hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Uğur Hakan Hacıoğlu Uğur Hakan Hacıoğlu

    Fuat Tuaç: “Bu Albümde Kendi Göç Hikayemi Anlatıyorum”

    19.03.2023 Pazar | 11:06Son Güncelleme:

    Son yıllarda müzikal üretimleriyle ülkemizi Kanada’da temsil eden Fuat Tuaç ile müzik kariyerinin başlangıcını, müziğe dair hislerini, Kanada’ya taşınma ve alışma sürecini ve son albüm projesi ile beraber göç olgusunun birey ve toplumdaki yansımalarını konuştuk.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Uğur Hakan Hacıoğlu: Bir hukukçu olarak hayatınıza devam ederken kariyerinizin en üretken olabilecek yıllarında ani bir kararla kariyerinizi müziğe yöneltmeniz nasıl gerçekleşti? O dönemden günümüze baktığımızda aldığınız kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?

    Fuat Tuaç: Müzik benim için her zaman bir tutku idi. Sabah kalktığım andan yatana dek şarkı söylerim. Lisede gitar dersi almaya başladım ancak gerisi gelmedi. Aile baskısından korktuğum için çok gitmek istediğim konservatuvarın sınavına bile başvurmadım. Hukukçu oldum ve içimdeki sanatçı olma isteğini bastırmak zorunda kaldım. Ancak bu istek 32 yaşında şimşek hızıyla yeniden yüzeye çıktı. Hasbelkader hobi olarak başladığım caz vokal dersleri benim için bir tutkuya dönüştü. 35 yaşında bir cuma günü İstanbul’daki prestijli avukatlık işimden istifa edip Montreal’deki müzik okuluna başladım.

    Hayat, hayalleri ertelemek için çok kısa... Bunu bize pandemi bir kez daha kanıtlamış oldu. İstanbul'da kalıp avukatlık mesleğini sürdürseydim içimde korkunç bir ukde ile yaşamak zorunda kalacaktım, bunun karşılığında rahat bir yaşantım olacaktı. Kendimce oldukça büyük bir risk aldım ama her anına değdi, pişman değilim. Artık müzisyenim, kendi şarkılarımı yazıp söylüyorum, bu şarkılar dünya radyolarında çalıyor. Bundan daha büyük bir mutluluk olabilir mi bir müzisyen için?

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    U.H.H.: Aslında gençlik yıllarında dahi müziğe yoğun bir ilginiz varmış. Yıllar geçse de bu ilginin azalmadığını hatta bir mesleğe dönüştüğünü de düşünürsek insanın kendini, yeteneklerini ve hayatı keşfetme yolculuğunu nasıl yorumluyorsunuz? Sizce kendimizi keşfetmemizin bir sonu yahut sonucu var mıdır?

    F.T.: Hayat bir yolculuk... Düzenli maaş, işverenin bize hayallerimizi unutmamız için verdiği bir ilaç. Aksiyon almak için “doğru zamanı” beklerseniz, hayat boyu bekleyebilirsiniz. Öğrenmenin, kişisel gelişimin sonu yok. Hayattaki en zor şeylerden biri hayallerinize odaklanmak oysa sürekli şikayet etmek çok kolay... Hayallerimize ulaşmada en büyük engellerden biri ego, ikincisi ise kişisel disiplin... Bu ikisini bertaraf ettiğiniz andan itibaren hiç kimse ya da hiçbir şey size engel olamaz.

    U.H.H.: İstanbul’da müzikal anlamda kendinizi geliştirirken Kanada’ya gitme fikri nasıl gerçekleşti? Kanada’ya doğru yola çıkmışken kendinizi hiç Montreal Caz Festivali’nde sahne alırken hayal ettiniz mi?

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    F.T.: Cazın anavatanı Kuzey Amerika… Her ne kadar Avrupa cazına çok saygım ve ilgim olsa da klasik anlamda caz öğrenmek için Kuzey Amerika’da caz okumak bence çok önemli. Kendimi bir müzisyen olarak yeniden yaratmak istiyordum. Bu nedenle bana göçmenlik perspektifi de sunan Kanada bu anlamda çok cazip geldi. Hem Fransızca bilmem hem de gerçek bir caz kenti olduğu için başlangıçta Toronto yerine Montreal’i seçtim. Ve tabii ki hayallerimde hep Montreal Caz Festivali’nde yer almak vardı.

    U.H.H.: Oscar Peterson, Diana Krall, Michael Bubble ve daha nicesi… Kanada’da birçok caz müzisyeni yetişti. Bu isimleri de göz önünde bulundurarak caz müziğin Kanada’daki temelini ve bu tarza gösterilen ilgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

    F.T.: Kanada dünya caz müziğine çok katkıda bulunan bir ülke. Amerika’da alkolün yasaklandığı finansal kriz döneminde birçok caz müzisyeni Kanada’ya göç etmiş. Avrupa kadar olmasa da Kanada’da sanatçılar için güzel burs imkanları var. Bu anlamda Kanada, sanatçılarına destek veriyor diyebilirim. Her ne kadar pandemi sırasında sanatçılara verdiği destek konusunda çok sınıfta kalmış olsa da… Kanadalı sanatseverlerin caza olan ilgisine gelince, bu konuda en gelişmiş şehir Montreal ama bir göçmen için en uygun şehir Toronto. Bu bağlamda ben yine çetin bir seçim yapmak zorunda kaldım ama yine pişman değilim.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    U.H.H.: Türe yaklaşım bağlamında Türkiye ile Kanada arasında ne gibi farklılıklar var?

    F.T.: İki ülke arasındaki temel fark, devlet bursları. Keşke Türkiye’de daha çok caz müzisyeni projelerini gerçekleştirebilmek için devlet burslarından faydalanabilse...

    U.H.H.: Kanada’da dahil olduğunuz projeleri, geçmiş çalışmalarınızı bizlere aktarır mısınız? Bu üretimlerin sizlere kattığı en büyük tecrübe ne oldu?

    F.T.: Montreal’deki caz okuluna başlar başlamaz, iki sokak ötedeki “Upstairs” adlı caz kulübünü keşfettim. Burada düzenli olarak sahne alan öğretmenlerime “Bu kulüpte okulumuz öğrencileri için haftalık olarak neden açık sahne konserleri düzenleyemiyoruz?” diye sordum. İki hafta sonra konserler başladı. Bilmeyenler için söyleyeyim, “Açık Sahne” yani İngilizce tabiriyle “Jam Session”, sahnenin isteyen her müzisyene açık olduğu bir konser. Bu konserler dizisini Montreal’deki öğrenciliğim sürecinde ben yönettim. Bu sayede bizden sonra sahne alan profesyonel müzisyenler ile yakinen tanışma imkanım oldu. Kısa sürede bu müzisyenler ile şehrin birçok farklı mekanında ben de sahne almaya başladım ve ilk albümümü kaydettim. 2018’de Toronto’daki caz müzisyenleri ile tanışmam da yine “Açık Sahne” konserleri sayesinde oldu. Bu bağlamdaki en ilginç deneyim ise Toronto’da sıkça gittiğim bir barın yöneticiliğinin bana teklif edilmesi oldu. Büyük tereddüt ile kabul ettiğim bu teklif benim için müthiş bir deneyim oldu. Bu sefer gerçekten işin mutfağına girmiş oldum. İkinci albümümü Toronto’da Torontolu müzisyenler ile kaydettim. Bu sefer kendi yazdığım şarkıları söylüyor, Kanada’daki göçmenlik hikayemi dinleyenlere aktarıyorum.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    U.H.H.: Yakın zamanda yeni çalışmanız “Stay” dinleyici ile buluştu. Aslında bu çalışma “The Immigrant” adını verdiğiniz albüm projesinden bir parça… Bu albüm çalışmanızı ve albümün içeriğini bizlere anlatır mısınız?

    F.T.: Göçmen olmak hayata her anlamda sıfırdan başlamak demek. Tek sermayeniz, hayat tecrübeniz... Albüme adını veren, Göçmen adlı parça bundan bahsediyor. Bunun dışında albümdeki parçalar güncel konulara temas ediyor. İnternet üzerinde sevgili arama konusundaki zorluklar ve kurallar, terk edilen bir sevgilinin sosyal medya dedektifine dönüşüp kendisini terk eden sevgiliye anbean izlemesi, evsizlik ve barınma problemi, ilişkilerdeki sosyal baskı… Şarkıların çoğunu ben yazdım. Aşık Veysel’e ait bir türkünün iki farklı versiyonu da albümde yer alıyor. Çünkü Kanada’ya bu değerli halk ozanımızı tanıtmak istiyorum.

    U.H.H.: Albümde özellikle Göç olgusuna vurgu yapmışsınız. İnsan bir kez göç etmeye başladığında göçmen kuşlar misali hareketi eksik olmuyor. Bu bağlamda göçün, gidilen ve ulaşılan yerin müziğinize, size ve yaşantınıza katkısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

    F.T.: Göç insanın kendisini gerçek anlamda tanıması ve kendi kültürüyle barışması için mükemmel bir fırsat. Hepimiz yer yer kendi içinde büyüdüğümüz kültürü eleştiriyoruz. Ancak insan kendisine tamamen yabancı bir kültürde yeniden var olmaya kalkınca kendisindeki saklı cevherleri ve kendi öz kültürünün güzelliklerinin farkına varıyor. Bu albümde kendi göç hikayemi anlatıyorum. Göçmen olmaya kalkmasaydım, sanırım bu albüm ortaya çıkmayacaktı. Bundan öte kendi şarkılarımı yazmak için bu kadar büyük bir uğraş vermeyecektim. Kendi hikayemi müzik yoluyla herkese anlatmak istedim ve bu albümdeki tüm şarkıları bu amaçla yazdım.

    U.H.H.: Albümde “Uzun İnce Bir Yoldayım” türküsünün de bir yorumu mevcut. Bu türkünün ve Aşık Veysel’in sizdeki yeri nedir? Sizce insanlar kendi uzun ve ince yollarında yürürken neler yaşıyorlar?

    F.T.: Kendilerini keşfediyorlar, kayıplar ile barışıyorlar. Hayat denilen iki kapılı handa gündüz gece yürürken, ölümden başka hayatta her şeyin yalan olduğunun farkına varıyoruz. Aslına bakarsanız tüm hırslar boş, o nedenle o menzile yetişmek için çok çaba sarf etmemek gerek. Hayatın özü sevmek ve sevilmek... En önemli besin kaynağımız sevgi. Bu türkü bana bunu ifade ediyor. Bir de tabii ki hayatı akışına bırakabilmek çok önemli. Çünkü aslına bakarsanız hayatta bireyler olarak kontrolümüzde olan çok az şey var. Oysa biz her şeyi kontrol edebildiğimiz yanılsaması ile yaşıyoruz. Halbuki evrenin akışkanlığına karşı durmak mümkün değil.

    U.H.H.: Yaşadığımız doğal afetlerin etkileri hiç şüphesiz müzisyenlerin de hayatlarını etkiledi. Siz de albümün gelirlerini Ahbap aracılığıyla depremzedelere bağışlayacaksınız. Sizce doğal afetlerin yaralarının sarılma sürecinde müziğin katkısı nasıl değerlendirilebilir?

    F.T.: Doğal afetlerin yaralarının sarılma sürecinde sanatın katkısı inanılmaz büyük. Sanat, müthiş bir iletişim aracı her birey için. Bir şarkı sizi anılara götürebilir, bir film sizde daha önce var olmayan bir farkındalık yaratabilir. Bu doğrultuda sanatın ve sanatçının rolü çok büyük bence.

    U.H.H.: Yakın zamanda müzikal olarak yapmak istediğiniz, hazırlandığınız başka projeleriniz var mı?

    F.T.: Sevdiğim Türkçe parçaları caza aktarmak ve diğer müzisyen arkadaşlarımın bestelerini yorumlamak istiyorum. Sonbaharda bu konuda harekete geçeceğim.

    U.H.H.: Son olarak söyleşimizin okurlarına ne söylemek istersiniz?

    F.T.: Hayat hayallerinizi ertelemek için çok kısa. Neyi seviyorsanız onu yapın. Bu bağlamda hiçbir şeyden korkmayın, hiç kimsenin sizi korkutmasına da izin vermeyin.