Foto: AFP
Hayat sokakta zor. Sinir küpü gibi dolaşan milyonlarca insanın arasından ya kimseye bulaşmamak için slalom yaparak geçiyor ya da onlara değip bilmem kaç bin voltluk elektrik akımına kapılarak yanıyoruz. Ortam feci geçimsiz bir aile gibi.
“Acaba sonuçsuz savaşlara girişmek yerine, ‘tokat atana diğer yanağını uzat’ misali insanlara/olaylara iyilikle güzellikle yaklaşsan ne olur?” diye düşündüğüm günlerden biriydi cnnturk.com’dan, “Bize yazar mısın?” teklifi geldiğinde. “Hah!” dedim, “bunu yazmak istiyorum. Bu şehirde yapmak istediğim sosyal deneyleri.”
Zamanında 20 gün boyunca cep telefonsuz yaşamayı denemiştim, olmuştu. Blogumda neler yaşadığımı yazmıştım. Onun bir devamı gibi olacaktı. İlk yapmak istediğim, selamlaşma konusunda adeta felce uğramış bir toplumda herkese güleryüzle, ağzının içinde eveleyip gevelemeden, yılmadan ‘merhaba’, ‘iyi günler’ demek ve tepkileri gözlemlemekti.
‘Selamlaşma Deneyi’nin ilk hafta notları
İki haftaya yaydığım bu ‘Selamlaşma Deneyi’nin ilk haftasının notları şöyle oldu:
- İstanbul özelinde konuşmak gerekirse, selam sabah konusunda çok kötü bir sicilimiz var. Sen bir hareket başlatmadıkça çok az insan kendiliğinden doğru düzgün, “Merhaba,” demeyi akıl ediyor. Verdiğin selamın akıbeti çoğu zaman, “Ağaçlardan birini tutuşturacak!” diye diye huysuz ihtiyarlar gibi izlediğim dilek fenerlerine benziyor; havada kaybolup gidiyor. Fakat selamlaşmayı sabırla yönetirseniz karşılık almanız mümkün. Kocaman, dolu dolu bir ‘merhaba’ işin kilit noktası. Ton ve yüz ifadesi mühim. Büyük büyük, renkli renkli olacak, gözler ışıldayacak. Yoksa insanımız harekete geçmiyor, nazlanıyor. Ne kadar donuksanız o kadar donuk, ne kadar canlıysanız o kadar canlılar. Bir ayna gibi.
- Bazı dükkanlardaki (özellikle hipster cafe’lerde), “Gelmeseydin iyiydi de hadi madem buradasın katlanıcaz,” tavırlı servis elemanlarına, eve gelen misafiri rahat ettirmek isteyen anne gibi davranan, onların sebepsizce gönlünü alan biri olarak bu deney sırasında iyice emin oldum ki, suyuna giderseniz açılıyorlar. Moda’da bu cafe’lerden birine kocaman bir ‘merhaba’yla giriş yaptığımda (belki çalışmadığı yerden geldiği için) gülümsemeye benzer bir şeyler yaptığına şahit oldum sakallı, gözlüklü, boğazına kadar ilikli gömlekli çocuğun. Kalbinde ufak da olsa bir yer kazandım.
“Lanet bir gün bu, lanet!”
- Yaşlı tontonlara, apartmandan çıkarken ya da markette kapı tutarken, “İyi günler, nasılsınız?” dediğinizde size, “Teşekkür ederim efendim, lütfen siz buyrun efendim,” diye karşılık veriyorlar. Eski insanların karşısındakinin yaşını-cinsiyetini ayırmadan sarf ettiği bu ‘efendim’e bayılıyorum. Gözlerim doluyor.
- Bu selamlaşma mevzuunun en ne yöne gideceği tahmin edilemez kısmı taksi ve dolmuşlarda. Bir akşamüstü Cadde’den dolmuşa bindim, ön koltuğa kuruldum. Moralsiz de bir günümdü ama deney uğruna, mutsuzluğu hiç tatmamış inek kız öğrenci tonuyla, “Merhaba!” dedim. Şoför ‘ağzınıniçindegeveleyengiller'dendi. Pek bir şey demedi. Yılmadım, “İyi günleer!” dedim. Mırın kırın bir şeyler çıktı ağzından. “Yok, buradan iş çıkmayacak,” deyip kafamı cama doğru çevirmemle birlikte kafamın üstünden, “ALİ ABİİİ, BEKLE BENİ BEKLEE, GÖZTEPE’DEYİM BEKLEE!” diye bir ‘jet’ geçti. “Ay n’oluyo ya?” diye yerimden zıpladım. Meğer Fener maçı varmış, 17:00’de yol kapanacak diye adam son sürat stadın oradaki geçişe yetişmeye çalışıyor ve bas-konuş’tan diğer şoförle haberleşiyormuş. O, “Lanet bir gün bu, lanet!” diye bağırırken, ben, “Bari sesi çıkıyormuş isteyince,” diye düşünüyordum.
“Teşekkür ederim oturmayacağım, sen otur”
- Aynı gün dolmuştan inip korkunç köprü trafiğini atlatmak üzere metrobüse bindim. Cam kenarında ayakta dikilip dışarı bakarken, biri şiddetle kolumdan çekmeye başladı. 10 yaşlarında mendil satan bir kız çocuğu. Cayır cayır çekiştiriyor. Deneye zeval gelmesin diyerek en güleryüzlü halimle, “Almayacağım canım sağol, çok sağol,” derken baktım mendil satmaya çalışmıyor, biraz ileride kalan tek boş koltuğa beni oturtmak istiyor. Bir yandan, “Allah’ım yaşlı mı buldu beni nedir!” diye düşünüp bir yandan, “Teşekkür ederim oturmayacağım, sen otur,” diyorum, o ise avaz avaz, “Geel yaa geeel,” diye çılgınlar gibi paltomu çekmeye devam ediyor. Herkes hayretle metrobüsün ortasında yaptığımız bu ittirme-çektirme performansına bakarken, kız bir anda “Aağğğğ ağğğ otuuuur,” diye kafasını arkaya ata ata ağlamaya başladı. Ama kuru kuru, sıfır gözyaşı. Sonra baktı karşısındakinin inadı keçi inadı, “Eeeh!” deyip gitti. Bir şey anlamadım. O da mı deney yapıyordu nedir.
Devamı haftaya…