hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    Yüz nakli sadece doku nakli mi?

    Yüz nakli sadece doku nakli mi
    expand

    Türkiye basınında geride kalan iki yılda Akdeniz Üniversitesi'nde yapılan 6 yüz nakli ameliyatı sıkça yer aldı. Geçirdikleri kazalar sonucu geçmişte yüzleri deformasyona uğramış kişiler, yaşamını yitirmiş başka kişilerden yapılan nakil ile yeni bir yüz kazandı. Kamuoyunda artık neredeyse herkes tarafından tanınır olan bu kişilere yapılan basitçe bir doku nakli miydi? Zülküf Kara'nın Toplumsal Yüzleşme adlı kitabı, bedenlerinde bir "büyük gözaltıyı" yaşayan bu kişilere ve konuya bambaşka bir açıdan ve oldukça kapsamlı bir şekilde yaklaşıyor.

    Ayrıntı Yayınları'nın Kasım kitaplarının odağında beden kavramı var hem de çok güncel bir bağlantıyla: Yüz nakli! Zülküf Kara'nın "Toplumsal Yüzleşme" adlı kitabı, yüzleri deforme olmuş insanların kişilik ve benliklerinde yaşadıkları değişimleri ve buna eşlik eden "büyük gözaltıyı" ve yüz naklinden sonrasını anlatıyor. Kitap konunun asli unsurlarıyla birebir görüşmeleri de içeriyor.

    Eve Kosofsky Sedgwick'in "Aşk Üzerine Bir Diyalog" adlı Türkçe'ye çevrilen ilk kitabında ise konu; kadınlık/kadın oluş, cinsiyet/cinsiyetsizlik, cinsellik, aşk, arzu, çocukluk, şişmanlık, beden, hastalık, ölüm/ölümsüzlük, dostluk, şiir/şiir oluş, yazı/yazı oluş...

    Ayrıntı Yayınları'nın 7 Kasım'da raflardaki yerini alacak diğer iki kitabı ise Peter Carey'in "Gözyaşının Kimyası" adlı romanı ile Serdar Şekerci'nin "İlk Kitap: Sarı" adlı romanı.

    Iris Murdoch'un "Rüya Sakinleri" ve Nurçay Türkoğlu'nun çevirisiyle Türkçeye kazandırılan Kevin Robins'in "İmaj - Görmenin Kültür ve Politikası" 2. basımlarıyla, "Göğü Delen Adam" ise 10. basımıyla okurla yeniden buluşuyor.

    Toplumla Yüzleşme
    Toplumla YüzleşmeYazar: Zülküf Kara
    Dizi Adı: İnceleme Dizisi
    Sayfa Sayısı: 144 sayfa
    Fiyatı: 13 TL

    Basit bir biyolojik doku transferi olmaktan çok kişilik ve toplumsal kimlikle de doğrudan ilişkili olan yüz nakli, yepyeni fiziki ve ruhsal deneyimleri de beraberinde getirir. Yüzün toplumsal karşılaşma tecrübesi, sosyolojik zemini, algı ve bilinç tecrübesi ise fenomenolojik zemini besler. Bir felsefi düşünüş olarak fenomenoloji, naklin öncesinde ve sonrasında yaşanan bireysel tecrübeleri "canlı beden", "bilinçli beden", "algılayan beden" üzerinden değerlendirirken; sosyoloji, toplumsal karşılaşmalarla bedeni yüz üzerinden canlandırmakta ve bedensel bilinci tetiklemektedir.

    Fenomenolojik açıdan bedenin canlı ve bilinçli olduğu tezinden hareketle yürütülen bu çalışmada, yüzleri deforme olmuş insanların kişilik ve benliklerinde meydana gelen değişimlere eşlik eden toplumsal "büyük gözaltı"yla nasıl başa çıktıkları ve bedensel bir deformasyonun toplumsal bir etiketlemeye dönüştüğü rahatsızlıktan kurtulmak için ne tür bir "yüzleşme" imkânı aradıkları konu edilmiştir. Bu bağlamda şöylesine can alıcı soruları yanıtlamak gerekmektedir: Kartezyen felsefi anlayışın tersine acaba biyolojik beden bilinç sahibi olabilir mi? Biyolojik bedenin "bilinçli hali" bedeni fenomenolojik düzeyde ele almayı olanaklı kılar mı? Eğer böyle bir bilinç söz konusu ise "canlı beden", hastalık hali durumunda maruz kaldığı toplumsal "gözetleme" biçimleriyle nasıl başa çıkmaktadır? Sosyal ve kültürel çevre, hastalıklı bedenden nasıl bir "hasta-rolü" beklemektedir? Nakille birlikte toplumla "yüzleşme" imkânı bulan kişinin öznel bedensel deneyimleri, bireysel ve toplumsal kimliğinde ne tür değişikliklere sebep olmaktadır? Bu değişiklikler çerçevesinde yüz nakliyle transfer edilen yalnızca doku nakli midir yoksa "kimlik parçacıkları" da mı nakil edilmektedir?

    İnsandan insana yüz nakledilmesinin ancak bilim kurgu olarak hayal edilmesinden sonra bu naklin gerçekleşmiş olması toplumda hem bir şaşkınlık hem de tıbba karşı hayranlık uyandırmıştır. Öyle ki etiketli yüz, artık büyük medya gözetimi altında ölü bir bedendeki yüzle yer değiştirmektedir. Tıp artık etiketli yüzün yeni kurtarıcısı olarak oyuna dâhil olmuştur. Böylece sakıncalı yüzler, plastik cerrahinin yardımıyla "normal" topluluğun içinde "görünmez" hale getirilmişlerdir. Konunun asli unsurlarıyla birebir görüşmeleri de içeren Toplumla "Yüzleşme" bu alanın öncü çalışması olma özelliğini taşıyor.

    Aşk Üzerine Bir Diyalog
    Aşk Üzerine Bir DiyalogOrijinal Adı: Dialogue On Love
    Yazar: Eve Kosofsky Sedgwick
    Çevirmen: Özge Karlık
    Dizi Adı: Lacivert Edebiyatı
    Sayfa Sayısı: 304 sayfa
    Fiyatı: 23 TL

    Aşk Üzerine Bir Diyalog, queer kuram denildiğinde akla ilk gelen isimlerden Eve Kossofsky Sedgwick'in meme kanseri tedavisinin ardından gelen depresyon nedeniyle görüştüğü terapist Shannon Van Wey ile seanslarının izleğini anlatıyor. İlk bakışta hem terapist hem de danışan tarafından alınmış notlar gibi görünse de, esasen, bir dizi derinlemesine içe bakışın, karşılıklı dönüşümün, aşkın sınırsızlığının hikayesi denilebilir bu kitap için.

    Sedgwick'in Türkçe'ye çevrilen bu ilk kitabında, kadınlık/kadın oluş, cinsiyet/cinsiyetsizlik, cinsellik, aşk, arzu, çocukluk, şişmanlık, beden, hastalık, ölüm/ölümsüzlük, dostluk, şiir/şiir oluş, yazı/yazı oluş üzerine allak bullak eden bir düşünce silsilesini sunuyor okura. Karşılıklı konuşmalarmış gibi görünen ama karşılıklı konuşmanın ikililiğini aşan, şahıs zamirlerini bile bulanıklaştıran, hangi kelimelerin/cümlelerin içe doğru söylendiği, hangilerinin terapiste ve/veya okura doğru söylendiği (ki bu haliyle okur bir katılımcı voyeur gibi görülebilir), hangilerinin sadece atmosfere doğru üflendiği hiçbir zaman açıkça anlaşılamayan, Sedgwick'in bu güncevari, diyalogvari, düzyazıvari, şiirvari, haibunvari denemesiyle buluşup ürkütücü, yırtıcı, neşeli, kırılgan, akışkan, devingen, muğlâk bir dil yaylasında yürümeye başlıyoruz.

    Sibel Yardımcı'nın muazzam sorularıyla sorarsak eğer: "Eve konuşurken aslında kim konuşuyor? Hangi sesler onun içinden [through] geçiyor, hangi sözler onu kendilerine aracı kılıyor? Shannon konuşurken aslında kim konuşuyor? Eve'in yazdığı Shannon'da aslında kimin sesini duyuyoruz?"

    Gözyaşının Kimyası
    Gözyaşının Kimyası
    Orijinal Adı: The Chemistry of Tears
    Yazar: Peter Carey
    Çevirmen: Gökçe Gündüç
    Dizi Adı: Edebiyat Dizisi
    Sayfa Sayısı: 272 sayfa
    Fiyatı: 20 TL

    Catherine Gehrigin Swinburne Müzesinde çalışan ilk kadın horolojist; zaman ölçerleri, saatleri, otomatonları ve diğer kurmalı motorları restore edip çalışmasını sağlayan bir uzman.

    Kırklı yaşlarına merdiven dayamış Catherine, on üç yıllık gizli sevgilisi Matthew Tindall'ın ani ölümü üzerine sarsılacaktır. Acısını ya da sırrını paylaşacağı kimsesisi yoktur. Ne var ki cenaze töreninde sıradan bir arkadaş rolü oynamaya da yüreği elvermez. O da elinde kalan yegane şeye, işine sarılır. Önünde yeni bir proje vardır: bir otomatonu oluşturacak olan vidalar, zemberekler, halkalar, cam çubuklar ve yaylarla dolu bir sandık. Sandığın yanındaysa bir zamanlar bu otomatonu tamir edebileceği umuduyla, İngiltereden kalkıp Karlsruheye giden Henry Brandling'e ait, yüz elli altı yıl önce yazılmış, on bir defter...  

    Gözyaşının Kimyasında Peter Carey, mekanik bir aletin yapım ve restore çalışmasının iç içe geçtiği bir anlatıda, insanın gizli, derin, mahrem yanını tartışıyor.  Henry'nin ümitsizliği, Catherine'in yapayalnızlığıyla harmanlanıyor.  Catherine, otomatonun sandıklarda yığılı her parçasını restore ederken, onun paramparça olmuş hayatında sorgulayıcı bir yolculuğa çıkıyoruz.  

    "Ne benim esrarı, ruhlarla açıklayacak vaktim vardı ne de Matthew'un. Çünkü bizler merak duygusunu ve Vermeer ile Monet'ye hayranlığını yitirmeyen karmaşık, kimyasal makinelerdik. Bedeni tuzlu suda yüzen, batan güneşin karşısında coşku duyan makineler. Fakat şimdi ışığım gitmişti. Bir saat içinde toprağa gömülecekti. Bense sanki bir farenin gazeteden yuvasını eşeliyordum."

    İlk Kitap: Sarı
    İlk Kitap: SarıYazar: Serdar Şekerci
    Dizi Adı: Yeraltı Edebiyatı
    Sayfa Sayısı: 112 sayfa
    Fiyatı: 9 TL

    İçinde neden yazıldığına dair sırrı -ancak nefesini tutarak okuyanların erebileceği o sırrı- barındıran bir metin İlk Kitap: Sarı. Ölüme giden son on saniyenin nasıl ölememek kadar uzun sürdüğünü, gelecekte son nefesini verecek Boğaz Köprüsünün göz hizasından anlatıyor Serdar Şekerci.

    Sol bileğindeki ölümsüz dövmesine verev bir jilet atan bir kahraman avucunda sıktığı fotoğrafla Adalar'a doğru denize bırakırken kendini, kelimeler sert bir örsün üzerinde kızarmaya başlıyor ve hepimizi yakacak ateş olan son infilaka kadar sürüyor. "Sarı çamurun ortasında, dipte. Bulutlar birleşiyor gökyüzünde, kaldırıp kafasını bakıyor Sarı. Avuçları yukarı dönük, ellerini iki yanına açıyor. "Yağ," diyor. Balıklar çamurda can çekişiyor. Bir kuyunun dibinde gibi, çamur yavaşça ona akıyor. Ama o olduğu yerde batmadan kalıyor. Bacaklarını yalayıp onun da altına akıyor çamur. Ayakları hiçbir şeye basmıyor. Bu dev çamur vadisinin dibinde parlıyor Sarı." İlk Kitap: Sarı öyküsü ve anlatımıyla sarsıcı bir roman.

    Yeniden baskılar

    Rüya Sakinleri
    Rüya Sakinleri (2. Basım)Orijinal Adı: Bruno's Dream
    Yazar: Iris Murdoch
    Çevirmen: Handan Akdemir
    Dizi Adı: Edebiyat
    Sayfa Sayısı: 320 sayfa
    Fiyatı: 22 TL

    Irish Murdoch yine felsefeci yazar kimliğiyle çıkıyor karşımıza. Romanda ele aldığı aşk, rastlantı, gerçeklik gibi temel konular kimi zaman kurmacanın dokusu içinde erimiş olarak, kimi zaman da üstünde yüzen bir çiçek demeti gibi yoğun bir halde sunuluyor. Ölüm döşeğindeki ihtiyar Bruno büyük bir kaygıyla geçmişini ve bugününü düşünürken hayatı yeniden yorumlama noktasına gelir. Sürekli gerçekliği sorgular.

    Yaşamış olduğu pek çok şeyin bir rüya olduğunu, aslında hayata hiç dokunmamış olduğunu keşfeder. Her şey bir rüyadır ve herkes bir başkasının rüyasında var olmaktadır.

    Bruno düşüncelerini geliştirirken çevresindeki insanlar da kurlaşmadan aşka kadar çeşitli ilişkiler içine girerler. Bazen beklenmedik biçimde bir uçtan bir uca savrulup yer değiştirirler.

    Yazar, benmerkezci yapıları yüzünden ötekini "ıskalayan" ve bunun için de sık sık yanılan; sözde aşkı ararken başkalarını nesne olarak gören karakterler aracılığıyla insanın iç ve dış dünyasındaki bocalamalarına ve buradaki bir ahlak anlayışı eksikliğine dikkat çekiyor.

    Sözgelimi bir aşk ilişkisinde insanın işleyebileceği en büyük suçun belki de karşısındakinin daha fazla sevmesine izin vermesi olabileceği söylenirken tartışmaya açılan yarı örtülü soru-cevaplar da var: Yürümeyen ilişkilerdeki  sorun "doğru kişi" sorunu mudur, yoksa "tekeşlilik" sorunu mu? İnsanların anlayışlarına göre kılıktan kılığa giren bir tanrı hangi durumlarda yararlı  olabilir? Aşk amaç mıdır, yoksa?.. Roman yer yer sinematografik atmosferlerle, yer yer de felsefi diyaloglarla örülmüş. Bazen bir dramın ya da gülmecenin, bazen de bir fikrin peşinden sürükleniyoruz. Her iki durumda da sürükleyici ve canlı bir roman.

    İmaj - Görmenin Kültür ve Politikası
    İmaj - Görmenin Kültür ve Politikası (2. Basım)

    Orijinal Adı: Into The Image - Culture and Politics in the Field of Vision
    Yazar: Kevin Robins
    Çevirmen: Nurçay Türkoğlu
    Sayfa Sayısı: 288 sayfa
    Fiyatı: 20 TL

    Neden internetin siberalanına sığınmak istiyoruz? Ekran dünyaya bakı-şımızı ve onunla ilişkimizi nasıl etkiliyor? Kültürümüz imaja mı boğuluyor? İmaj, hayatımıza ne ölçüde hükmediyor? Artık, cinselliğimizi bile sanal gerçeklik aracılığıyla yaşıyor; siberalanın sözde-hijyenik ortamında flört ediyoruz: Dokunmadan! Evden çıkmadan sanal bir cemaat yoluyla toplumsallaşarak satın alıyor, evleniyor, otomobil kullanıyoruz...

    Dışarı çıktığımızda ise mağazalarda, müzelerde, cafelerde, mitinglerde güvenlik kameraları, amatör kameralar ve televizyon kameraları tarafından her an izleniyoruz. Televizyonda Öteki'lerin yaşamlarını ve ölümlerini naklen izliyoruz. Adı: Teknolojik devrim. İmaj, "teknolojik devrim" söyleminin ve bu söylemin zeminini oluşturan sanal gerçeklik, gözetleme ve savaş teknolojileri gibi olguların eleştirel bir incelemesi. Görüntü teknolojisinin, dayandığı toplumsal düzenden, politik gelişmelerden ve gündelik yaşantılardan bağımsız bir "kendi-içinde-varlık" olarak ele alınıp içinin boşaltılmasına, fetişleştirilmesine karşı çıkan Kevin Robins, tekno-kültürün üretim, yeniden üretim ve yay-gınlaşma sürecini büyüteç altına alıyor. Robins'e göre sanal gerçeklik, içinde yaşadığımız dünyanın kaçınılmaz politik ve kültürel gerçeklerinden biridir; ama medya kuramcılarının da katkısıyla kurumsallaşan bu dünya, alternatif bir söylem geliştirmek yerine, dijital imaj teknolojilerinin gelişti-rilmesine harcanan milyonlarca doların ardındaki asıl politik kaygı ve amaçları gözlerden gizlemeye yaramaktadır. Aynı şekilde, teknolojik ge-lişmeye düzülen övgüler, bu alandaki yeni iletişim biçimlerinin, özneler olarak yaşamımızı nasıl etkilediği ve belirlediği meselesini gölgede bırak-maktadır. Oysa, tekno-kültürün doğasını ve vaat ettiklerini anlayabilmek, onu gündelik hayattan kopuk bir ütopya olarak yüceltmekle değil, "gerçek" politik ve toplumsal nedenlerine ilişkin bir kazı yapmakla mümkündür. Sanal gerçeklikten dijital imajlara, fotoğraftan sinemaya, "reality" şovlardan savaş bültenlerine dek uzanan geniş bir konu yelpazesini gündeminde bulunduran İmaj, okurken sık sık nefesimizi kesen ve gündelik yaşamın sıradan anlarında teknoloji ürünleri ve imajlarla ilişkimizi başka bir gözle değerlendirip sorgulamamızı teşvik eden bir kitap.

    Göğü Delen Adam
    Göğü Delen Adam (10. Basım)Orijinal Adı: Der Papalagi
    Çevirmen: Levent Tayla
    Dizi Adı: Lacivert
    Sayfa Sayısı: 112 sayfa
    Fiyatı: 9 TL

    Papalagi denince beyazlar ya da yabancılar anlaşılır. Ama sözcüğü sözcüğüne çevrilirse göğü delen anlamına gelir. Samoa'ya ilk misyoner bir yelkenliyle gelmişti. Yerliler bu beyaz yelkenliyi ufukta bir delik olarak gördüler, beyaz adamın içinden çıkıp kendilerine geldiği bir delik. O, göğü delip geçmişti. Yüzyılımızın başlarında yayımlanan Göğü Delen Adam bugün artık bir yeşil klasiği olarak okunurken, başlığının kaynaklandığı şiirsel metafor, bir de düz anlam içermeye başlıyor; çünkü Papalagi sonunda göğü gerçekten delmeyi başardı, "ozon deliğinin" içinden ne tür bir yelkenlinin çıkageleceğiniyse zaman gösterecek. Ahmet Güngören/Çerçeve

    Teknolojinin günlük yaşamımıza getirdiği açmazlar her gün dünyamızda yeni "handikap"ların kapılarını aralamıyor mu? Birincisi bu "handikap"ları yalın, süssüz bir dille anlattığı için önemli Göğü Delen Adam. Uygarlığımızın bu karmaşasında yönelttiği acımasız okların hedefini bulması açısından önemli. Basit de olsa eleştirisini haklı gerekçelere dayandırması açısından önemli. İkincisi, bize pek az bildiğimiz dünyaların ufkunu açmasından önemli. Refik Durbaş/Milliyet

    Sanat Sadece keyif için değil, üniversitede sosyoloji, antropoloji derslerinde ve hatta liselerde sosyal bilgiler derslerinde bile okutulabilir. (...) Gerçek bir Samoalının gözleriyle Batı'yı görmek, insanın ufkunu çok genişleten, yorumlara yepyeni boyutlar kazandıran bir süreç. Semra Somersan/Cumhuriyet
    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow