GERİ
SON DAKİKA CANLI YAYIN

Yüzü olmayan adamın beton bitkileri

Son Güncelleme:

Kendisine sorulduğunda o bir şair. Ama kelimelerle yazdığı şiirleri hiçbir zaman edebiyat çevrelerince kabul görmemiş. Onu ünlü eden şiirler betondan... Sanatta sürrealizm kavramının katalizörü, desteklediği sanatçıların eserleriyle yetinmemiş, gerçeküstü olanı dokunulur, içine girilir, tecrübe edilir hale getirmiş. Karşınızda son büyük eksantrik, İngiliz hayalperest: Edward James ve en ünlü eseri Sürreal Las Pozas Bahçesi.

Şu instagram hayatımıza girdi gireli herkesin kendini bir şey ilan etme güdüsü jet yakıtıyla besleniyor. Çünkü olduğundan başka biri gibi davranmayı mümkün kılan bir dünya sosyal medya. Bu sürreal dünyanın yeni bir kimlik sahibi olmak isteyen kişiye sorduğu ilk soru ise: “Kimsin?” Diyor ki, “Sen kimsin kardeşim, bir tanıt bakalım kendini önce. Ona göre fotoğraflarına bakıp bakmamaya karar vereceğiz. Belki ‘like’ bile koyarız. Haydi yine iyisin!” Sonuç ne mi? Herkesin profil kartında bir ‘Dreamer, traveller, ...’ bıdıbıdısı. Yani herkes hayalperest, herkes gezgin. Komik tabii. Oysa bir adam var. Bu saçmalıklardan çok önce doğmuş ve ölmüş. Yaşarken çok hayal kurmuş, ama “Hayalperestim” demek aklına hiç gelmemiş. “Dünyanın çehresini değiştireceğim!” demiş ve değiştirmiş. Bu onun hikayesi.

Bir bıyık meselesi var. Hani şu, ucu incelip yukarı kıvrılan uzun bıyık... Gördüğümüz anda soru sorulmamış olsa bile beynimiz bizden bağımsız cevabı yapıştırıyor: “Salvador Dali! Sürrealizm.” O soru ki, bizim ülkemizde bile ‘Kim 500 milyar ister’ yarışmasının ancak ilk kademelerinde sorulur, cevap yanlış gelirse de yarışmacıya bıyık altından gülünür.

Bir de eriyen saatler meselesi var. İlgili tabloyu görmesek de aklımız hemen bağlantıyı kuruyor. “Bir tablo var hani, çorak bir peyzaj üzerinde eriyen saatler... İşte o!” Takip eden cümle bir öncekiyle aynı: “Salvador Dali! Sürrealizm.” Tablonun asıl adı, Belleğin Azmi, 1931 tarihli.

Dünyayı kasıp kavuran sanat akımları birden bire sanatçıların aklına gelip kendi kendine dünyaya yayılmıyor. Sanat, geçtiğimiz hafta sosyal medyayı yine esir alan Contemporary İstanbul’da bir kez daha gördüğümüz üzere yaratıcı beyinlerin elinde doğup ancak paranın diliyle konuşabilen bir kavram. ‘Halk için, insan için sanat’ denen şey sürrealizmin ta kendisi. Bir isim demiştik. Hani kesişim noktasında duran. Uçsuz bucaksız bir mal varlığının varisi olarak ayrıcalıklı bir aileye doğmuş bir İngiliz. Tam da bu sebeple bir kaybeden...

Günümüzde görsel sanatlarda sürrealizmin bu kadar tanınan, benimsenen bir akım olmasını sağlayan, tapınırcasına sevdiği Salvador Dali’yi “Dali” yapan, bu yazıda adı geçen ve daha nice ressam ve eserini bilmemizin sebebi ve Rene Magritte’in kendisi kadar ünlü şu yukarıdaki tablosuna konu ettiği, ‘yüzü olmayan adam’: Edward James. Tablonun asıl adı: Taklit edilmesin, 1937 tarihli.

PARA, ÇOK PARA

Edward William Frank James, İngiltere’nin Sussex şehrindeki ailesine ait West Dean arazisindeki malikanede, kendisine ait bir mimari ve dekorasyon stiline imza atmış İngiltere Kralı VII. Edward’ın zamanı ve himayesinde 1907’de doğdu. Himaye derken gerçek bir himayeden bahsediyoruz. Kraliçe Victoria’nın oğlu olan kral, küçük Edward’ın hem vaftiz hem de isim babası.

XIX. yüzyılda kereste işinden çok zengin olmuş olan Amerikalı dedesi, Amerika’nın maden ve demiryolları kralının kızıyla evlenmiş, sonra ailesini alıp İngiltere’ye yerleşmiş. Oğullarından biri işleri İngiltere’de iyice büyütmüş ve en az kendisi kadar zengin bir ailenin mirasyedi kızı, zamanının en görkemli sosyete güzeli Evelyn Forbes ile evlenmiş. Çiftin 4 kızdan sonra doğan tek oğulları Edward, doğal olarak ailenin tüm mal varlığının varisi. Ondan beklenen ise büyüyünce politikaya atılıp parlamentoya girmesi, bu malvarlığının üzerine bir de soyluluk unvanı eklemesi. Yani, baskı büyük...

MAVİ ELBİSEYE UYAN ÇOCUK

5 yaşındayken babasını kaybediyor. Babanın yerini hemen vaftiz babası olan Kral dolduruyor. 1917’de amcası ölünce onun mirası da Edward’a kalıyor. Yaygın dedikoduya göre annesi aslında kralın metresi. Edward James, hayatı boyunca annesinin aslında kralın gayrimeşru kızı, kendisinin de onun torunu olduğuna inanmış. Sonuç olarak İngiltere’de prenslerin gittiği okula, Eton’a gönderiliyor ve bu okuldan nefret ediyor. 5 çocuk sahibi olan annesi o kadar ilgisiz ki, çocuklar bakıcılarını anne olarak görüyor. Bir keresinde annesinin kiliseye Pazar ayinine giderken yanına 5 çocuğundan hangisini almak istediğini soran hizmetçiye yanıtı şu olmuş: “Mavi elbiseme hangisi uyuyorsa onu getir!”

SON BÜYÜK EKSANTRİK

Üniversite çağına geldiğinde ise beklendiği üzere Oxford’un yolunu tuttu. Burada şiire merak sardı, daha sonra İngiliz edebiyatında ve şov dünyasında kendisine yer edinecek arkadaşlar edindi. Üniversitenin ilk yıllarında en yakın arkadaşı, şair, yazar ve televizyoncu John Betjeman’ın şiirlerini yayımlayabilmek için bir basımevi kurdu. Daha sonra kendi kitaplarını da burada bastı. Oxford öğrenci yurdundaki odası, James’in aslında esas yeteneğinin mekan yaratmakta olduğunun habercisiydi. ‘Surreal Eden: Edward James and Las Pozas’ isimli biyografi kitabının yazarı Margaret Hooks’a göre sadece 17 yaşındaki bu gencin odasında “birbiriyle hiç alakası olmayan ortaçağ duvar halıları, Londra metrosunun grafik posterleriyle; kadife döşemeli mobilyalar, bir Roma İmparatoru büstünün içine yerleştirilmiş hoparlörlerden yükselen çağdaş Fransız müzikleri ve Amerikan cazı ile buluşuyordu.”

Sanat çevrelerinde şımarık zengin çocuğu damgası yediği için hiç kale alınmadı. Daha o yaşlarda yaşadığı olaylar insanların kendisiyle sadece parası için görüştükleri inancını geliştirmesine sebep oldu, annesi ise onu eksantrik buluğu için sürekli eleştirdi. “Şiir, müzik, estetik de neymiş, okuyup adam gibi bir iş sahibi olmalısın, parlamentoya girmelisin.” Oysa yıllar sonra verdiği bir röportajda söylediği gibi: “Eksantrik olmak kişinin isteği dışında gelişen bir şey. Doğuştan gelen bir özellik” idi. Burjuvazi onu ittikçe o da ailesinin değerlerini itti, aşağıladı. Eksantrik, yani normal olmayan, uçuk, kaçık... Annesinin eleştirip durduğu bu özellik, ardılı sanat severler tarafından onu yüceltmek için kullanılan sıfat olacak, Edward James, akademik çevrelerde “son büyük eksantrik” olarak kimlik kazanacaktı.

AŞKIN GÖZÜ KÖR

Annesinin “Sakın bir aktrisle evlenmeye kalkma. Amcalarından biri bu sebeple mirasından men edilmişti” uyarısını gerçekten çok dikkatli dinledi. 24 yaşındayken kendinden yaşça büyük Avusturyalı bir balerine aşık oldu ve okulu bırakıp 1931’de onunla evlendi. Dans yeteneğinden çok güzelliğiyle dikkat çeken ve o güne kadar hiçbir bale topluluğunda baş balerin ya da solo dansçı olarak sahneye çıkmamış olan Tilly Losch’a olan aşkını göstermek için 1933’te ona kendi bale topluluğunu hediye etti. (Les Ballets 1933) Daha sonra Amerikan Balesi’ni kuracak olan dünyaca ünlü koreograf ve bale efsanesi George Balanchine’i ise sanat yönetmeni ve baş koreograf olarak bu topluluğun başına getirdi. Bertolt Brecht ve Kurt Weill’i bir araya getirip, Tilly’nin baş dansçısı olacağı bir oyun yazmalarını sağladı. (Yedi Ölümcül Günah, 1933.)

YERE DOKUNAN AYAK İZLERİ

Soğukluk ve ilgisizlik açısından annesini aratmayan Tilly bir gün duştan çıkıp ıslak ayaklarıyla, o sırada yaşadıkları Monkton malikanesinin spiral merdivenlerinden yukarı çıkınca yerdeki izleri fark eden James, aşkının başka bir kanıtı olarak eşinin ayak izlerini bir halı olarak dokutup merdiveni bununla kaplattı. Ne yaparsa yapsın Tilly’nin kendisini sevmesini sağlayamadı. Aslında onunla homoseksüel olduğu için kamuflaj evliliği yaptığını düşünen Tilly, kocasının kendisine ne kadar aşık olduğunu anlamak istememiş, o ısrar ettikçe daha da uzaklaşmıştı. Kendisinden bir türlü boşanmak istemeyen James’i bezdirmeye kararlıydı. Kocasına haber vermeden tam üç kez kürtaj olan, evli olduğu sürece sürekli farklı sevgilileri olduğu bilinen Tilly’nin bir gün Winston Churcill’in oğlu ve kocasının arkadaşı Randolph ile kanepede hizmetçilere yakalanması bardağı taşırdı. 1934’te sonuçlanan boşanmanın ardından Edward’ın yaptığı ilk iş merdivenin halısını söktürüp yerine köpeğinin ayak izlerinin olduğu başka bir halı dokutmak ve soluğu Avrupa’da almak oldu. Bir daha evlenmedi, Tilly’den sonra kimseyle uzun süreli ilişki yaşamadı.

ANDRE BRETON VE SÜRREALİZM

“Para bana harcamam için verildi. Ama paramı yaratıcılıktan uzak saçma sapan hayır kurumlarına saçmak gibi bir hata yapmadım. Ben elimdeki fırsatı dünyanın çehresini değiştirmek için kullandım. Kendi inandığım yolda, yepyeni bir dünya yaratmak için karşılaştığım her yaratıcı ruha sahip çıktım.” Edward James.

Acısına merhem ararken Paris’te tanıştığı, sürrealizm manifestosunun yazarı André Breton sayesinde henüz çok da ünlü olmayan Salvador Dali’yle İspanya’da bir araya geldi ve o andan itibaren onu bir dünya starı yapmanın adımlarını atmaya başladı. Dali ve eşi Gala’yla yıllarca süren arkadaşlığı sırasında onları sürekli maddi olarak destekledi, hatta ressamın 1937-38 yılları arasında yaptığı tüm resimleri satın aldı. 1933-39 arasında basılan, sürrealist akımın resmi yayın organı Minotaure dergisini finanse etti.

MAE WEST'İN DUDAKLARI

İngiltere’ye dönmeden önce eşi Tilly ile yaşadığı Monkton malikanesini yeniden dekore ettirdi. Edward James için hem ailesini hem de Tilly’i geçmişe gömmek anlamına gelen bu dekorasyon işi; günümüzün en iyi bilinen Dali imzalı birkaç tasarım objesiyle, Rene Magritte imzalı üç büyük eserin hayata geçmesinin sebebi oldu. Edward James, Dali’nin zamanın en seksi aktrislerinden biri olan Mae West’in dudaklarından etkilenerek çizdiği dudak şeklindeki kanepeyi gerçeğe dönüştürme hayaliyle üretimini bizzat üstlendi.

1930’larda yarattığı bembeyaz iç mekanlarla ünlü olan dekoratör Syrie Maugham ve Salvador Dali’nin bu ev için özel olarak birlikte tasarladığı Afrodizyak ya da Istakoz Telefon’un günümüzdeki değeri dünyanın en prestijli müzayede evlerinden biri olan Christie’s’e göre 150.000-250.000 pound arasında. 1938 tarihli orijinal ‘Mae West’in Dudakları’ kanepe ise 250.000-400.000 pound değerinde. James, bu arada tanışıp işlerinden çok etkilendiği Rene Magritte’e; ikisine bizzat modellik ettiği 3 tablo ısmarladı. Magritte, bu tabloları 5 hafta süreyle Monkton malikanesinde yaşayarak, orada yaptı. Günümüzde Monkton Malikanesi, bir müze olarak hizmet veriyor. İçindeki sanat eserleri kadar dekorasyonuyla da bir simge yapı ve İngiltere’nin tek sürrealist evi.

BIYIĞIN İHANETİ

“Edward James, tüm sürrealistlerin toplamından daha delidir.” Salvador Dali Avrupa’da geçirdiği yıllar boyunca karşısına çıkan her yetenekli sanatçıyı maddi- manevi himayesine alan James’in kuşkusuz en sevdiği, büyük hayranı olduğu ve yıllarca desteklediği Dali, savaş yıllarında faşist davranışlar sergileyip bu dönemde ününe ün kattı. Savaş sonrasında ise ciddi bir mal varlığına kavuşacaktı. 1938’de Dali’nin sergisini açmak için gittiği New York’ta ressamla politik görüşleri ve aşırı bencil davranışları sebebiyle arası bozulan Edward James, Avrupa’ya geri dönmedi. II. Dünya Savaşı’nın insanlık dışı atmosferinden kaçmak isteyen her zengin bohem gibi Los Angeles’ın yolunu tuttu. Dali’nin artık ismini duyurmak, tablolarını satmak için James dahil kimseye ihtiyacı yoktu. Ona arkasını döndü, hatta söz verdiği tabloları teslim etme zahmetine bile katlanmadı. Dali ‘nin 1937-38 arasında yaptığı tablolardan sadece ikisi Edward James’e ulaştı. Bunlardan biri, yolda Nazi kurşunuyla tahrip olmuş olan ünlü Fil Yansımalı Kuğular tablosuydu.

EGZOTİZME DOĞRU

Dali’den yediği kazığın ardından iyice paranoyaklaştığı, Los Angeles’taki sanat çevresinin samimiyetsizliği ve kendisine sürekli parası için yaklaşan insanlardan bıktığı tahmin edilebilir. Her geçen gün insanlardan uzaklaşıp doğaya kaçma ihtiyacı güçlenen James, yeni ilgi alanı olan ve sürekli satın aldığı egzotik hayvanları ve bitkileri yetiştirmek ve şiir yazmaya odaklanmak için bir düş bahçesi yaratma isteğiyle Meksika’ya bir keşif gezisine çıktığında tarih 1947’ydi. New Mexico’da kaldığı 5 yıldızlı otelin kral dairesini kendisi, birkaç dairesini de egzotik hayvanlarını yerleştirmek için kiralayan James’in; en büyük özelliklerinden birinin çevresini kendisine benzetme kabiliyeti olduğu söyleniyor. Bir gün otelin koridorlarında dolaşan bir fare görüp otel müdürüne şikayette bulunan Amerikalı bir müşteri, müdürden şu yanıtı almış: “Ah, o mu, o fare bizim değil, sizin yan komşunuzun... Başka fareler de var. Bay Edward James, onlarla içerideki boa yılanını besliyor.”

YAĞMUR ORMANINDA BİR SİHİRBAZ

Meksika’nın orta yerinde, Mexico City’den 8 saat uzaklıkta; tropik yağmur ormanları, turkuaz şelaleler ve doğal kaplıca havuzlarıyla çevrili, Allah’ın unuttuğu küçük bir kasaba olan Xilitla’da güneşli bir sabah... Yarı Kızılderili yarı İspanyol bir Meksikalı olan Plutarco Gastélum, köhne postane kapısından içeri giren salaş giyimli adama bakıyor. Anlaşılan adam bir turist ve kasabanın kuzeyinde yer alan ormanlık bölgeye giderken kendisine eşlik edecek bir rehber arıyor. Plutarco hiç teklemeden adama ilerideki otobüs durağını gösteriyor ve o tarafa giden bir tanesini yakalamasını öneriyor. Adam nazikçe gülümseyip dışarıdaki Lincoln marka arabayı göstererek “Teşekkür ederim, arabam var” diyor. Rehberlik işini kabul eden Plutarco hayatının en önemli kapısından içeri adım attığının henüz farkında değil.

SİHİRLİ KELEBEK BULUTU

Ormanda dolaşırken doğal kaplıca nehirlerinden birinde duraklayıp yüzen Edward’ın çevresini bir anda rengarenk bir kelebek bulutu kapladığında bunu bir işaret olarak kabul edip aradığı yeri bulduğunu düşünüyor ve araziyi satın alıyor. 1947-49 arasında kendisinin ve bahçesinin bakımını üstlenen Plutarco ve ailesinin kalabileceği iki ev inşa ediyorlar. Hayvanlarını buraya taşıyor ve bölgeye has orkidelerin büyük bölümünü oluşturduğu egzotik bitki koleksiyonunu burada genişletiyor. Hoş geldin yeni yaşam!

DON EDUARDO

Plutarco Gastélum o kelebek bulutu Edward’ın etrafını sardığı andan başlayıp ölene kadar en yakın, hatta tek arkadaşı ve yoldaşı olacak, onu ve ailesini hayatının odak noktasına yerleştirecekti. Daha sonra Plutarco’nun 4 çocuğunu evlat edindi, çevre köylerde kimin yardıma ihtiyacı varsa oraya yetişti. Bölge halkı için o artık Don Eduardo’ydu.

BEYAZ KÜL FACİASI

Ancak 15 yıllık maceranın ardından her şey altüst oldu. 1962 yılında kısa bir ziyaret için gittiği New York dönüşünde gördüğü manzara onu tam anlamıyla üzüntüden yere serdi. Bölge için hiç de normal olmayan bir don olayında tüm orkideleri ve diğer egzotik bitkileri telef olmuştu. Daha önce hiç kar görmemiş olan yerli işçiler ise bu doğa felaketini ona şu sözlerle anlattılar: “Ah, Don Eduardo, gökyüzünden beyaz küller yağdı ve her şeyi yaktı!”

BETON BİTKİLERİN YÜKSELİŞİ

Bu olaydan sonra uzun zaman kendine gelemeyen James, bir gün bir fikirle sevgili arkadaşı Plutarco’nun kapısını çaldı. Doğa şartlarından kolay etkilenmeyen, “kalıcı” bir düş bahçesi yapacaktı. Betondan... Tam 22 yıl sürecek bu maceraya hevesle atılan ikili, dünyanın gelmiş geçmiş en acayip bahçesine imza attılar. Yerel 150 işçi, marangoz, bahçıvan ve heykeltıraşın emeğiyle yaklaşık 5 milyon dolar harcanarak yaratılan bu bahçe, birbirine akan doğal kaplıca havuzlarına gönderme olarak Las Pozas (Havuzlar) olarak isimlendirildi. Finansmanın büyük bölümü, James’in yıllar içinde topladığı, içinde Dali ve Magritte’in yanında Hieronymus Bosch, Giorgio de Chirico, Paul Klee, Leonora Carrington, Pavel Tchelitchew, Pablo Picasso, Joan Miro, Giacometti, Max Ernst ve Paul Delvaux’nun eserlerinin de bulunduğu ucu bucağı olmayan sanat koleksiyonundan kıyabildiği eserleri satmasıyla sağlanıyordu.

LAZ POZAS

Bahçe, bazıları tropik bitki ve ağaçlardan diğerleri James’in sahip olduğu sürrealist sanat koleksiyonundaki parçalardan esinlenerek yapılmış dev beton sütun ve bloklardan oluşuyor. Gizli odalar, totemler, devrilecekmiş gibi görünen kuleler ve tabii ki hiçbir yere gitmeyen merdivenlerden oluşan sihirli bir şehir. Çoğu özellikle bitirilmemiş ve hepsinin en az kendileri kadar garip isimleri var: Beş Olması Gerekirken Üç Katlı Olan Ev, Ördeklerin Tapınağı gibi... Toplam 27 hektarı bulan arazinin 9 hektarına yayılan 36 heykelin en önemli özelliği içine girilebilir, tecrübe edilebilir heykeller olması. Bazıları James’in beslediği hayvanların kafesi niteliğinde. Havuzlar ise banyo yaptığı küvetler...

“Eğer bu heykelleri İngiltere’de, İngiliz işçilere tarif etseydim, bana böyle bir şeyin imkansız olduğunu söylerlerdi.” Edward James Biyografi kitabının yazarı Margaret Hooks, Meksika’daki ‘normal’ ya da ‘kabul edilebilir’ anlayışının Avrupa ve Amerika’ya göre daha farklı olmasının James’i buraya bağladığını, hayatında ilk kez az rastlanır hayal gücünü kabul eden, anlayan, yaratıcı enerjisini sınırlamaya çalışmayan hatta geliştirebilen bir toplumun insanlarının arasında kendisini çok özgür hissettiğini söylüyor.

YARDIMSEVER MEGALOMAN

1970’lerin sonunda bembeyaz uzun sakalı, garip kıyafetleri, elinde asası ve omzunda ve kafasında papağanlarıyla dolaşan bir sihirbaz görüntüsünü benimseyen James, zaman zaman kendisiyle röportaj yapmak isteyen gazetecilere ormandaki diğer cadılarla iyi ilişkiler geliştirdiğine dair beyanatta bulunmuş. Yine 70’lerde bu masal diyarına elektrik altyapısı getirterek akşamları ormanı aydınlatmış. Şelalelerin arkasına, sütunların, ağaçların en beklenmedik yerlerine yerleştirdiği rengarenk ampullerle çevre köylerden görülebilen Las Pozas’ın, kutsal şehir imajı yaratması ve tabii ki, yardımseverliği sebebiyle halk onu bir çeşit aziz gibi görmeye başlamış.

Bir röportajda bütün bunları gerçekleştirmesinin arkasındaki itici gücün ne olduğu sorulduğunda “Saf megalomani...” diye cevaplıyor. Ancak sonra ekliyor: “Tüm paramı insanlığa yardım için harcadım.” 1960’larda İngiltere’deki baba ocağı 3200 hektara yayılan West Dean arazisini içindeki binalarla birlikte eğitim amaçlı kurduğu vakfa bağışlayan ve güzel sanatların yanında halı dokuma, mobilya tasarımı ve saat tamirciliği gibi yaratıcı zanaatların da eğitimini veren West Dean College’ı yarattı. Hayatı boyunca tanıdığı tüm yaratıcı insanlara maddi destek sağladı. Amacı hiçbir zaman koleksiyoner olmak değildi. Ona göre sadece paraya ihtiyacı olan arkadaşlarına yardım ediyordu. Bir röportajda yakın arkadaşı olmasına rağmen koleksiyonunda pek fazla Picasso tablosu olmamasının sebebini “O sırada Picasso zaten ünlüydü ve paraya ihtiyacı yoktu” sözleriyle açıklamış. İnsanların sanata, mimariye, dünyaya bakış açısını değiştirdi ve sürrealizmi destekleyerek Andy Warhol gibi sanatçıların, 1980’lerde ivme kazanan heykelsi ürün tasarımı akımlarının, Memphis’in, Philippe Starck’ın, Marc Newson’ın, Marcel Wanders’ın, kısaca günümüzün çağdaş tasarımcılarının önünü açtı.

1984’te Kuzey İtalya’ya yaptığı bir gezi sırasında kalp krizi geçirip ölen Edward James, İngiltere’de West Dean’de aile mezarlığında yatıyor. Mezar taşında isminin altında sadece “Şair” yazıyor. Ölümünden sonra Las Pozas’ın idaresi önce 40 yıllık dostu Plutarco ve ailesine kalmış. İki yıl sonra 1986’da tüm sanat koleksiyonu satılmasına rağmen aile, Las Pozas’ın bakım masraflarını karşılayamaz hale gelmiş. 1991’de bahçe halka açılmış, yıllar geçtikçe kafeslerdeki egzotik hayvanlar ormana salınmış, bakımsızlık bitkilerin heykelleri sarmasına, ormanın bahçeyi yutmasına sebep olmuş.

Aslında James’in bu durumu bilinçli olarak istediği, bahçenin zamanla ormanın içinde kaybolup, unutulup yüzyıllar sonra bir arkeolog tarafından keşfedilmesini hayal ettiği söyleniyor. Durum böyleyse son büyük eksantriğin bu hayali biraz bekleyecek. Çünkü, 2007’de bahçeyi 2.2 milyon dolara satın alan Meksika’nın en zengin iki iş adamı heykelleri James’in istediği şekilde restore etti ve ziyarete yeniden açtı. Las Pozas artık yılda 100.000 kişinin ziyaret ettiği gerçek bir çekim merkezi.

SON SÖZ

André Breton 1924’te kaleme aldığı ilk Sürrealizm Manifestosu’nda der ki; “Sürrealizm, estetik ya da ahlaki kaygılardan muaf, sebeplendirilmiş kontrolden uzak bir düşünce biçimidir.” Bu görüşü arkasına alan Las Pozas, her detayıyla öğrenilmiş estetiğe ya da doğru yanlış değerlerine karşı duran bir yapıya sahip. Kısaca “Farklı bak!” diyor. Kim bilir, belki de Xilitla halkı haklıydı. Don Eduardo bir çeşit azizdi. Ya da mesajını kelimeler yerine beton bloklarla ifade etmiş, kutlu bir mesih...

MOBİL SİTEYİ AÇ