

Yakın bir zamanda Kalan Müzik etiketiyle plak formatında dinleyiciyle buluşan “62-87 Burçak Tarlası” albümü Tülay German’ın müzikal hayatının yeni kuşaklara ulaşması hususunda ilgiyi arttırabilecek bir çalışma. Bu bağlamda Tülay German’ın hayatının Fransa yıllarında yerel müziğimizi evrensel boyuta taşıma serüveni ve oradaki yaşamındaki önemli noktaları sizlerle paylaşmak istiyorum.
1960’lı yılların ikinci yarısına doğru As Kulüp’te tesis edilen fikir ve sanat insanlarının buluşma ortamı giderek artan siyasi baskılar sonucunda bozulmaya başlamış ve Erdem Buri için şartlar giderek ağırlaşmıştı. Ekrem Buri ismi Türkiye’deki müzikal tarih incelendiği zaman sadece Tülay German’ın değil Türkiye’de müzikal değişimin önemli isimlerinden biri haline gelmiştir. “Burçak Tarlası” sonrasında Ruhi Su ile birlikte As Kulüp bünyesinde başarılı konserler vererek Türkçe sözlü popüler müzik ve modern müzikal formatla entegre edilmiş halk türkülerini seslendiren Tülay German o yıllarda başarılı çalışmalarla adından söz ettirse de Erdem Buri’nin içinde bulunduğu şartları görmezden gelemiyordu. Tehdit mektupları, hapis istemleri onları tutunamayacak raddeye getirmişti.
Yıl 1966… Tülay German, 29 Mart’ı 30 Mart’a bağlayan gece dostları Yılmaz Güney ile beraberken kararını vermiş ve Erdem Buri’ye sessiz ve kararlı bir şekilde “Geliyorum” demişti. Yeşilköy havaalanından kalkan uçak daha bu topraklarda yapabileceklerinin büyük bir kısmını yapamamış iki müzik insanını bizlerden ayırıyordu. Onlar için artık şartların ve müzikal faaliyetlerin bambaşka bir seyirde ilerlediği Paris günleri başlıyordu.
1966 yılının Mart ayı itibarıyla yeni yaşamlarına ve sanat dünyasına uyum sağlamak için çaba sarf eden Tülay German ve Erdem Buri henüz Türkiye’de oluşmasında büyük katkıları olan müzikal yeniliklerin bireysel kariyerlerindeki istikrarını sağlayamadan kendi düzenlerini tehdit, baskı ve hapis istemleri sebebiyle terk etmek zorunda kaldılar. Göç bu bağlamda birçok sıkıntıyı beraberinde getiriyordu. Bilinmeyen bir dilin, aşina olunmayan bir kültürün içerisinde adapte olma çabalarının yanında müzikal açıdan da kendilerini göstermeleri gerekiyordu.
Bu fırsatı da 1966 yılının Haziran ayında yakaladılar. Mösyö Bourgeois’in prodüktörlüğünde Tülay German sözleri ve bestesi Ekrem Buri’ye ait olan “Kara Kızın Türküsü” şarkısını Fransızca söyledi. Yeni dönemde şarkılarını çoğunlukla Fransızca söyleyecekti. Ayrıca bu dönemlerde Fransa’daki ilk konserlerinden birini de Gaveau’da verdi.
İlk sözleşme ve ilk konserin ardından dış görünüşü ve saçları da yeni prodüktörü öncülüğünde değiştirilmeye başlanmıştı. Tanıtımı hususunda büyük bir titizlik gösteriliyordu. Hayatı ve sesi sigorta altına alındı. İsminin telaffuzunun kolaylaştırılması maksadıyla da Toulaï olarak anılmaya başlanmıştı. Bu süre zarfında tepeden tırnağa kariyeri titizlikle organize ediliyordu. Bu yoğun koşturmacadan sonra prodüktörünün tavsiyesiyle bir süre Cote d’Azur’da istirahat etti.
Titizlikle organize edilen kariyerinin yeni döneminde kısa sürede ilgi görmeye başladı. Philips ile anlaşmıştı. Ocak 1967 itibarıyla Fransa’nın belli başlı radyoları Tülay German’ın şarkılarını çalıyordu. Önceki yıllarda müzikal kariyerinin şekillenmesinde başrolü oynayan isimler olan Erdem Buri ve Ruhi Su’nun yanına artık yeni isimler ekleniyordu. Yeni düzene uyum sağlama konusunda giderek daha başarılı görünen Tülay German 1967’nin Şubat ayı itibarıyla artık Fransa’da adından söz ettiren bir sanatçı olmuştur.
Paris-Jour gazetesi Tülay German’ın sesini Dalida ile Nana Mouskouri arasında bir ses rengi olarak değerlendiriyordu. 9 Şubat 1967 gecesi France-Inter stüdyosunun Michel Godard tarafından yönetilen Inter-Variétés programında ilk defa canlı programa çıkıyordu. “Garde Moi”, “Mecnunum Leylamı Gördüm” ve “Santa Maria” o gece söylediği şarkılar oldu.
Gördüğü ilginin ardından kısa bir süre sonra takvimler 23 Şubat 1967’yi gösterdiğinde “Pardonne Moi”, “Burçak Tarlası” ve “Gardemoi” şarkılarıyla aynı programda tekrardan yer aldı. Mayıs 1967’de ise Allo Paris dergisinin kapağında yer alan Tülay German için “Türk şarkıcısı Toulai şimdi Tsarevitch gece kulübünde büyük sükse yapıyor.” ifadelerine yer verilmişti. Temmuz 1967’de İstanbul’da Süheyl Denizci Topluluğu ile konser veren Tülay German yıllar içerisinde sık olmasa da yolu Türkiye’ye düşecek ve gelişmeleri gözlemleme fırsatı yakalayacaktı.
1968 yılının Ocak ayında Fransa’daki ikinci plak çalışması “Kumbaya” ile büyük ses getirmiş ve bu çalışma Fransa’daki ilk dönemin en dikkat çekici çalışmalarından biri olmuştu. Sonrasında da yeni başarılar sırasıyla gelmeye devam etti. Ekim 1968’de önce Moody Blues topluluğu ile konser veren Tülay German sonrasında da Rio Müzik Festivali’ne davet edildi. Françoise Hardy ile birlikte Rio Müzik Festivali’ne katıldı.
Bu başarılarının yanında sinema ve televizyon dünyasında da şarkılarıyla yer almaya başladı. Çekimleri 1968 yılında başlayan fakat 1971’de vizyona giren “Perverse Et Docile” filminde Tülay German filmin başında ve sonunda sesiyle bizleri selamlıyordu. Ayrıca “Monsieur 100.000 Volt” dizisinde jenerik müziğini de söyledi. Daha erken tarihlerde Fransa’da sonrasında da Haziran 1969’da Türkiye’de de dinleyicilerle buluşan “La Chanson De L’oubli” plağı çok ses getirdi. Christian Gaubert ve orkestrasının eşliğiyle Tülay German önemli bir başarı yakalamış bu çalışma Türkiye’de de karşılık bulmuş ve Türkiye’de medya tekrardan Tülay German ismine ilgi göstermeye başlamıştı.
Plak başarılarının ve medya ilgisinin sonunda 1970 Nisan yılında Lalezar’da sahneye çıkmak için Türkiye’ye gelen Tülay German yedisi Türkçe biri Fransızca sekiz parçalık bir repertuar hazırlamıştı. “Bir Ses Gelir”, “Sevmem Bir Daha” (Kumbaya), “Kördüğüm”, “Sevemedin Beni”, “Aşk Denen Şey”, “Burçak Tarlası” ve “Mari Isabbell” o dönem sahnede söylediği şarkılardı.
Fakat hatıralarında kalan, hayal ettiğinden çok daha farklı şartlarda görür İstanbul’u. O güne kadar İstanbul hasreti içini kor alevlerle sararken gördüğü manzara o hasretin, yılların özleminin eriyip gitmesine neden olur. Fransa’ya gittiğinden beri sürekli İstanbul özlemini dile getiren Tülay German, İstanbul’a geldiği zamanlarda ise giderek şehirle arasına giren sorunların ortaya çıktığını görmeye başlamıştır.
Mayıs 1970’te yine Yeşilköy’den kalkan uçakla Fransa’ya dönmesiyle birlikte gözlemlemiş olduğu siyasi karmaşanın giderek geri dönüşü olmayan bir yola girdiğini fark etmişti. 12 Mart 1971’de gerçekleşen askeri darbe sonrasında Türkiye’den birçok insan Fransa’ya gitmiş orada da Tülay German ile temas kurma fırsatı bulmuştu.
Ülkesinin içinde bulunduğu durum sonrasında Tülay German Philips ile olan sözleşmesini feshedip Fransızca şarkılar söylemeyi bırakarak kendini tamamen yeni bir müzikal döneme ve yeni soruların cevaplarını bulmaya adadı. Bu yeni süreç sanat hayatının diğer dönemleriyle karşılaştırıldığı zaman oldukça farklı olduğu ortaya çıkıyordu.
Tülay German’ın Fransa’da geçen yıllarını iki dönemde incelememiz gerekiyor. İlk yıllarında Eddy Marnay, Ronnie Gilbert, Billy Nencioli, Gerry Langley, Jimmy Stewart, Joss Baselli, Armand Canfora gibi isimlerle çeşitli müzikal çalışmalar gerçekleştirip plak dolduran Tülay German Fransa’daki ikinci dönemini incelediğimiz zaman toplumsal olaylara, eşitsizliklere, insanların sorunlarına değineceği yıllar olarak göze çarpıyordu. Geldiği toprakların dertleriyle ve geldiği toprakların müzisyenleriyle kendini bütünleştireceği yıllar olacaktı.
12 Eylül 1980 sonrasında Tülay German, Paris’in 1968’den süregelen misyonu sebebiyle göçmenlerle, irtica edenlerle kurduğu yakınlık sonrasında konser ve programların yanında yeni döneminin ilk kayıt çalışmalarını gerçekleştirmeye başladı. Giderek politik yönü ağır basan bir müzisyen haline geldi. Francois Rabbaht ve İlhan Mimaroğlu bu yeni döneminde çalıştığı en önemli iki müzisyendi. Tülay ile tanıştıktan sonra bağlama öğrenen Rabbaht, Tülay German’a bağlama ile eşlik etmeye başladı.
Mart 1970’te Arda Uskan’ın sorularını yanıtlamış olan Tülay German; “Geleneksel Türk müziğinden hareket ederek evrenselliğe kavuşmak istiyorum.” demişti. Ülkesinde meydana gelen sarsıcı siyasi ortamın etkisiyle müzikal kariyeri de değişmiş olan Tülay German 1980’de “Toulaï Et François Rabbath” ve 1982’de “Nazım Hikmet’e Saygı” albümlerinde Fransa’daki müzikal kariyerinin ikinci döneminin kendi kariyerinin en önemli dönemlerinden biri haline gelmesini sağladı.
Bu dönemde Francois Rabbaht ve Ekrem Buri ile çalışmasının yanında iki albümde Sabahattin Ali, Zülfü Livaneli, Yunus Emre, Nazım Hikmet, Dede Efendi, Karacaoğlan, Dadaloğlu ve Pir Sultan Abdal’ın dizelerini, sözlerini ve türkülerini Fransa’dan haykırıyordu. Dönememişti fakat sesiyle kendi topraklarının dertlerini duyurmaya çalışmıştı. Bu haykırış orada gereken karşılığı buldu ve Fransa'nın en büyük ödülü sayılan ve Türkiye'den 1971 yılında Moğollar'a, 1988'de Ruhi Su'ya verilen “Académie Charles Cros Grand Prix du Disque” adlı ödülü 1981 yılında Tülay German kazandı.
Avrupa’da, Amerika’da konserler, film müzikleri, festivaller sonucunda yılların giderek olgunlaştırdığı Tülay German hedeflediği müziğini evrenselleştirme görevini tamamladığını hissettiği anda sesi, coşkusu ortadan kaybolmadan 1987 yılında Hollanda’da verdiği bir konser sonrasında sahnelere veda etti. Sessizce köşesine çekildi. Kendi deyimiyle kayboldu.
Belki de Didem Madak’ın dizeleri olan “Dalgınlığınıza gelmek istiyorum ve kaybolmak o dalgınlıkta” yaşananlara oldukça uyan dizelerdi. Maalesef Tülay German’da sessizce köşesine çekildiğinde bizim dalgınlığımızdan dolayı kayboldu. Bu sessizlik yıllarında can yoldaşı Erdem Buri’yi kaybetmiş olsa da sessizce köşesinde, hatıralarda, şarkılarda kalmaya devam etti.
Kalan Müzik belki de o dalgınlıkların arasında kalan, müziğimizin çok büyük şeyler borçlu olduğu Tülay German’a ve Erdem Buri’ye bir vefa borcu ödemiş oldu. Sağlık şartlarının, hayatın ve yaşamın bu denli zorluklar içerisinde olduğu dünyanın sorunlarla boğuştuğu bir dönemde müzikseverlere ihtiyaç duydukları bir sesi bir nefesi ulaştırabildikleri için kendilerine teşekkür ediyorum.
Son sözlerimi Tülay German’a söylemek istiyorum. Eğer bu satırları okuma şansı olursa onca dalgınlığın içinde sessizliğini gören bir genç var. Müziğimize ve bizlere kattıkları için kendisine sonsuz teşekkür ediyorum. Belki bir gün sesini duyma şansına erişebilirim diye hayaller kuruyorum, hayat işte…
Hayaller kuran, gökyüzünü izleyen ve Tülay German’ı unutmayanlara ithafen…
Yakın bir zamanda Kalan Müzik etiketiyle plak formatında dinleyiciyle buluşan “62-87 Burçak Tarlası” albümü Tülay German’ın müzikal hayatının yeni kuşaklara ulaşması hususunda ilgiyi arttırabilecek bir çalışma. Bu bağlamda Tülay German’ın hayatının Fransa yıllarında yerel müziğimizi evrensel boyuta taşıma serüveni ve oradaki yaşamındaki önemli noktaları sizlerle paylaşmak istiyorum.
1960’lı yılların ikinci yarısına doğru As Kulüp’te tesis edilen fikir ve sanat insanlarının buluşma ortamı giderek artan siyasi baskılar sonucunda bozulmaya başlamış ve Erdem Buri için şartlar giderek ağırlaşmıştı. Ekrem Buri ismi Türkiye’deki müzikal tarih incelendiği zaman sadece Tülay German’ın değil Türkiye’de müzikal değişimin önemli isimlerinden biri haline gelmiştir. “Burçak Tarlası” sonrasında Ruhi Su ile birlikte As Kulüp bünyesinde başarılı konserler vererek Türkçe sözlü popüler müzik ve modern müzikal formatla entegre edilmiş halk türkülerini seslendiren Tülay German o yıllarda başarılı çalışmalarla adından söz ettirse de Erdem Buri’nin içinde bulunduğu şartları görmezden gelemiyordu. Tehdit mektupları, hapis istemleri onları tutunamayacak raddeye getirmişti.
Yıl 1966… Tülay German, 29 Mart’ı 30 Mart’a bağlayan gece dostları Yılmaz Güney ile beraberken kararını vermiş ve Erdem Buri’ye sessiz ve kararlı bir şekilde “Geliyorum” demişti. Yeşilköy havaalanından kalkan uçak daha bu topraklarda yapabileceklerinin büyük bir kısmını yapamamış iki müzik insanını bizlerden ayırıyordu. Onlar için artık şartların ve müzikal faaliyetlerin bambaşka bir seyirde ilerlediği Paris günleri başlıyordu.
1966 yılının Mart ayı itibarıyla yeni yaşamlarına ve sanat dünyasına uyum sağlamak için çaba sarf eden Tülay German ve Erdem Buri henüz Türkiye’de oluşmasında büyük katkıları olan müzikal yeniliklerin bireysel kariyerlerindeki istikrarını sağlayamadan kendi düzenlerini tehdit, baskı ve hapis istemleri sebebiyle terk etmek zorunda kaldılar. Göç bu bağlamda birçok sıkıntıyı beraberinde getiriyordu. Bilinmeyen bir dilin, aşina olunmayan bir kültürün içerisinde adapte olma çabalarının yanında müzikal açıdan da kendilerini göstermeleri gerekiyordu.
Bu fırsatı da 1966 yılının Haziran ayında yakaladılar. Mösyö Bourgeois’in prodüktörlüğünde Tülay German sözleri ve bestesi Ekrem Buri’ye ait olan “Kara Kızın Türküsü” şarkısını Fransızca söyledi. Yeni dönemde şarkılarını çoğunlukla Fransızca söyleyecekti. Ayrıca bu dönemlerde Fransa’daki ilk konserlerinden birini de Gaveau’da verdi.
İlk sözleşme ve ilk konserin ardından dış görünüşü ve saçları da yeni prodüktörü öncülüğünde değiştirilmeye başlanmıştı. Tanıtımı hususunda büyük bir titizlik gösteriliyordu. Hayatı ve sesi sigorta altına alındı. İsminin telaffuzunun kolaylaştırılması maksadıyla da Toulaï olarak anılmaya başlanmıştı. Bu süre zarfında tepeden tırnağa kariyeri titizlikle organize ediliyordu. Bu yoğun koşturmacadan sonra prodüktörünün tavsiyesiyle bir süre Cote d’Azur’da istirahat etti.
Titizlikle organize edilen kariyerinin yeni döneminde kısa sürede ilgi görmeye başladı. Philips ile anlaşmıştı. Ocak 1967 itibarıyla Fransa’nın belli başlı radyoları Tülay German’ın şarkılarını çalıyordu. Önceki yıllarda müzikal kariyerinin şekillenmesinde başrolü oynayan isimler olan Erdem Buri ve Ruhi Su’nun yanına artık yeni isimler ekleniyordu. Yeni düzene uyum sağlama konusunda giderek daha başarılı görünen Tülay German 1967’nin Şubat ayı itibarıyla artık Fransa’da adından söz ettiren bir sanatçı olmuştur.
Paris-Jour gazetesi Tülay German’ın sesini Dalida ile Nana Mouskouri arasında bir ses rengi olarak değerlendiriyordu. 9 Şubat 1967 gecesi France-Inter stüdyosunun Michel Godard tarafından yönetilen Inter-Variétés programında ilk defa canlı programa çıkıyordu. “Garde Moi”, “Mecnunum Leylamı Gördüm” ve “Santa Maria” o gece söylediği şarkılar oldu.
Gördüğü ilginin ardından kısa bir süre sonra takvimler 23 Şubat 1967’yi gösterdiğinde “Pardonne Moi”, “Burçak Tarlası” ve “Gardemoi” şarkılarıyla aynı programda tekrardan yer aldı. Mayıs 1967’de ise Allo Paris dergisinin kapağında yer alan Tülay German için “Türk şarkıcısı Toulai şimdi Tsarevitch gece kulübünde büyük sükse yapıyor.” ifadelerine yer verilmişti. Temmuz 1967’de İstanbul’da Süheyl Denizci Topluluğu ile konser veren Tülay German yıllar içerisinde sık olmasa da yolu Türkiye’ye düşecek ve gelişmeleri gözlemleme fırsatı yakalayacaktı.
1968 yılının Ocak ayında Fransa’daki ikinci plak çalışması “Kumbaya” ile büyük ses getirmiş ve bu çalışma Fransa’daki ilk dönemin en dikkat çekici çalışmalarından biri olmuştu. Sonrasında da yeni başarılar sırasıyla gelmeye devam etti. Ekim 1968’de önce Moody Blues topluluğu ile konser veren Tülay German sonrasında da Rio Müzik Festivali’ne davet edildi. Françoise Hardy ile birlikte Rio Müzik Festivali’ne katıldı.
Bu başarılarının yanında sinema ve televizyon dünyasında da şarkılarıyla yer almaya başladı. Çekimleri 1968 yılında başlayan fakat 1971’de vizyona giren “Perverse Et Docile” filminde Tülay German filmin başında ve sonunda sesiyle bizleri selamlıyordu. Ayrıca “Monsieur 100.000 Volt” dizisinde jenerik müziğini de söyledi. Daha erken tarihlerde Fransa’da sonrasında da Haziran 1969’da Türkiye’de de dinleyicilerle buluşan “La Chanson De L’oubli” plağı çok ses getirdi. Christian Gaubert ve orkestrasının eşliğiyle Tülay German önemli bir başarı yakalamış bu çalışma Türkiye’de de karşılık bulmuş ve Türkiye’de medya tekrardan Tülay German ismine ilgi göstermeye başlamıştı.
Plak başarılarının ve medya ilgisinin sonunda 1970 Nisan yılında Lalezar’da sahneye çıkmak için Türkiye’ye gelen Tülay German yedisi Türkçe biri Fransızca sekiz parçalık bir repertuar hazırlamıştı. “Bir Ses Gelir”, “Sevmem Bir Daha” (Kumbaya), “Kördüğüm”, “Sevemedin Beni”, “Aşk Denen Şey”, “Burçak Tarlası” ve “Mari Isabbell” o dönem sahnede söylediği şarkılardı.
Fakat hatıralarında kalan, hayal ettiğinden çok daha farklı şartlarda görür İstanbul’u. O güne kadar İstanbul hasreti içini kor alevlerle sararken gördüğü manzara o hasretin, yılların özleminin eriyip gitmesine neden olur. Fransa’ya gittiğinden beri sürekli İstanbul özlemini dile getiren Tülay German, İstanbul’a geldiği zamanlarda ise giderek şehirle arasına giren sorunların ortaya çıktığını görmeye başlamıştır.
Mayıs 1970’te yine Yeşilköy’den kalkan uçakla Fransa’ya dönmesiyle birlikte gözlemlemiş olduğu siyasi karmaşanın giderek geri dönüşü olmayan bir yola girdiğini fark etmişti. 12 Mart 1971’de gerçekleşen askeri darbe sonrasında Türkiye’den birçok insan Fransa’ya gitmiş orada da Tülay German ile temas kurma fırsatı bulmuştu.
Ülkesinin içinde bulunduğu durum sonrasında Tülay German Philips ile olan sözleşmesini feshedip Fransızca şarkılar söylemeyi bırakarak kendini tamamen yeni bir müzikal döneme ve yeni soruların cevaplarını bulmaya adadı. Bu yeni süreç sanat hayatının diğer dönemleriyle karşılaştırıldığı zaman oldukça farklı olduğu ortaya çıkıyordu.
Tülay German’ın Fransa’da geçen yıllarını iki dönemde incelememiz gerekiyor. İlk yıllarında Eddy Marnay, Ronnie Gilbert, Billy Nencioli, Gerry Langley, Jimmy Stewart, Joss Baselli, Armand Canfora gibi isimlerle çeşitli müzikal çalışmalar gerçekleştirip plak dolduran Tülay German Fransa’daki ikinci dönemini incelediğimiz zaman toplumsal olaylara, eşitsizliklere, insanların sorunlarına değineceği yıllar olarak göze çarpıyordu. Geldiği toprakların dertleriyle ve geldiği toprakların müzisyenleriyle kendini bütünleştireceği yıllar olacaktı.
12 Eylül 1980 sonrasında Tülay German, Paris’in 1968’den süregelen misyonu sebebiyle göçmenlerle, irtica edenlerle kurduğu yakınlık sonrasında konser ve programların yanında yeni döneminin ilk kayıt çalışmalarını gerçekleştirmeye başladı. Giderek politik yönü ağır basan bir müzisyen haline geldi. Francois Rabbaht ve İlhan Mimaroğlu bu yeni döneminde çalıştığı en önemli iki müzisyendi. Tülay ile tanıştıktan sonra bağlama öğrenen Rabbaht, Tülay German’a bağlama ile eşlik etmeye başladı.
Mart 1970’te Arda Uskan’ın sorularını yanıtlamış olan Tülay German; “Geleneksel Türk müziğinden hareket ederek evrenselliğe kavuşmak istiyorum.” demişti. Ülkesinde meydana gelen sarsıcı siyasi ortamın etkisiyle müzikal kariyeri de değişmiş olan Tülay German 1980’de “Toulaï Et François Rabbath” ve 1982’de “Nazım Hikmet’e Saygı” albümlerinde Fransa’daki müzikal kariyerinin ikinci döneminin kendi kariyerinin en önemli dönemlerinden biri haline gelmesini sağladı.
Bu dönemde Francois Rabbaht ve Ekrem Buri ile çalışmasının yanında iki albümde Sabahattin Ali, Zülfü Livaneli, Yunus Emre, Nazım Hikmet, Dede Efendi, Karacaoğlan, Dadaloğlu ve Pir Sultan Abdal’ın dizelerini, sözlerini ve türkülerini Fransa’dan haykırıyordu. Dönememişti fakat sesiyle kendi topraklarının dertlerini duyurmaya çalışmıştı. Bu haykırış orada gereken karşılığı buldu ve Fransa'nın en büyük ödülü sayılan ve Türkiye'den 1971 yılında Moğollar'a, 1988'de Ruhi Su'ya verilen “Académie Charles Cros Grand Prix du Disque” adlı ödülü 1981 yılında Tülay German kazandı.
Avrupa’da, Amerika’da konserler, film müzikleri, festivaller sonucunda yılların giderek olgunlaştırdığı Tülay German hedeflediği müziğini evrenselleştirme görevini tamamladığını hissettiği anda sesi, coşkusu ortadan kaybolmadan 1987 yılında Hollanda’da verdiği bir konser sonrasında sahnelere veda etti. Sessizce köşesine çekildi. Kendi deyimiyle kayboldu.
Belki de Didem Madak’ın dizeleri olan “Dalgınlığınıza gelmek istiyorum ve kaybolmak o dalgınlıkta” yaşananlara oldukça uyan dizelerdi. Maalesef Tülay German’da sessizce köşesine çekildiğinde bizim dalgınlığımızdan dolayı kayboldu. Bu sessizlik yıllarında can yoldaşı Erdem Buri’yi kaybetmiş olsa da sessizce köşesinde, hatıralarda, şarkılarda kalmaya devam etti.
Kalan Müzik belki de o dalgınlıkların arasında kalan, müziğimizin çok büyük şeyler borçlu olduğu Tülay German’a ve Erdem Buri’ye bir vefa borcu ödemiş oldu. Sağlık şartlarının, hayatın ve yaşamın bu denli zorluklar içerisinde olduğu dünyanın sorunlarla boğuştuğu bir dönemde müzikseverlere ihtiyaç duydukları bir sesi bir nefesi ulaştırabildikleri için kendilerine teşekkür ediyorum.
Son sözlerimi Tülay German’a söylemek istiyorum. Eğer bu satırları okuma şansı olursa onca dalgınlığın içinde sessizliğini gören bir genç var. Müziğimize ve bizlere kattıkları için kendisine sonsuz teşekkür ediyorum. Belki bir gün sesini duyma şansına erişebilirim diye hayaller kuruyorum, hayat işte…
Hayaller kuran, gökyüzünü izleyen ve Tülay German’ı unutmayanlara ithafen…