hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    Hem kendimiz olup hem de sevebilecek miyiz birbirimizi?

    Hem kendimiz olup hem de sevebilecek miyiz birbirimizi
    expand
    KAYNAKBetül Memiş / Cnnturk.com

    Prömiyerinden bu yana büyük ilgi görerek biletleri hızla tükenen “Aile Yalanları” matine ve suare gösterimlerine başladı. Melisa Sözen, Ülkü Duru ve Müfit Kayacan’ın oynadığı, Nermin Yıldırım’ın “Bavula Sığmayan” adlı öykü kitabındaki aynı adlı novelladan uyarladığı, Hakan Emre Ünal’ın yönettiği oyunun iki usta ismi ile “aile” özneli “Aile Yalanları” kadrajında konuştuk…

     

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    “Aile, bireylerin kendilerini gerçekleştirmesi için bir laboratuvardır” der filozof Friedrich Nietzsche… “Aile, zaman zaman bir sığınak olarak hizmet ederken, bazen de bireyin en büyük sınavlarından biri olabilir… Bir ailenin çöküşü, sadece bireyler arasındaki bağların zayıflamasıyla değil, aynı zamanda toplumsal değişimlerin etkisiyle de ilişkilidir.” diyense Thomas Mann… Kısaca mevzu derin, “aile”nin varlığı veya yokluğuyla büyük acılar veyahut coşkular yaşattığını tarih / geçmiş gösteriyor… İnci gibi dizilmiş (her kim vaktinde dizdiyse artık) aile zinciri, dejavu halinde devam edecek mi, yoksa bir vakit, marazların yerini bambaşka hemhallikler mi alacak! İşte bu bir dilemma, en azından şimdilik!

    Fakat Alice Miller’in (Profil Kitap) “Yetenekli Çocuğun Dramı” adlı kitabında şu tanımını manidar buluyorum: “Her insanın derininde kendinden az çok gizlediği, içinde çocukluk dramının aksesuarlarının bulunduğu bir arka odası vardır. Kimseyi sokamadığı bu gizli odasına mutlaka girecek olanlar yalnız kendi çocuklarıdır.” Üzücü, zira Miller’in dediğinden yola çıkarsak sıradaki denek kendi çocukluğumuz veya kendi çocuğumuzdan başkası olamıyor! (İç ses: Peki, ya benim gibi bu fanilikte zinciri üremeyerek kıracağına inananlar; görünen o ki arka odalarımız boş kalacak!) Aile terapist seansları boşuna hiddetli ve gözyaşlı geçmiyor. Yazının öznesi anlaşılacağı üzere “aile”… Güzergâhımız ise; Zorlu PSM…

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Hem kendimiz olup hem de sevebilecek miyiz birbirimizi

    Yazar Nermin Yıldırım’ın (Hep Kitap) “Bavula Sığmayan” adlı öykü kitabından uyarladığı, (N’olcak Bu Yusuf Umut’un Hali, Canavar, Tırnak İçinde Hizmetçiler veya Sevgili Arsız Ölüm - Dirmit gibi oyunlardaki oyunculuk, yazarlık, yönetmenlik mesaisinden bildiğimiz ki “Dirmit” de Latife Tekin eseri olarak bir edebiyat uyarlamasıydı ve çok başarılıydı) Hakan Emre Ünal’ın yönettiği, (2014’te Craft’tan çıkma “Kalp Düğümü”nde tiyatroya merhaba diyen ve sonrasında sahnelerde görünmeyen ve bu defa adeta oyunculuğuyla döktüren) Melisa Sözen, (1970’lerden günümüze tiyatro ve sinema güzergâhında oyunculuğunu sevdiğimiz) Ülkü Duru ve (tiyatro kotasında ilk defa dikize yattığım, açıkçası tek kişilik performans tonundaki enerjisiyle etkileyen) Müfit Kayacan’ın oynadığı “Aile Yalanları” Zorlu PSM, TOY İstanbul ve Melisa Sözen’in ortak yapımcılığında tiyatroseverlerle buluşuyor. Dekor ve ışık tasarımını Yasin Gültepe, hareket tasarımı ve koreografisini Gizem Bilgen’in üstlendiği tek perdelik oyuna gelirsek de…

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Belgin (Melisa Sözen), bir gece yarısı annesinden beklenmedik bir telefon alır: “Baban beni aldatıyor.” Apar topar memlekete giden genç kadın, burada üç kişilik (anne, babası ve kendisi ve sadece telefonda varlığı bilinen abisi) bir aile bilmecesinin içine düşer. Aile cenderesinde kendi yolunu bulmaya çalışan Belgin, ömrünün sonbaharında yeni bir hayat ihtimali arayan babası Kamuran (Müfit Kayacan) ve herkes mutlu olsun istedikçe kendi dahil kimsecikleri mutlu etmeyi beceremeyen annesi Müzeyyen’in (Ülkü Duru) buruk ama neşeli hikâyesi. Söylenenleriyle ama en çok da söylenemeyenleriyle tam bir aile hikâyesi… Hikâyenin güzelliği ise tüm mevzuyu üç karakterin gözünden baştan dinliyoruz ve hiçbir şey göründüğü gibi değil!

    “Peki, şimdi ne olacak? Hem kendimiz olup hem de sevebilecek miyiz birbirimizi?” diyen “Aile Yalanları”nın bu sorusunu kendi hayat mesainizde de cevaplamaya hazır mısınız? Siz bu sorunun üzerine biraz yoğruladururken ama fonu da eksik etmeden (oyunun müziklerinden) “Dört yanımda dört kişi / Hepsi de başka / Hepsinin elleri benim üstümde / Hepsi de der ki / Sen, sen değilsin.' / Biz olmasak ne yaparsın?” diye nidalanan (1974 kayıtlı, “Benimle Oynar mısın?” albümünden) Bülent Ortaçgil’in “Dört Kişili Düş” şarkısını sarkıttık mı; izninizle sözü, Ülkü Duru ve Müfit Kayacan’a bırakıyorum…

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    “Biz güzel bir aile olduk”

    · “Zamanın esirleriyiz” der Avusturyalı yazar Herman Broch ve ekler: “Çoktan geçip giden bir rüya gibi çok gerilerde kalmış olsa da, ille de böyle olmuştur gibi bir iddiada bulunmayı göze alamasam da ve olaylar bu biçimde gelişmiş olsa bile, karşılığında ben ne verdim? Kendisinden kaçtığım kent, şu an çalıştığım köy gibi, o düzenin içinde değil mi? Köyün de, kentin de düzeni, büyük insanlığın bir parçası değil mi? Aradığım yalnızlık mıydı?” Broch üstadın bu kelamının yamacında, bugün yaşadığımız dünya gidişatına bakınca, sizin “2023 Z Raporu”nuzdan ne çıkar? Ve Türkiye sanatına / tiyatrosuna dair 2024 yılı (kısa ve uzun vadede) öngörünüz ne olur?

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Ülkü Duru: 2023 yılının Türkiye’de tiyatro sanatına dair çok güzel bir yıl olduğunu düşünüyorum. Genç oyuncuların çok kısıtlı imkânlarla, yaşam üzerine yaratıcı ve düşündürücü oyunlar yaptıklarını görüyorum. Bu da beni çok umutlandırıyor. Yeni tiyatro biçimlerini zorlayan çok başarılı, yerli genç oyun yazarlarımız ve rejisörlerimiz var. Aynı zamanda çok yetenekli genç oyuncularımız da var. Bütün bunlar geçmiş yıllara oranla seyircinin tiyatroya olan ilgisini artırıyor. Türk tiyatrosu 2024 yılına çok güzel bir giriş yaptı, çok güzel oyunlar seyrediyoruz. Gün geçtikçe daha da kaliteli yapımlar göreceğimize inanıyorum.

    · Gelelim, bir edebiyat uyarlaması olan “Aile Yalanları”na… Bu üçlüyü bir araya getiren bu hikâyenin yolculuğunu sizden dinleyelim?

    Ülkü Duru: Nermin Yıldırım’ın “Bavula Sığmayan” adlı öykü kitabındaki bütün öykülerden çok etkilendim. “Aile Yalanları” uyarlaması çok bizden ama aynı zamanda evrensel, samimi, mizah yönü çok güçlü, hüzünlü ve düşündürücü bir metin... Özellikle “Müzeyyen” karakteri her kadın oyuncunun oynamak isteyeceği çok renkli bir kişilik… Oyuncu arkadaşlarım Melisa Sözen ve Müfit Kayacan eskiden tanıdığım ve beraber çalıştığım, benim için çok değerli dostlarım. Bu oyunda üçümüzün enerjisi gerçekten de çok iyi bir şekilde uyum sağladı ve birlikte oynamaktan çok keyif aldığım bir oyun çıkardık.

    Müfit Kayacan: “Aile Yalanları” uzun bir ayrılıktan sonra benim tiyatroya dönme projem. Bu anlamda gerçekten benim için çok özel ve değerli bir yeri var. Bu durumun ötesinde böyle bir ekiple ve oyunla tiyatroya dönüyor olmak çok büyük bir mutluluk. Oyunu ilk okuduğumda beni çok heyecanlandırdı, metni çok özgün ve farklıydı. Okurken sahnede nasıl can bulacağını, nasıl hayata geçeceğini çok merak ettim. Bu düşünce beni bir yandan da umutlandırdı ki yönetmenimizin Hakan Emre olduğunu bilmenin de katkısı büyük oldu bu umutta. Prova sürecinde oyuncu arkadaşlarım Melisa Sözen ve Ülkü Duru ile olan uyumumuz, oyuna ilişkin hemhal oluşumuz, yönetmenimizin bu konudaki doğru emekleri, yazarımızın zaman zaman aramıza katılarak bizi desteklemesi doğru bir prova sürecini mümkün kıldı.

    Tabii ki burada yapımcımıza da teşekkür etmemiz lazım. Prova sürecini her anlamda yanımızda olarak gerektiği gibi destekledi. Ve bu prova sürecinin sahnede karşılık bulması da bizi ayrıca çok mutlu etti. Her oyun öncesi gerçekten ayrı bir heyecan içinde oluyoruz hepimiz ve bu çok güzel paslaşmalarla karşılık buluyor. Biz güzel bir aile olduk. Ve bu durum gerçekten bizi çok mutlu edecek şekilde seyirciye de yansıyor. Oyunun seyircisi ile olan ilişkisi çok önemliydi ve o da hayal ettiğimiz biçimde gerçek oldu.

    Hem kendimiz olup hem de sevebilecek miyiz birbirimizi

    · Çağdaş sosyolojinin önde gelen isimlerinden biri olan ve özellikle aile yapısı, cinsiyet rolleri ve toplumsal değişim konularında önemli çalışmalar yapan Judith Stacey ‘aileyi’ şöyle tanımlar: “Aile, bireylerin duygusal ihtiyaçlarını karşılamanın yanı sıra, toplumsal ve ekonomik işlevleri de yerine getirir.” Yazar, feminist filozof, gazeteci Simone de Beauvoir ise aileyi, kadınların toplumsal cinsiyet rollerinin pekiştirildiği bir yer olarak eleştirir. Ona göre, ailedeki cinsiyet rolleri, kadınların toplum içindeki ikincil konumunu güçlendirir. Bu iki tanımdan yola çıkarsak oyundaki anne-kız ilişkisini de düşünerek sizin “aile” tanımınız / tarifiniz ne olur?

    Ülkü Duru: Aileyi oluşturan bireylerin birbirleriyle olan ilişkilerinin hem duygusal hem de toplumsal ve ekonomik olarak çok zor olduğunu düşünüyorum. Bunu kolaylaştırmanın en önemli yolu da sevgi ve güvendir. Bizi şekillendiren, hayata hazırlayan ailemizdir. Büyüdükçe öğrendiklerimizle ve karakterimizle, bir şekilde kendi yolumuzu buluruz. Bu süreçte anne ve babaların, özellikle annelerimizin kendilerini feda ederek yalnızca çocukların hayatını yaşamalarını tasvip etmiyorum. Çünkü anne ve babalar ne kadar mutlu olursa çocukları da o kadar sağlıklı bireyler olarak yetişir.

    · Provalar aşamasında ve sahnelerken uyguladığınız sahneleme enstrümanları nelerdi ve rol çalışma güzergâhınız nasıldı? Ayrıca oyunu çalışırken, yaşamınıza dair “bu da varmış” dediğiniz, şaşırdığınız mevzular oldu mu?

    Ülkü Duru: Provalar sırasında “Müzeyyen” karakterini yaratırken gözlemlerimden, okuduğum romanlardan, seyrettiğim filmlerden çok yararlandım. Türkiye’de, dünyada, yakın çevremde o kadar çok Müzeyyen var ki… Her birinin bir sözü, bir jesti, bir beden dili, benim bu karakteri yaratmama çok yardımcı oldu.

    Müfit Kayacan: Bu oyunun prova sürecinden itibaren sahnelendiği ana kadar, benim rolü yorumlamamda çok ilginç enstrümanlar, rast gelişler, şaşırtıcı bazı tesadüfler etkili oldu. İlk aklıma gelen, prova sürecinin hemen başında genç bir sinemacı olan Pınar Yorgancıoğlu’nun ilk uzun metraj filmi “Karanlıkta Islık Çalanlar”ın provalarını yapıyorduk. Ankara’da çekimlerini gerçekleştirdik. Bu çok ilginçtir, çünkü Pınar Yorgancıoğlu filmi şu şekilde özetliyordu: “Yaşama karşı duydukları ortak tatminsizliğin altında ezilen üç yalnız bireyin kendilerini ararken birbirlerini kaybetmeme çabalarını epik bir dil ile aktaran mizahi bir dram.” Ve orada da baba karakterini canlandırmıştım. Bu paralellik ve rastlantı beni çok şaşırtmış ve heyecanlandırmıştı. Ayrıca kendi hayatımda da neredeyse Belgin ile yaşıt iki evladım ile bu tiyatro oyununun hikâyesinde belirtilene benzer yaşadığım uzlaşma sorunlarım, çelişkiler vardı. Hatta bu oyunun son provalarına doğru büyük oğlum bende çok önemli değişiklikler olduğunu ve bunun sebebini çok merak ettiğini söylemişti! Gerçekten beni şaşırtan ilginç etkileri ve bu anlatım güzergâhında ışık tutan rastlantılar oldu diyebilirim.

     · Geleneksel aile yapısı ile modern aile yapısı arasındaki farklar ve değişimleri ortada, hele de bizim gibi coğrafyalarda aile yapısının bireyi bir şekilde gün sonunda “ruh kanseri” yaptığı da aşikâr… Niyetler kötü değil, fakat ortaya çıkan fotoğraf yorucu! Oyunda da dediği gibi, bir zincir var ve bir türlü o zincir kırılamıyor ta ki üreyene kadar. Ben de oyundan yola çıkarak sizlere sormak isterim: Peki, şimdi ne olacak? / Hem kendimiz olup hem de sevebilecek miyiz birbirimizi?

     Ülkü Duru: Ben hayata her zaman umutla bakan biriyim. Geleneksel ailelerde de modern ailelerde de zincirlerin bir gün kırılacağını düşünüyorum. İnsanların kendilerini geliştirdikçe birbirlerine karşı daha saygılı olacağına inanıyorum. Dolayısıyla hem kendimiz olup hem de birbirimizi sevebilmemiz son derece mümkün.

    Müfit Kayacan: “Hem kendimiz olup hem de sevebilecek miyiz birbirimizi?” Gerçekten bunu başarabilmek en temelde hem bireysel hem de toplumsal olarak çok önemli bir meseleyi halletmek ile de eş değer. Dilerim ki bu oyunun çok fazla izleyicisi olur. Çünkü gerçekten bir tiyatro oyununun ötesinde söyledikleri ve verdiği mesajlar ile toplumumuz için çok temel bir meseleyi tartışıyor, eğlenceli bir biçimde kâh gülerek kâh ağlatarak ortaya koyuyor. Şairin (Metin Demirtaş) dediği gibi, “Umutsuzluk Yasak” bize, ancak bunun için de alınması gereken çok yol var.

    Hem kendimiz olup hem de sevebilecek miyiz birbirimizi

     “Hikâye dejavu halinde sürüp gitmeyecek!”

    · Oyun sonrası us’umda dolanan filozof Jean-Jacques Rousseau’nun şu cümleleriydi: “Küçük aile sönmeye ve bir gün kendini başka birçok benzer aileye çözmeye yazgılanmıştır; ama büyük aile, her zaman aynı durumda sürmek için oluşturulmuş olmakla, birincisi gibi çoğalmak için artmaya gereksinmez: Yalnızca kendini saklaması yeterlidir ve her artışın ona yarardan çok zarar vereceği kolayca kanıtlanabilir.” Rousseau’nun kelamını fener yaparak oyundan yola çıkarsak sizce, Belginler, Kamuranlar, Müzeyyenlerin kadarı / kaderi hiç değişmeyecek mi; hikâye devaju halinde böyle sürüp gidecek mi?

    Ülkü Duru: Kendi anne babamı düşündüğüm zaman, bugünün anne babalarının çok daha açık fikirli, daha modern ve gelişmiş olduğunu düşünüyorum. Çocuklarını çok daha güçlü bireyler olarak yetişiyorlar. Bence hikâye bir dejavu halinde sürüp gitmeyecek!

    · Günümüz ahvalinde, “Aile Yalanları” bizlere ne söylemektedir? Ve bu oyunu kimler izlemeli?

    Ülkü Duru: “Aile Yalanları” bize ailenin her bireyinin birbirine iyilik yaptığını düşünerek tatlı yalanlar söyleyebileceğini ama sonunda bunun bir işe yaramayacağını, her zaman kişilerin birbirine dürüst olması gerektiğini anlatmakta. Bence bu oyunu gencinden yaşlısına herkes seyretmeli.

    Müfit Kayacan: Aslında seyircilerimizden biri tam da bu sorunun cevabını vermiş, onu paylaşmak istiyorum. Oyunu izleyen Psikolog Beliz Baylan’ın görüşü: “Aile Yalanları, sadece bir tiyatro oyunu değil, aynı zamanda duygusal bir ayna. İzleyiciler olarak kendi hikâyelerimizi düşünmeye ve hissetmeye çağırılıyoruz. Bu oyun insan ilişkilerinin karmaşıklığını ve aile bağlarının derinliğini samimiyet ile işliyor. Seyirci olarak kendi hayatımın bir yansıması olarak bu oyunu deneyimlemek, duygusal bir derinlik kazanmama ve sevdiklerimle olan ilişkilerimi sorgulamama kapı araladı.” İzleyicimizin bu görüşüne ben de katılıyorum ve gerçekten böyle bir değerlendirme ile karşılaşmak oyunun görevini yerine getirdiğini görmek bakımından çok kıymetli

    · Oyunun provalar sürecinde ve seyirciyle buluştuğu ilk anda; sizin his dünyanızda neler oldu? Seyirciden gördüğüm, bir yanıyla tebessüm ettirirken bir yanıyla da pek çok kişinin gözyaşına sebep oldu. İnsanların hayatına denk düşen çok yerler var! Mesela kitaba sadık kalındı mı? Ve karakterleri yaratım aşamasında ve sonrasında sahnedeyken sizin fonunuzda neler vardı; kafanızda dolanan ses, müzik, replik?

    Ülkü Duru: Her oyuncu için yeni bir karakteri yaratım süreci çok zordur. Bu oyunda kendi annemi ve yakın çevremi çok daha fazla irdeler oldum. Onları daha iyi anlamaya başladım. Kitaba sağdık kalındı, yalnızca bazı bölümleri yönetmenimiz Emre ve Nermin ile konuşarak sahne diline daha uygun hale getirdik. Oyunun prova aşamasında ve oyun çıktıktan sonraki oyun müziklerimiz Bülent Ortaçgil’in güzel eseri “Dört Kişili Düş” ve “Daddy cool”, “Hiç mi yaşamayalım?” repliği... Üçümüzün elindeki telefonlar, tabii ki gelinlik modeli ve sürekli benim herkesi banyoya sokma çabalarım...

    Müfit Kayacan: Prova süreci benim için farklı bazı özellikler taşıdı. Çünkü ben her provaya Ürgüp’ten dizi setinden gidip geldim ve çok yoğun bir süreçti. Prömiyere kadar her hafta aynı şekilde devam etti ve bu benim için çok kıymetliydi. Hâlâ da bu oyunun kıymetini arttıran sebeplerden biridir… Tiyatro benim sevdam… Sevgi neydi, sevgi emekti! Provalar sürecinde gerçekten metne sadık kalındı… Yazar da tüm bu süreçte bizimle omuz omuzaydı, kendisi yurtdışında yaşamasına rağmen fırsat buldukça bize katıldı. Zaten işin başından beri yönetmenimizle çok iyi bir diyalog içindelerdi. Bu da bizim için büyük bir şanstı. Hep söylenir ya “başarı tesadüf değildir” diye… Böylesine kuvvetli bir anlatıma sahip yazarın metni, bu tür rejilerin daha önce de çok başarılı örneklerini vermiş bir yönetmen ve aralarında güzel enerji yakalamış oyuncular… Tüm bunların bir araya gelmesi çok kıymetli, dolayısıyla prova süreci de seyirciyle buluşmamız da heyecan vericiydi… “İyi ki” diyorum.

    Hem kendimiz olup hem de sevebilecek miyiz birbirimizi

     · Tekste sizi en çok etkileyen bölüm ya da sahne hangisi? Ve bu sizde nasıl bir durum yaratıyor?

    Ülkü Duru: Oyunda beni en çok etkileyen bölümler, “Müzeyyen” ve “Belgin”in son telefon mesajlaşması ile “Müzeyyen”in “Kamuran”ı otel odasında bastıktan sonra, her şeye rağmen ona duyduğu şefkat…

    Müfit Kayacan: Beni en çok etkileyen bölüm, Belgin’in annesine gönderdiği sesli mesajdaki replikler. Belgin annesine şöyle diyor: “Anneciğim, anne biliyorum beni çok seviyorsun, her şeyi bu yüzden yapıyorsun ama ne olur bir bırak da ben de seni kendi bildiğim gibi seveyim. Sana baktıkça beni sevmeye, bizi sevmeye adanmış şu ömre baktıkça hem üzülüyorum hem de kendimi suçlu hissediyorum.” Bu naiflikte, bu duygusallıkta sürüp giden bir diyalog… Bu sahnede her defasında, gözlerim doluyor ve bu sahnede benim kendi hüznümü göstermemem gerektiği için kendimi zor engelliyorum. Bende etki bırakıyor, çünkü galiba aynı şekilde ben de canım anneciğimi düşüyorum. Dört çocuklu bir ailenin annesi olarak bize adanmış ve 70’li yaşlarının başında sona ermiş bir ömrü aklıma getiriyor bu sahne ve galiba ben de kendimi suçlu hissediyorum.

    Hem kendimiz olup hem de sevebilecek miyiz birbirimizi

    “Aile içindeki yalanlara ihtiyaç duymadan”

    · Diyelim ki oyunun karakterleriyle tesadüf bu ya denk düştünüz ve aynı masalarda kelamdasınız. Öncesinden de az-çok hayat hikâyesini biliyorsunuz. Bir sözünüz olsa onlara, bu ne olurdu?

    Ülkü Duru: “Önemli olan insanın kendi düşündüğünü çok önemsemesi değil, karşısındakinin ne düşündüğüne saygı duymasıdır” derdim.

    Müfit Kayacan: Öncelikle bu oyunu izlemelerini önerirdim! Finalde gelinen noktaya gelebilmeleri için bu yaşanılan sancıların çekilmesinin gerekli olup olmadığını sorardım onlara… Empati duygusunun ve diyalog içinde kalmanın ne kadar önemli olduğunu tartışırdık birlikte. Ve tabiri caizse “hayat fani, ölüm ani” gerçeğinden yola çıkarak başka bir bakış açısı ile ilişkileri ve bazı şeyleri sorgulardık. Tüm bunların sonunda, aile içindeki yalanlara bu kadar ihtiyaç duymadan yaşamak mümkün mü diye konuşurduk belki de mümkün olduğunu umut ederdik…

    · Son zamanlarda size iyi gelen neler var; kitap, müzik, tiyatro, albüm, sergi veyahut bir an veya bir fotoğraf karesi gibi?

    Ülkü Duru: Nermin Yıldırım’ın bütün kitapları ve çok sevdiğim İngiliz yazar Ian Mc Ewan’ın kitaplarını okumak. Kübalı caz müzisyeni Roberta Fonseca’yı dinlemek. Öğrencilerimin oyunlarını seyretmek… İstanbul Modern’e gidip o güzel İstanbul manzarasını seyretmek. Seyahat ve yakın dostlarımla sohbet etmek.

    Müfit Kayacan: Son zamanlarda gündemden esinlenerek bir film önermek istiyorum… Beni çok etkileyen bir filmi aklıma getirdi… Dünde kalan bazı güzellikleri anımsadım… “Vesikalı

    Yârim” izlemeyenlere tavsiyemdir izlesinler, izleyenler de günümüz şartlarını düşünerek tekrar izlesinler… 60’lı yılların naif dilinin, anlatımının izleyenlere çok iyi geleceğini de düşünüyorum… Şarkıları da tabii… Şöyle de özetlenebilir: “Kalbimi kıra kıra bıraktılar çok hatıra…”

    · 2024 yılı projelerinizden, kafanızda veya hayalinizde veyahut masanızda olan işlerden bahseder misiniz?

    Ülkü Duru: “Aile Yalanları” oyunuyla seyirciyle buluşmak ve bu oyunu çok daha uzun süre oynamak istiyorum. Öğrencilerimle yeni oyunlar çalışacağım... Ayrıca yeni bir Netflix dizisinde oynayacağım. Ve güzel bir sinema filminde oynamak isterim.

    Müfit Kayacan: ATV ekranlarında, Pazartesi akşamları izleyici ile buluştuğumuz “Safir” projemiz devam ediyor, içinde yer almaktan çok keyif alıyorum. Yeni proje olarak da hayalimde hep herkesi mutlu eden, iyi bir komedi projesi var. Örnek olarak aklıma hemen rol aldığım Blu TV’ de yayınlanan “Bartu Ben” dizisi geldi... Kim bilir belki ikinci sezonu gelir ve macera devam eder.

    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow