Kilo sorunu, daha da önemlisi sağlıklı beslenme ile ilgilenen hemen herkesin onayladığı bir model. Fazla kiloluluk veya obezite meselesine gelince... Bazen az hareket ettiğimiz, bazen çok yediğimiz, bazen de iki yanlışı birlikte yaptığımız için yağ depolar, kilo alırız. Ve maalesef çoğumuz “ne yersek yiyelim”, yiyip içtiklerimizin toplam enerjisi harcadığımız enerjiden fazla olunca kilo aldığımızı sanırız. Oysa pratikte durum farklıdır. Önemli bir bölümümüz sadece fazla yediği için değil, yanlış şeyler yiyip içtiği için kilo alır. Bizi en çok da karbonhidratlar, özellikle de yanlış karbonhidratlar şişmanlatır. Bunlar “genetik olarak problemli” ve “imalat kurguları farklı” kişilerdir. Ve ne yazık ki bana göre her dört kişiden –hatta üç kişiden- birinde bu problem var. Bunlar karbonhidratlara, özellikle işlenmiş karbonhidratlara, hele bir de beyaz una, nişastaya, şekere, fruktoza fazlaca yüklendiklerinde isteseler de istemeseler de süratle yağlanıyorlar. Problemin kısaltılmış adı “insülin direnci”. Çözüm için Gİ beslenme modeline dönmek, glisemik yükü düşürmek lazım.
İnsülin direnci neden şişmanlatıyor?
İnsülin direnci olan birinin pankreası adeta bir “insülin üretim fabrikası” gibi çalışıyor. Hele bir de kanda ani şeker dalgalanmaları oldu mu üretimi iyice abartıp patlama noktalarına vardırabiliyor. Sonuçta insülin şeker sistemi kilitleniyor. İnsülin direnci gelişiyor. Yenilen içilen her şey hücrelerde enerji olarak kullanılacağı yerde yağa dönüştürülüyor. Kısacası metabolizma bir yağ üretme fabrikası gibi çalışmaya başlıyor. İşte bu nedenle beslenme modellerimizi oluştururken genlerimize kulak vermek, imalat şartnamemize, yani kullanım kılavuzumuza uygun yakıtlar almayı öğrenmek zorundayız. Baş düşmanımızın –sadece şişmanlık için değil sağlık için de- şeker ve işlenmiş karbonhidratlar –özellikle undan, nişastadan- zengin besinler olduğunu unutmamalıyız.