hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    “Hayatı fazlasıyla ciddiye alıyorsunuz”

    “Hayatı fazlasıyla ciddiye alıyorsunuz”
    expand
    KAYNAKBetül Memiş / Cnnturk.com

    “Hayat, herkesin belli bir rol aldığı sahnedir.” Shakespeare’in bu meşhur tiradının eseri “Venedik Taciri” bu defa “Öteki Venedik Taciri” hemhaliyle Kumbaracı50 yorumundan karşımızda. Biz de bu hikâyedeki “öteki” olma yolculuğunu yönetmeni ve uyarlayanı İsmail Sağır ile konuştuk…

     

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    “Adaleti istiyor olsan da / Şunu unutma: Adalet uygulanacak olsa / Hiçbirimiz kurtulamazdık.” İngiliz şair, oyun yazarı ve oyuncu (İngiltere’nin ulusal şairi ve “Avon'un Ozanı” olarak da bilinen) William Shakespeare “Venedik Taciri” kitabında böyle ses verir ve ekler: “Hayatı fazlasıyla ciddiye alıyorsunuz.” İlk yayınlanma tarihi 1598 olan bir kitaptan böylesi bir kelam işitmek tabii ki Shakespeare ustalığıdır, alâmet-i fârikasıdır fakat bu söz aynı zamanda, insanyavrusunun ve yarattığı sistemin de asla değişmediğinin bir başka fotoğrafıdır / kanıtıdır. Anlayacağınız hikâye çok eski, bi’350 bin yılı var! Ezcümle, hayatı değil de kendimizi fazlasıyla ciddiye alıyoruz gibi (kendimiz dediğimizin de ortalama dünya ömrü en fazla 100 yaş, ki o yaşın da zahmetleri ve kederi ortada) sanırım büyük arıza da burada baş gösteriyor; bakınız, ortalık “ben”lerden geçilemiyor zira!

    Gelelim 16. yüzyıl eşrafından günümüz tiyatro rotasının kadrajına… Shakespeare’in defalarca sahnelenmiş, hatta filmlere de konu olmuş (2004 yapımı, Michael Radford’un yönetmen koltuğunda oturduğu, Al Pacino ve Jeremy Irons gibi ustaların rol aldığı) metni “Venedik Taciri”, bu defa (15 yıldır Beyoğlu, Kumbaracı Yokuşu’nda konuşlanan) Kumbaracı50’nin şahsına münhasır yorumuyla “Öteki Venedik Taciri” olarak huzurlarımızda… Kumbaracı50’nin emektarlarından ve elini attığı her oyunda imzasını hatırlatan detaylarla hikâyeyi / anlatımı güzelleştiren (us’lara ve profesyonel oyunculuk kariyerine ilk girişini ise 2008’de Memet Baydur’un yazdığı, Yiğit Sertdemir'in yönettiği “Yeşil Papağan Limited” ile yapan) İsmail Sağır tarafından uyarlanıp yönetilen oyun, Kumbaracı50’nin 15. sezonunun ikinci prömiyeri olarak sahnelerde arz-ı endam etmekte. Dramaturjisini Sinem Özlek, sahne düzeni ve ışık tasarımını İsmail Sağır ile Yiğit Sertdemir’in beraber üstlendiği oyunun kostüm tasarımı Efe Arslan, müzikleri ise Emrah Can Yaylı imzalı…

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    “Hayatı fazlasıyla ciddiye alıyorsunuz”

    Çevirisinde Bülent Bozkurt ve Zeynep Avcı’dan yararlanılmış oyunda oynayanlar ise; Çağdaş Tekin, Deniz Danışoğlu, İbrahim Arıcı, İsmail Sağır, İpek Türktan, Tuğra Can Bıçak ve Yiğit Sertdemir. İç ses: Oyunda, -adeta- oyunculuğun nasıl birlikte paslaşarak bir metni yükselttiğine şahit oluyoruz. Sahne arkası emekçilerine (kafa açan detaylardan minimal anlatımın özünü dolduran sahne, ışık ve kostüm tasarımlarına ve incelikle uyarlanan metne vs.) ve sahnedeki oyunculuklara en temizinden selamlar, sevgiler!

    Hikâyeyi üşenmez de hatırlarsak: “16. yüzyılın sonlarında Venedik’te, Antonio adlı bir tüccar, mallarının denizde kalmasıyla paraya sıkışır ve kötü niyetli bir Yahudi tefeci olan Shylock’tan para ister. Shylock, kızı bir Hristiyan’la evli olduğu için ona karşı bir kin beslemektedir. Sevdiği kız Bassanio için bu parayı bulmaya çalışan Antonio’nun isteğini

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Shylock hoş karşılar. Ona üç ay vadeli, faizsiz borç verir ancak paranın ödenmemesi durumunda şartlar çok ağırdır. Portia ise Bassanio’nun arkadaşını bu zor durumdan kurtarabilmek için kolları sıvar…” Tabii İsmail Sağır’ın uyarlamasında mevzular değişiyor, hatta değişmeyen dünya gündemine göz kırpıyor ve oyunun finali de başka güzergâhta şenleniyor. Dikizine yattığınızda kafanızda oluşacak tadı size bırakıyorum!

    “Aynı yemekle besleniyoruz / Aynı silahlarla yaralanıyoruz / Aynı hastalıklara yakalanıyoruz / Aynı şekilde iyileşiyoruz / Aynı yaz ve kışla ısınıp, üşüyoruz / Bizi keserseniz kanamaz mıyız? / Şaka yaparsanız, gülmez miyiz? / Bizi zehirlerseniz, ölmez miyiz? / Ve bize zarar verirseniz, intikam almaz mıyız? Her şeyde benzediğimize göre, bunda da benzeyeceğiz elbette… Ben de insanım… Haksızlığın bedelini ödetmeyi sizden öğrendim ben…” Hikâyede “öteki”nin nidası manidar, tabii yine anlayana…

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    “Hayatı fazlasıyla ciddiye alıyorsunuz”

    Objektifimizi 16. ve 17. yüzyıl arasında, Avrupa’nın önemli ticaret merkezlerinden biri olan ve ayrıca tarihte en uzun süre devam eden cumhuriyet sistemine sahip (hukuk kurallarıyla da dünyaya ün salmış, özgürlükçü ve güçlü şehir devletlerinden biri olmasının yanında, tarihte kurulan ilk ünlü gettoya) Venedik’e çevirirsek: O günün hikâyesi, bugünün “öteki”sine dönüşünce / evrilince pek de yol kat etmemişiz anlaşılan; evrensel olan eserin anlattığı karakterlerin benzerleri hâlâ aramızda dolaşmakta, çok uzağımızda değil, bi’göz ucuyla bakın, işte orada! O vakit, gelin sözü “Venedik Taciri”nin “öteki” olan ahvalinde imzası bulunan yaratıcısı İsmail Sağır’a bırakalım.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    “Nasıl sorusu beni heveslendirdi”

    · İzninizle sondan başlamak isterim… “Herkes hafıza ödevinden, hatırlama görevinden bahsedip duruyor, ama bana öyle geliyor ki bu noktada aslında haktan, hukuktan bahsetmek gerekir. Bu tabii ki bir varsayım... Hukuk ödevin ya bölünmesi, paylaşılması ya da çoğaltılmasıdır, insan olmak ödevimizdir, yemek yemek ödevimizdir... Hukuk ya da hak ise başka bir şeydir; bu ödevin organizasyonudur...” diyor sosyolog, filozof Ulus Baker… Üstadın manidar kitabı “Beyin Ekran”daki bu tanımının yamacında, bugün yaşadığımız dünya gidişatına bakınca; sizin “2023 Z Raporu”nuzdan ne çıkar?

    “Hukuk ya da hak ise başka bir şeydir; bu ödevin organizasyonudur…” demiş ya üstad; işte o organizasyonu yapacak olan toplumun ortak kültürüyle bütünleşmiş kurumlardır. İnsan olma ödevinin kurallarını gözetecek ve sağlamasını yapacak olan kurumlar / tüzel kişilikler bireylerin muhteris tavırları ve rövanşist amaçları doğrultusunda hareket ettikçe her manada çok derin krizler yaşadık / yaşıyoruz ve yaşayacağız gibi görünüyor maalesef. 2023 Z raporundan kriz ve güvensizlik çıkıyor kendi açımdan. 2024 ve sonrasına dair ise umut demekten kendimi alamıyorum. Ee, ne yaparsınız umut fakirin ekmeği! Ama bir yanım George Costanza gibi şunu diyor; “Hope is killing me. my dream is to become hopeless. When you’re hopeless, you don’t care. and when you’re don’t care. That indifference, makes you attractive.”! Sanatımız ve tiyatromuz için ise; bu kadar dijital / sanal olan hayatımızda “an”da ve gerçekçi performansların seyirciye daha fazla ulaşacağını düşünüyorum.

    “Hayatı fazlasıyla ciddiye alıyorsunuz”

     · Gelelim, “Hayatı fazlasıyla ciddiye alıyorsunuz. Bu da hayatı size zehir eder.” diyen Shakespeare’in sadece absürt komedi olmakla kalmayıp, Elizabeth dönemini (16. yüzyıl) en iyi anlatan eserlerden de biri olan “Venedik Taciri”nin Kumbaracı50’nin yorumunda “Öteki Venedik Taciri”ne dönüşümüne… Bugüne kadar pek çok kez tiyatroda, TV’de / dizi ve beyazperdede dikize yattığımız; neden bu hikâye? Ve bu metni sahnede canlandırmaya heves ettiren detayları / sürecinizi anlatır mısınız?

     Aşağı yukarı 10 yıl civarı aktif olarak Kumbaracı50 mekânının bir yerlerinde olan kişi olarak cevap vereyim! Shakespeare ya da bütün klasik eserler için diyebilirim ki; ne kadar çok sahnelenirse sahnelensin muhakkak bugüne / bireye çok şeyler söylüyor ama şu şartla tabii ki “bugünü” vurgulayarak! Çünkü bütün klasik eserler temel duyguları en sarih biçimde anlatıyor ve ama yineliyorum bugünün şartları / seyircisi gözetilerek okuma yapılırsa bu geçerli oluyor. “Venedik Taciri” temalarını alt alta yazdığımızda bunu görüyoruz zaten; çoğunluk / azınlık, baba / evlat, adalet, dostluk, aşk vb. bu temaların hiçbiri eski değil, bugüne uzak değil. O yüzden herhangi bir klasik eser sahnelendiğinde “neden” sorusundan ziyade “nasıl” sahnelendiğinin daha ilgi çekici olduğunu düşünüyorum. İşte “nasıl” sorusu beni heveslendirdi. Orijinal eserin kalabalık ve ağdalı anlatımını sadeleştirmek ve sözsüz alanları açarak “an”ları kuvvetlendirmek en büyük isteklerimden biriydi. Ve tabii ki klasikleşen ve akıllara kazınan oyundaki sahneleri farklı koşullar yaratarak karakterlerin daha derinlikli olmasını istedim. Oyuncularım da o kadar yetenekli ve yaratıcılar ki bütün koşulları sahiplenip çoğu zaman hayalimin ötesine taşıdılar. Oyunda ben de oynadığım için dış gözlerimiz ve dramaturgumuz, darda kaldığımda bana yardımlarını hiç esirgemediler. Ve bütün süreç benim kuyuya attığım taşı bir sürü aklın birleşip ortak akılla sonuca ulaşmasını sağlayan bir süreç oldu.

     · Metinde anlatım güzergâhınızı ne/ler şekillendirdi ve nasıl evrildi? Sahneleme ve uyarlama çalışmalarında öncelikleriniz nelerdi?

     Metinde temel odağımız azınlık / çoğunluk meselesiydi. Oyunun komedi unsurlarını da daha çok kara mizah olarak yorumlamaya çalıştık. Yani provaya başlarken kara mizahı ve gerçekçi oyunculuğu hedefledik. Bu ne kadar başarıldı kısmı ise seyircinin takdiri. Benim anlayışıma göre koyduğumuz bu hedeften hiç sapmadık. Provalarda tüm tuşlara bastık tabii ki ama başta hayal ettiğimiz oyuncunun sahnedeki gücüne ulaştık.

    “Motivasyonum azınlık / çoğunluk meselesiydi”

    · “Venedik Taciri” daha öncesinde çok kez okuma veya tiyatro mesainize düşmüştür; fakat bu “öteki” olmada ki / 2024 yolculuğunda metni çalışırken teyit ettiğiniz mevzular oldu mu?

     Oyundaki temel motivasyonum azınlık / çoğunluk meselesiydi. Bu mesele üzerine bizim memleket detaylarından okumalar yapmaya özen gösterdim. Bu detayları okudukça ne kadar çok sabıkamız olduğunu görmek beni çok üzdü. Unuttuğumuz ve ders almadığımız o kadar çok şey var ki, her detay çok şaşırttı diyebilirim. 1915’ten 19 Ocak 2007’ye kadar ne çok şey olduğunu hatırlamak çok yorucuydu. Sünnî Türk olmak dışında bu memlekette her şey çok zor. Ve tabii ki oyundaki en sevdiğim tema baba/evlat meselesi, oyunda bir babayı direkt olarak görüyoruz ve diğer babayı da bıraktığı mirasla görüyoruz. Baba figürleri ve oyundaki kişi ve din/ırk isimlerini çıkarmamız sayesinde evrensel bir boyuta ulaştığımızı düşünüyorum.

    · Sahne, ışık, müzik ve kostüm tasarımları dikkat çekiyor. Sadece iki tabure ile hikâyenin gücünü ve oyunculukların enerjisini gösterme halinde metni yorumlamak, muazzam! Metni çalışırken bu aşamada öncelikleriniz ve detaylarınız neler oldu?

    Bütün detaylarımız azınlık / çoğunluk ve linç göstergeleri üzerindendi. Dekorda çok şaşalı fikirlerimiz vardı. Özellikle Yiğit (Sertdemir) Hoca’nın mekânı dönüştürme fikirleri muazzamdı ama provalar devam ettikçe sadeliğin ve oyunculukların kuvveti sayesinde iki tabureye kadar her şeyi azalttık. Mekândaki seyirci oturma düzeni sayesinde buna ulaştığımızı düşünüyorum. Bu vesileyle Yiğit Hoca’nın sahne düzeni ve ışık fikirleri için teşekkür ederim! Müzik / ses tasarımında ise her çok kolaydı, çünkü Emrah Can Yaylı oyuncu olduğu ve sahne üzerini çok iyi bildiği için oyunla ilgili en az konuştuğum kişidir!

    · Oyun çıkışı kafamda dolanan Jean Baudrillard’ın (Ayrıntı Yayınları, Işık Ergüden çevirisi) “Kötülüğün Şeffaflığı” “kitabındaki şu tanımlarıydı: “Öteki yok artık. Özne yalnızca bir Aynı’dan ibaret... Oysa Öteki her zaman bir diğerini barındırır, ama Aynı kendinden başkasını barındırmaz… İnsanın ötekisinin mikrop olduğu söylenemez; birbirlerine bağlıdırlar ve bu bağlılık yazgıymış gibidir... Yazgısı aynı solucan ile yosun hikâyesi gibi: Solucan midesinde beslediği yosun olmadan hiçbir şeyi hazmedemez. Aklına bu yosunu yiyip yutmanın geldiği güne kadar her şey yolunda gider: Yosunu yiyip yutar, ama bu yüzden ölür.” Üstadın bu tarifinin ışığında ve “Öteki Venedik Taciri”nden de yola çıkarak sorum: Dünya gidişatına bakınca yaşadığımız çağda, gün geçtikçe herkes yavaştan yavaştan bir başkasının “öteki”si oluyorken, sizin kadrajınızdaki “öteki” fotoğrafını nasıl tariflersiniz?

    Her ülkenin öteki kavramı farklı, basitçe; çoğunluk ve konjonktür dışında kalan her birey öteki olabiliyor. Bizim ülke açısından Türk - Sünni dışındaki herkes rahatlıkla “terörist” olarak adlandırılıyor ve bu yüzden de kavramların ne kadar da manasız olduğunu görüyoruz. Tanımlardan ve kavramlardan ziyade, çoğunluk neye inanıyorsa onun dışında kalan her şey “öteki”dir fotoğrafı ortaya çıkıyor.

    “Hayatı fazlasıyla ciddiye alıyorsunuz”

    “Öteki olmak sizin için nedir ise işte o’dur”

     · Zygmunt Bauman, modern toplumun insanları arasında bir tür yabancılaşmanın olduğunu ve bu durumun giderek arttığını savunur. Ve ona göre, modern toplumun hızla değişen dinamikleri ve bireyler arasındaki ilişkilerin giderek yüzeyselleşmesi, insanların kendilerini ve başkalarını anlamakta zorlanmalarına neden oluyor hatta bu yabancılaşma duygusu, insanların birbirleriyle bağ kurma yeteneğini zayıflatıyor ve toplumsal ilişkilerin derinliğini azaltıyor. Shakespeare’in “Venedik Taciri”, sizin bakışınızda “Öteki…” hali alarak bir bakıma yaşadığımız gündemi de kerteriz yaparsak “yabancı” da oluyor. Siz ne düşünüyorsunuz? Antonio, Bassonino veya Shylock veya Portiaların günümüze düşen algısında neye / nereye denk düşmektedir; kimdir, kimlerdir?

    Portia, doğuştan gelen çoğunluk ve her daim iktidar ortağı, Bassanio iktidar yancısı. Bu ikisi için çoğunluk ve güçlü olmanın dışında başka alternatif yoktur. Shylock doğuştan öteki’dir, öteki olmak sizin için nedir’se işte o’dur. Antonio konjonktürün ne kadar kolay değiştiğinin karşılığıdır.

    · “Öteki Venedik Taciri” günümüzde biz(ler)e ne söylemektedir? Ya da günümüz eleştirisi içinde nerede durur? Ayrıca karakterleri yaratırken veya çalışırken fonunuzda neler vardı?

    6/7 Eylül olaylarından filizlenen bir fikirdir bu sahneleme ve Tanıl Bora’nın “Türkiye’nin Linç Rejimi” kitabının ismini yazmam bile kâfidir diye düşünüyorum...

    · Tekste sizi en çok etkileyen bölüm ya da sahne hangisi? Ve bu sizde nasıl bir durum yaratıyor?

    Yönetmen olarak tüm oyun tabii ki! Oyuncu olarak ise borç isteme sahnesini oynamak çok eğlenceli, mahkeme sahnesi ise çok yorucu! Uyarlama fikirleyeni(!) olarak ise baba / oğul sahneleri! Sahne düzeni ve ışık tasarımındaki kimliğim açısından ise mahkeme sahnesi.

    “Hayatı fazlasıyla ciddiye alıyorsunuz”

    · Diyelim ki oyunun karakterleriyle tesadüf bu ya denk düştünüz ve aynı masalarda kelamdasınız. Öncesinden de az-çok hayat hikâyesini biliyorsunuz. Bir sözünüz olsa, onlara söylemek isterdiniz?

    Oğul’a, “Dur be oğlum!” Kuzen’e ise, “Düşmez kalkmaz bir Allah” derim!

    · 2024 -2025 yılı projelerinizden, kafanızda veya masanızda olan işlerden bahseder misiniz?

    Çok dağınık fikirlerim var. Genel sanat danışmanına ihtiyacım var!

    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow