hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Melis Danişmend Melis Danişmend

    Yurt dışında Türk görünce kaçmama deneyi

    18.09.2017 Pazartesi | 15:30Son Güncelleme:

    Birbirimizi kandırmayalım. Sınırı geçince kendinden birini gören büyükşehir insanının ilk reflekslerinden biri, ağzını Türkçe kelime kaçmayacak şekilde sıkı sıkı kapatmak (yerine göre yabancı taklidi yapmak) ve bulunduğu ortamdan hızla uzaklaşmak oluyor. Artık sınırlar dahilinde birbirimize zor tahammül ederken, hudutu geçince ''Şöyle bir kafamı dinleyeyim'' havasına mı giriyoruz nedir, mümkün mertebe yurttaşlarımızdan uzak kalmaya çalışıyoruz. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Yurt dışında Türk görünce kaçmama deneyi

    Geçen hafta Foo Fighters, Mumford & Sons, London Grammar, Michael Kiwanuka gibi çok sevdiğim isimlerin konser verdiği Lollapalooza festivaline katılmak üzere Berlin’deydim. Fırsat bu fırsat bu yabaniliğe bir son vereyim, bizden biriyle karşılaşınca selam sabahımı eksik etmeyeyim dedim. İşte olanlar…

    • Öncelikle şunu yazarak başlayayım. Yaklaşık altı aydır yapıp yazdığım kent deneylerimin zirve noktasına Berlin’de ulaştım. Zirve noktası çünkü Almanların tamamı zaten doğuştan bu deneyleri yapıyor. Yol vermekten kaldırıma park etmemeye, selam vermekten sıraya kaynak yapmamaya kadar tüm deneyler burada sanırım 150 yıldır falan sürmekte. Marketlerde kasada bir tane bile poşet görmüyor, elinizdeki çöpü sokakta herhangi bir çöpe değil ait olduğu geri dönüşüm kutusuna atıyorsunuz. Hele bir atmayın.
    • Türk görünce usul usul uzamaya alışmış birinin ''merhaba'' demeye hazır hale gelmesi biraz antrenman gerektiriyor. Bir süre tam olarak “olaya giremiyorsunuz” malum Berlin’de çok Türk yaşıyor. Bir kahveciden kahve almak üzere tezgaha yanaştığımda tipinden Türk olduğunu tahmin ettiğim ama emin olamadığım için İngilizce konuşmaya başladığım, sonra aksanından Türk olduğunu anladığım adama, “Merhaba!” demeye cesaret edemedim. Özür dilerim, Wi-Fi şifresini sorduğumda telefonumu alıp yazmaya çalışırken yanlış tuşa bastığında, “Ayy!” deyişinden Türk olduğunu yüzde 200 anladığım beyefendi. Size, “Çok sağolun,” diyemedim, “Thank you!” dedim.

    • Mitte sokaklarında dolaşıyorum. Gideceğim cafelerden birini bulmak üzere telefonumdan haritaya bakıyorum. Solumdaki binada bir iskele kurulmuş, fosforlu yelekli işçiler tamirat yapıyorlar. Biraz sonra biri diğerine, “Kadına bak ya! Heykel gibi duruyor kıpırdamadan!” dedi. “Hah!” dedim, “canım gurbetçilerimizle deneyimi başlatayım.” Önce hiç istifimi bozmadan haritaya bakmaya devam ettim, bakalım neler diyecekler diye. Biri bana doğru bağıra bağıra, “Kestanem ammaaaan kestanem ammaaan…” diye oynak bir türkü söylemeye başladı. Bayağı İbrahim Tatlıses gibi. Öbürü, “Ahmet kadına yardım etsene yaa, sor bakalım nereye gidiyor,” dedi. Derken konuşmalar daha fena noktalara gitmeye başladı. Hani tam birbirlerinin omuzlarına “aghagahağghğğ” diye vuran adamların yapacağı türde. Ben de tam sırası diyerek kafamı kaldırdım ve gülümseyerek, “Merhabaaa! Kolay gelsin!” dedim. Ice Age’de Sid’in buz içinde donmuş hali vardır. Öyle kalakaldı üçü de. Arkama bakmadan yürümeye devam ettim. Gurbetçilerimizle bu vesileyle kucaklaşmış oldum.

    • Üçüncü günümde Türklere ''merhaba'' deme çekingenliğimi tamamen atmış durumdaydım. Fakat adeta sevmeyince sevilmen, sevince sevilmemen kuralı misali ben kollarımı açınca Türkler benden kaçmaya başladı. Festivalin ikinci günü alana gitmek için çağırdığımız taksinin şoförü Türk çıktı. Uber’de şoförün adı gözüktüğü için Yusuf Bey’in arabasına bineceğimizi biliyorduk. Ben boş bulunup önce, “Hello!” dedim, sonra şoförümüzün Türk olduğunu hatırlayıp neşeyle (neredeyse bağırarak), “Aa siz Türk’tünüz, merhaba!” dedim. Benim bu manasız coşkum karşısında adam tamamen tepkisiz kaldı ve ses çıkarmadı. Berlin’de bir taksi şoförünün Türk olmasına bu kadar sevinen birini belli ki daha önce görmemişti. Ama bir süre sonra arkadaşımın, “Yusuf Abi…” diye başlayan cümlelerine kayıtsız kalamadı ve nasıl Almanya’ya göç ettiğinden girdik, Türkiye’nin şu anki durumundan çıktık. İnerken, “Haydi çocuklar, iyi eğlenceler!” diyerek uğurladı bizi. 

    • Festivalde bira sırasındayken (bu arada hayatımda bu kadar ağır ilerleyen ve bitmek bilmeyen sıraları bir tek Berlin’deki festivalde gördüm, 25 dakikadan önce hiçbir sıradan bir şey almam mümkün olmadı, lütfen ülkemizdeki festivallerin yiyecek-içecek standlarını öpüp başımıza koyalım) yanıma çok tatlı bir grup Türk yaklaşıp, “Sevgili Melis Danişmend, bir fotoğraf çektirebilir miyiz?” dedi. Bu sürpriz karşısında şaşırdım, mutlu oldum ve tabii ki kaçmadım.

    • Ertesi gün bir markete girdiğimizde kasadaki adamın yine Türk olduğunu anladım ama kesinlikle bizimle Türkçe konuşmadı, Almanca cevap verdi. Fakat ben azimli olduğum için bir sonraki gün girdiğim Türk marketinde kasadaki kadına, “Merhaba!” dedim, o da, “Hoşgeldiniz!” dedi. Fakat ağız alışkanlığı olsa gerek, “Teşekkürler!” dediğimde, “Bitte schön!” diye uğurladı beni.

    • Sokaklarda yürürken iki Türk gördüm, aralarında konuşuyorlardı. Merhabalaşacak bir an yakalayamadım. Ama gözlerinin içine bakarak gülümsedim. Tuhaf bir tip olduğumu düşünmüş olabilirler. 

    • Bu deneye başlamadan önce arkadaşlarıma anket misali, “Türkler yurtdışında birbirinden kaçar mı?” diye sorduğumda istisnasız hepsi, “Evet tabii,” demişti. Düşününce ne kadar tuhaf değil mi? Niye kaçıyoruz? Ne yapacağız birbirimize? Değerli anlarımızın mahvolmasına mı neden olacak karşımızdaki kişi? “Ben senin gibi değilim! Ben başkayım!” demeye çalışmak mı bu? Cevaplar sizde, bende. Hepimizin birbirimizi seveceği günler yakında olsun.