimlere karşı ortak tavır alacağımızı ilan ediyoruz. 38 Demokrasiyi 1947 yılında 'açık oy-gizli tasnif' esasına dayalı muhtarlık seçimlerinde kaçırılmak istenen sandığa "sandık namusumuzdurö diye kapanarak sadece sandığı değil, millet iradesini ve vatandaşlık onurunu da koruyan Mersin Arslanköylü yiğit Anadolu kadınlarının kutsal bir emaneti olarak görüyoruz.

    Her seçimde vatandaşlarımızca korunan bu emanet demokrasimizin kökleşmesini sağlamıştır. Açık ve şeffaf seçimler, bundan sonra da demokrasiye dayalı siyasi istikrarımızın en temel düsturu olacaktır.

    Bu çerçevede sandık ile sembolleşen seçme ve seçilme hakkı en temel vatandaşlık hakkıdır ve bu hak hiçbir surette ve hiç bir gerekçeyle sınırlandırılamaz, yok sayılamaz ve iptal edilemez.

    Cumhuriyetimizin demokrasi ile taçlanması geri döndürülemez bir kazanımdır.

    Cumhuriyetimiz ortak aidiyetimizin, demokrasi bu ortak aidiyet alanındaki farklılıklarımızın korunmasının teminatıdır.

    Nihai hedefimiz evrensel ölçekte çoğulcu, eşitlikçi ve katılımcı demokrasiyi hayatın bütün alanlarında yaşanır kılmaktır.

    Temsili demokrasi bütün unsurları ile korunurken, çağdaş teknolojik gelişmelerin gerekli kıldığı yeni katılım kanalları geliştirilerek katılımcı demokrasi derinleştirilecek ve yerinden yönetim ilkesi ile tabana yayılacaktır.

    Bu çerçevede çoğulcu ve katılımcı demokrasinin zeminini oluşturan sivil toplumun güçlenmesine imkân sağlayacak ve sivil toplum kuruluşlarının demokratik yönetime daha aktif katkı sağlamasının önündeki engelleri kaldıracağız.

    Güçler ayrılığı ilkesine dayanan anayasal düzenimizde demokratik hukuk devleti ve milli irade perspektifiyle denetlenmeyen hiçbir güç olmayacaktır.

    Millet tarafından doğrudan seçimle işbaşına gelen TBMM, yasama görevini yaparken hiçbir şekilde ve hiçbir güç tarafından baskı altına alınamaz.

    TBMM'nin 7 Haziran seçimleri sonrasında öncelikli asli görevi ülkemizin ilk sivil anayasasını uzlaşı kültürü içinde yazmaktır. Ülkemizin bütün siyasi partilerini ve sivil toplum kesimlerini bu uzlaşının oluşumuna katkıda bulunmaya davet ediyoruz.

    TBMM yeni sivil anayasanın kabulünden sonra bu anayasal çerçeve içinde yasama ve denetim faaliyetlerini yürütür. Bu faaliyetler anayasal çerçeve içinde denetime açık olacaktır.

    Demokratik hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde yargı bağımsızlığı esastır.

    Bu bağımsızlık diğer anayasal güçler ile ilişkilerde olduğu kadar kendi içinde oluşabilecek örgütlenmelere karşı da korunacak ve juristokrasi (yargıçlar iktidarı) benzeri oluşumların önüne geçilecektir.

    Yargı bağımsızlığının tamamlayıcı unsuru, insan onurunun korunması amacıyla hukuk ve adalet ekseninde teminat altına alınan tarafsızlık ilkesidir.

    Hukuk düzenine, her bir yargıcın objektif hukuk normları içinde tek başına ve sadece kendi vicdanı ile karar vermesini sağlayacak bir işlerlik kazandırılacak; yargı kararları, demokratik hukuk devleti kuralları içinde denetime açık olacaktır.

    Darbe dönemlerinde milli iradeyle işbaşına gelen hükümetleri sınırlamak için yapılan müdahaleler sonucu parlamenter sistem özünden ve işleyiş ilkelerinden uzaklaştırılmış; güçlü yetkilerle donatılmış olmakla birlikte hukuken sorumluluk taşımayan Cumhurbaşkanlığı makamı ile yetkileri sınırlandırılmış olmakla birlikte bütün hukuki ve siyasi sorumluluğu üstlenen Başbakanlık makamı arasında, son olarak 2001 ekonomik krizine de yol açan, yetki çatışmalarından kaynaklanan krizler yaşanmıştır.

    Yetki kargaşası ile malul hale gelmiş olan idari yapının ve yürütme erkinin yeniden düzenlenmesine ihtiyaç bulunmaktadır.

    Yürütme erkinde yetki-sorumluluk dengesinin hiçbir tereddüde mahal vermeyecek bir açıklıkta ortaya konması yönetimde etkinlik ve hesap verilebilirlik ilkelerinin hayata geçirilmesi açısından bir zarurettir.

    2007 yılında yapılan anayasa reformunun ilk uygulaması olarak 2014 yılında Cumhurbaşkanı'nın doğrudan halk tarafından seçilmesi ile birlikte idari yapının Başkanlık sistemi yönünde yeniden yapılandırılmasını, yetki kargaşasının giderilmesi ve hesap verilebilirliğin gerçek anlamda tesisi için gerekli görmekteyiz.

    Başkanlık sistemini, zikrettiğimiz özgürlükçü Anayasal çerçevede, yasama ve yürütmenin müstakil olarak etkin olduğu, demokratik denge ve kontrol mekanizmalarının öngörüldüğü, toplumsal farklılıkların siyasal temsilinin sağlandığı bir yönetim modeli olarak tasavvur ediyoruz.

    Bütün siyasi tarafları ve sivil toplum kesimlerini etkin yönetim ve hesap verilebilirlik ilkeleri çerçevesinde bu yeniden yapılandırma sürecine katkıda bulunmaya davet ediyoruz.

    Her ne surette olursa olsun yürütme erki de yasama ve yargı erki gibi anayasal denetime açık olacaktır.

    Yürütme erkinin aygıtları olan sivil ve askeri bürokrasi, kadim siyaset kültürümüzden gelen ehliyet ve liyakat esasları ile çağdaş bürokrasinin rasyonel ve profesyonel kuralları içinde yapılanırlar ve çalışırlar.

    Üstlendikleri işlevler ve görevler açısından hesap verme makamında bulunan ve milli iradeyle göreve gelmiş sivil otoriteye tek tek ve bir bütün olarak tâbidirler.

    Kamu otoritesi sadece ve sadece yetkiyi demokratik seçimlerle halktan almış yürütme erki sahiplerince kullanılır.

    Bürokraside hiç bir gerekçeyle yatay ya da paralel örgütlenmelere izin verilmez. Bürokratik hiyerarşiyi dolayısıyla da devlet düzenini bozan uygulamalara karşı gereken tedbirler alınır.

    Sömürgecilikten kaynaklanan sermaye birikimine ve zengin doğal kaynaklara sahip olmayan ülkemizin en önemli ekonomik güç unsurları özgürlükçü demokrasisi, iyi eğitilmiş dinamik insan kaynağı ve jeoekonomik açıdan eşsiz coğrafyasıdır.

    Bugün bütün çağdaş örneklerde çok açık bir şekilde görüldüğü gibi, ekonomik kalkınma ile demokratik hukuk devleti ilkeleri arasında doğrudan bir irtibat söz konusudur.

    Girişim özgürlüğünü teminat altına alan açık ve şeffaf hukuk kurallarının olmadığı ülkelerin uzun dönemli yatırımlar çekebilmesi de, sürdürülebilir bir kalkınma gerçekleştirmesi de mümkün değildir.

    Demokratikleşme süreçleri ile ekonomik kalkınmamız arasında son 12 yıl içinde sağlanan güçlü bağ korunacak ve derinleştirilerek güçlendirilecektir.

    3Y olarak tanımladığımız yasaklar, yolsuzluklar ve yoksulluğa karşı mücadeleyi ahlaki dokumuzun korunması, adil gelir dağılımına dayalı sosyo-ekonomik dengenin sağlanması ve demokrasi ile kalkınma arasındaki ilişkinin güçlendirilmesi açısından bir zorunluluk olarak görüyoruz.

    Dünyada hiç bir ekonomik güç kaynağı insan kaynağından daha önemli ve kalıcı değildir. Kişi başına düşen milli gelir açısından alt orta gelir grubundan üst orta gelir grubuna yükseldiğimiz son 12 yıl içindeki kalkınmamızın niteliksel bir atılım içinde yeni bir aşamaya taşınması ve en kısa sürede yüksek gelir grubuna ulaşmamız temel hedefimizdir.

    2023 hedefleri doğrultusunda İkinci Atılım döneminde temel hedefimiz insan odaklı kalkınmadır.

    Ülkemizin insan kaynağını çağdaş dünya ile rekabet edebilir donanıma kavuşturan ve hayat boyu süren bir süreç olarak eğitimi insani kalkınmamızın odağına yerleştiriyoruz.

    Ar-Ge ve yüksek teknoloji yatırımlarına büyük destekler vererek teknoloji tüketen değil teknoloji üreten bir ülke olacağız. Niceliksel kalkınma niteliksel derinlik kazanacaktır.

    İnsan onuruna dayalı siyaset anlayışımızın ve insan odaklı kalkınma stratejimizin en temel araçlarından birisi bütün vatandaşlarımızı kuşatan sağlık politikalarımız ve sosyal devlet uygulamalarımızdır.

    Devlet, geleceğimizin teminatı olan gençlerimizin bedenî, ruhî ve zihnî donanımı için her türlü tedbiri almakla yükümlüdür.

    Pozitif ayrımcılığı anayasal teminat altına aldığımız kadınlarımızın sosyal hayat içindeki konumlarının güçlendirilmesi, sosyal güvencelerinin sağlanması ve karar mekanizmalarındaki etkinliklerinin artırılması en öncelikli hedeflerimiz arasındadır.

    Engelli vatandaşlarımızın toplumsal hayata katılımının önündeki bütün engelleri kaldırmak devletimizin sadece anayasal bir görevi değil aynı zamanda ahlaki bir sorumluluğudur.

    Asya, Avrupa ve Afrika ana kıtasının merkezinde ve önemli denizlerin ve ekonomik havzaların kesişim hattında bulunan coğrafyamız enerji, tarım ve ticaret stratejilerimiz bağlamında en etkin şekilde değerlendirilecektir.

    Kadim İpek Yolu'ndan küresel enerji hatlarına ve ticaret yollarına geçişte öncü bir rol üstlenilecek ve bu yolla ekonomik karşılıklı bağımlılık ilkesinden hareketle bölgesel barış alanları oluşturulmaya çalışılacaktır.

    Ekonomide nihai hedefimiz ülkemizin her köşesinde vatandaşlarımızın evrensel standartlarda onurlu bir hayat yaşamasını sağlayacak gelişmişlik düzeyine ulaşmak, uluslararası rekabette dünyanın en güçlü 10 ekonomisi arasına girerek Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak ve onu geçmek hedefini gerçekleştirmektir.

    Ekonomik gücümüz ile ulusal güvenlik ihtiyaçlarımızın kesişim alanında milli savunma sanayimizin dışa bağımlılığını azaltacak şekilde güçlendirilmesi milli bekamızın en önemli dayanaklarından biridir.

    Bugün çevre bölgelerde yaşanan krizlerin oluşturduğu ateş çemberi ile kuşatılmış bulunan ülkemizin bir istikrar adası olma hüviyeti korunacak, bunun için gerekli güvenlik altyapısı oluşturulacaktır.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Dış politikamızda tarihi ve stratejik derinliğimize dayalı olarak bu siyasi ve ekonomik hedefler doğrultusunda milletimizin uluslararası alanda onurlu bir yer edinmesi temel hedefimizdir.

    İstiklal Savaşımızın temel ilke ve ruhundan hareketle dış politikamızda her zaman mazlumların ve mazlum milletlerin yanında yer alarak insan onurunu koruyan değer odaklı bir yaklaşım benimsenecektir.

    Bu yaklaşım gerçekçi dış politika uygulamaları ile hayata geçirilerek bölgesel ve küresel barışa katkı sağlayan özgün bir vizyon ortaya konacaktır.

    Çok boyutlu tarihi ve coğrafi zeminden hareketle dış politikada benimsediğimiz dinamik ve çok boyutlu yaklaşım sürdürülecektir.

    Bu çerçevede uluslararası kurumlara

    üyeliğimiz ve ittifak ilişkilerimiz uluslararası barış ve istikrara katkı hedefine yönelik olarak etkin bir şekilde değerlendirilecek ve AB üyeliği yönündeki stratejik perspektifimiz korunacaktır.

    Komşu ülkeler ile geliştirdiğimiz Yüksek

    Düzeyli İş Birliği mekanizmaları her alanda derinleştirilecektir.

    Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya ve Orta Doğu gibi komşu bölgelerde kalıcı istikrar ve barışı temin edecek öncü ve vizyoner rolümüz pekiştirilecektir. Özellikle son yıllarda iç gerilimler yaşayan İslam dünyasında ve gönül coğrafyamızda birlik ve barış ortamının tesisi yönünde gereken her türlü çaba gösterilecektir.

    Afrika, Asya ve Latin Amerika derinliğinde geliştirilen açılım politikaları kararlı bir şekilde çeşitlendirilecektir.

    Vicdani diplomasimizin bir gereği olarak çevremizdeki kriz bölgelerinde ve Afrika gibi yardıma ihtiyaç hisseden coğrafyalarda sürdürdüğümüz insani yardımların, bu dost ve kardeş ülkelerde silinmeyecek izler bırakacağına inanıyoruz.

    Bütün bu dış politika alanları, ülkemizin küresel bir güç haline gelmesini sağlayacak şekilde bütüncül bir strateji çerçevesinde uygulanacaktır.

    Dünyada hiçbir ülke ve mekân medeniyet mirası bakımından bizim ülkemiz kadar şanslı ve birikimli değildir.

    İnsanlık tarihinin kadim, modernite ve küreselleşme evreleri, bu topraklarda yoğun bir şekilde yaşanmış ve yaşanmaktadır. İlk tarım toplumunun yaşandığı Çatalhöyük'ten kadimin en renkli son örneği olan Osmanlı İstanbul'una kadar kadim birikimin bütün renkleri bu mekanda hayat bulmuş; modernite ile kadimin en kapsamlı yüzleşmesi bu coğrafyada yaşanmıştır. Bugün de küreselleşmenin getirdiği bütün dinamik süreçlere en derinden ve en yakından muhatabız.

    Kaynağında derin bir insan, zaman ve mekân idraki barındıran bu engin tecrübe birikiminin en doğal sonuçlarından biri çevre ve şehir bilinci konusundaki duyarlılığımızdır.

    Varoluşumuzun ontolojik zeminini oluşturan doğanın ve çevrenin korunması gelecek nesillere olan bir borcumuzdur ve bu ülkenin havası, suyu, toprağı, güneşi, ırmakları, dağları, ormanları ve ovaları vatandaşlarımızın mekan bilincine ve devletimizin sorumluluk alanına emanettir.

    Mimari, insani ve sosyal doku açısından en kadim şehir kültürüne sahip olma bilinci ile bu zengin kültürü koruyarak şehirlerimizi insanlık birikimine açmamız ve küreselleşmenin meydan okumalarına karşı insan odaklı bir şehir bilincini yaşanır kılmamız kültürel sürekliliğimizin en temel şartıdır.

    Bütün bu engin birikime dayanan kültürel birlikteliğimizin esası 'kesrette vahdet' yani ' çoklukta birlik' ilkesidir.

    Bu ilke ile içselleştirici, kuşatıcı ve bütünleştirici bir yaklaşımla büyük bir kültürel uyanışa zemin teşkil edecek bir harmanlanma gerçekleştirecek; hiçbir medeniyet birikimini ötekileştirmeyen ve dışlamayan bu kültürel harmanlanma ile köklü medeniyet birikimimizden evrensel insanlık kültürüne özgün katkılar sunacak, büyük bir varoluşsal kriz yaşanan bu tarihi dönemde insan onuruna dayalı yeni bir medeniyet çağrısının öncüsü olacağız.

    Türkiye, zengin kültürel birikimi, özgürlükçü demokrasi tecrübesi, güçlü ekonomisi, insan odaklı siyaset anlayışı, sağlam sosyal dokusu, dinamik insan unsuru, etkin dış politikası ile insanlık âleminin onurlu bir üyesi ve küresel düzenin yükselen gücüdür. Bu yükseliş insan onurunu esas alan Yeni Türkiye sözleşmesi ile geleceğe taşınacaktır"

    CHP'den 'Vecihi'li 'Yaşar Usta'lı seçim kampanyası

    SP ve BBP İstanbul adaylarını tanıttı

    Demirtaş'tan Erdoğan'a esprili yanıt

     

    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow