hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    “En güzel intikam başarıdır, sizi sevmeyen herkesi üzer”

    12.12.2022 Pazartesi | 20:37Son Güncelleme:

    Geçen hafta Hustle’ı izledim. Bu hafta ise Tar’ı. Sonra bu sabah bir düşündüm ikisi sanki birbirinin aynadaki yansıması. Biri son derece yetenekli ve başarılı bir orkestra şefinin başarıdan başarısızlığa giden hikayesini konu alırken, diğeri son derece yetenekli ve başarılı olmayı fazlasıyla hak eden bir basketbol oyuncusunun zor yoldan başarıya giden hikayesini anlatıyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Ve tabi her iki filmde de medyanın daha doğrusu yeni medyanın gizli gücü bir kez daha öne çıkıyor..

    ***

    Bizim jenerasyonun çocuklarına sorsanız anlamazlar belki ama bizlerin daha çocuk olduğu zamanlarda bizim bildiğimiz haliyle medya, ne derse doğruydu. Kime spotlar çevriliyse o kişi 1 numaraydı ve televizyona çıkmayan kişinin de ünlü olma şansı pek yoktu. Şimdi ise gösterilen tek tip açı yerine kimin hayatının hangi bölümünü izlemek istiyorsanız orayı, istediğiniz açıdan istediğiniz kadar izleyebilme özgürlüğünüz var. Ama böyle olunca da her şeyin istediği kadarını kendine alıp istemediği kadarını istemediği an bırakabilme kolaylığı haliyle bazı sınırların ortadan kalkmasına neden oluyor. Zaten sosyal medya bu yüzden iki ucu keskin bıçak. Bir yanlış söz, bir beklenmedik hareket bir anda seni yerle bir ederken, bir doğru hareket, bir güçlü söz tanımadığın milyonların seni başına taç etmesine neden olabiliyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bundan 8 yıl evvel, medya iletişim yüksek lisansı yaptığım ve tezimi yazdığım günlerde okuduğum an çok sevdiğim Buckminster Fuller’ın bir sözü vardı:

    “Yeni bir sistem oluşturmak için eskiyle yarışa girmezsiniz, eskiyi geçersiz kılarsınız.”

    İşte Hustle’ı izlerken sürekli bu sözü hatırladım.
    Bir trafik kazası sonucu kariyeri biten ama hala kendi gücünü göstermek için bir yol arayan koç “Sugarman” ve Timberland'leri ile basket oynayan, yaralı kız babası “Bo Cruz”..
    Nasıl da güzel geçersiz kıldılar ama eski düzeni..
    Nasıl da güzel aldılar ait oldukları düzendeki kendi yerlerini..
    Nasıl güzeldi ama halkın ve medyanın gücünü yanlarına alışlarını görmek.. Yenilmelerin her haline direnerek dimdik ayakta kaldıklarını izlemek..
    Masum hatalarına sahip çıkmalarına, kendi oyunlarını kurmalarına tanıklık etmek..

    Resmen bayıldım Hustle’a..
    İyi hissettirdi kenarda köşede kalmış hallerimizi..
    Oyuna dahil etti “Hata yaptım, ben mükemmel değilim ki..” diyen vazgeçilmişliklerimizi..
    Güç verdi, bir şansı daha hak ettiğinizden emin olduğumuz halde o şansın bize gelmediği anlardan sağ çıkmasını başardığımızı hatırlatarak..
    Ve kendimizden kendimize görünmez Oscar heykelcikleri verdirdi, kimsenin görmediği çok iyi performanslar sergilediğimiz tüm anlarımıza..

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    “En güzel intikam başarıdır, sizi sevmeyen herkesi üzer”

    “Hatasızlık iyidir ama hatasızlar arasındaki bir asi tüm hatasızlardan daha iyidir.” demek ne de güzeldi..

    Sahi, zaten biz de hep bunu istemez miyiz bu hayatta?
    Hep istediğimiz şey içten içe bu değil midir aslında?
    Biz inanmazken bize kendimizden daha çok inanan birilerinin olması, kendimizden vazgeçtiğimiz an bizden vazgeçmeyenlerin olduğunu görmek güçlendirmez mi bizi?
    Bir kız çocuğunun babasına yardım çabası, bir babanın tüm zorlukların üstesinden gelmeye çalışması, bir erkeğin ailesi için var gücüyle savaşması, titretmez mi yüreğimizi..?

    Nasıl güzel hissettim bilemezsiniz izlerken..
    İlham doldum, tüm yarım bıraktığım, bırakmak zorunda kaldığım işlere yeniden dönmek, tamamlamak, tamamlanmak istedim.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Belki bu nedenle de baş rollerini Adam Sandler ve NBA Oyuncusu Juancho Hernangomez’in oynadığı, Will Fetters ve Taylor Materne’nin yazdığı, Jeremiah Zagar’ın yönettiği ilham dozu yüksek bu filmi izlerken her dakika oturduğum koltukta horoz gibi havaya dikilirken, Cate Blanchet’in başrolünü oynadığı bir çok festivalden ödülle dönen Tar’ını izlerken gittikçe koltuğun içine gömülmek istedim.

    Öyle ya bu hayatta iki türlü harekete geçiyor enerji.
    Biri “sen osun !” dediklerinde biri ise “üzgünüm ama sen o değilsin..” dediklerinde..
    Birinde sana söyleneni yapıyor, senin için tanımlanan sınırların içinde kalıyor, göründüğün gibi, senden beklenildiği gibi oluyor diğerinde ise o tanımlardan sağa sola taşıyorsun. Sana söyleneni kabul etmiyor, sana dayatılan kaderi yeni baştan yazıyorsun..

    Todd Field’in yazıp yönettiği Tar filmi Hustle’ın aksine işte aynı böyle tam tersinden gösteriyordu olup biteni.. Birinde bu hayatta ulaşmak istediğiniz başarı seviyesi, olmak isteyebileceğiniz kişi ve de gitmek isteyebileceğiniz yolu görürken, diğer filmde asla başınıza gelsin istemediğiniz ve de ne deseniz bilemediğiniz bir açıyı görüp, oldukça derin duygular hissediyordunuz..

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Filmin başrolünü oynayan Cate Blanchet’in canlandırdığı, Berlin Filarmoni orkestrasının ilk kadın şefi Lydia Tar’ın hikayesi bana göre “çözdüm ben bu işi” deyip, insanın kendini dev aynasında gördüğü, gerçekte olmadığı biri gibi zannettiği zamanları hatırlatıyordu insana..
    Kibrin, egonun, sahip olduğun Tanrı vergisi yeteneğin seni erdemli bir insan değilsen eğer nasıl bir çırpıda kimliksizleştirebildiğini apaçık gözler önüne seriyordu..
    Bu sayede de insan başına gelen bazı olayların, sırf bir şeyleri çok iyi anladığını, bildiğini sandığı için geldiğini, yeniden görüyordu..

    “En güzel intikam başarıdır, sizi sevmeyen herkesi üzer”

    Kısacası her iki film de bana “her şey ve herkes olmanın gücü” ile “her an her şeyin bir anda değişebilme ihtimali”ni iki farklı açıdan anlattı.

    Bu filmlerin ardındansa iki his; biri“sahiplenmek” biri de“zannetmek” ve bu iki hisse bağlı olarak da şu düşünceler kaldı aklımda..

    Kendine en zor ve uzak geleni dışlamadan, dışarıda bırakmadan, dışarıda bırakırsan bir noktada ona dönüşeceğin gerçeğini bilerek hareket etmek bu hayatta. Vazgeçip, reddettiklerini büyük bir dirençle reddetmek yerine oluşlarını gönülden kabul edip, teslim olmanın gücünü arkana alarak yola devam etmek. Görünürde kim olduğunu bilsen dahi içeride kim olduğunu şu an olduğun yaşa gelmiş ve hala bulamamış olabileceğin gerçeğini göz ardı etmemek. Tıkalı olan yolların tüm zannetmelerden özgürleştiğin vakit açılacağını görmek. Dürüstlüğün, gerçek olmanın değerini bilmek. Geçmişteki halinin bir hatasını fark ettiysen eğer o hata yokmuş gibi yapmak yerine bugünden o geçmişe gidip o hatayı düzeltebileceğini, mühim olanın “düzeltmek istemek”ten geçtiğini bilmek. Canını acıtacak da olsa doğruyu duymak ve söylemek istemek. İnsanın bu hayatta hep yanlış kalmadığı gibi hep doğruda da kalmayabileceğini, evrenin bir terazisi olduğunu ve er geç hizasını vereceğini bilerek hareket etmek..

    Not: Başlıktaki söz Fransız psikanalist Jacques Lacan’a aittir.