hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Melis Danişmend Melis Danişmend

    Sokakta insanlara yardım etme deneyi

    24.05.2017 Çarşamba | 14:35Son Güncelleme:

    Yaşlılar, yol soranlar, metrobüste ayakta kalanlar… Zor durumda olana sırt çevirmek yerine ona yardım ederseniz neler olur?

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Sokakta insanlara yardım etme deneyi

    Yıllar önce Cadde’de dolmuşta giderken ansızın hapşıracak gibi olmuş, yanımda mendil olmadığını fark edip mecburiyetten dolmuş ahalisine dönüp, “Pardon kağıt mendili olan var mı acaba?” diye sormuştum. Sanki kimyadan sınıfta kalmak üzere olan lise öğrencisine, “Kobaltın simgesi nedir yavrum?” demişim gibi bana boş boş, sıfır ifadeyle bakan sekiz çift gözle karşılaşmıştım (şoför dikiz aynasından olmak suretiyle). Bir Allah’ın kulunun mendil uzatmasını bırakın, “Dur bir bakayım,” “Yok,” vs. gibi bir cümle de duymamıştım; hapşırığım hayretten uçup gitmişti. 

    Bu yıllar önceydi. “Şimdi İstanbul bambaşka bir yer!” demek isterdim ama değil, daha beter. O yüzden bu deneyin önemi benim için büyük. Sokakta yardıma ihtiyacı olan birine sırt çevirmemek biliyorsunuz artık madalyayla ödüllendirilecek kıvama geldi, şaşkınlıkla karşılanır oldu. İnsanlar, “Aman şimdi başıma iş alırım,” diyerek olay yerinden ‘uzuyor.’ Öncelikle aşağıda yazdıklarımın çoğunu bu deneye başlamadan önce, yıllardır yaptığımı -böbürlenmeden - söylemek istiyorum. Çünkü bunlar bana zaten son derece doğal, olması gereken şeyler gibi geliyor. Ve bön bön bakanı ya da bu hareketleri ‘romantik’, ‘naif’, ‘duygusal’ bulanı da omuzlarından tutup sarsmak istiyorum. Ama tabii ki bu deney serisi maksimum dozda iyilik ve güzellik içerdiğinden bunu yapmıyor ve herkes hakkında iyi düşünüyorum (gözlerini deviren emoji). Buyurun deneyin sonuçlarına…

    • Tartışma programlarında bir konuğa söz verildiğinde direkt konuya gireceğine, “Öncelikle…” diye başlayan ve Pink Floyd şarkılarının intro’larıyla yarışacak sürelerde teşekkür, konu dağıtma konuşması yapanlar vardır, bilirsiniz değil mi? Herhangi bir yerde milletimizin yol tarif etme şekline kulak misafiri olunca ben hep onları hatırlarım. Konunun özüne hızlıca varmak yerine ne kadar gereksiz cümle varsa bu esnada ortalığa dökülür saçılır. Mesela bu yol meselesinin en büyük mağdurları arasında Taksim-Bostancı dolmuş hattını kullanan Avrupa yakalılar vardır. Anadolu yakası sahil şeridindeki her durağı sadece ‘Caddebostan’ adıyla bilen bu yolcular şoföre, “Xxx nerede biliyor musunuz? Orada ineceğim, bana haber verir misiniz?” diyorlarsa yandılar. Ya hiç karşılık alamaz ya da demin bahsettiğim türde niye olduğunu anlayamadığım arap saçı yanıtlar alırlar. Şoför, “Şimdi sen tam olarak nereye gidecektin?” diye başlar mesela söze. Yolcu söyler. Şoför durur. Yeri bilse bile cevap vermesi kesinlikle hemen-net-yüksek sesle olmaz. Böyle banka telefonunda bekler gibi bir bekleme süresi vardır. Çoğunlukla o anlarda saçımı başımı yolacak kıvama geldiğim için dönüp, “Ben size söyleyeceğim bekleyin,” derim. Geçenlerde genç bir kız biraz da panikle (hani panik olunca hızla giden dolmuşta ayağa kalkıp kapı önünde iki büklüm ileri geri uçan cinsten), “Ben Plaj Yolu’nda inecektim, geçtik miii?” diye bağırdı. Şoförde tıs yok, telefonla konuşuyor ve tam gaz devam ediyor. Bir daha sordu, adam yine telefonda. “Daha gelmedik merak etmeyin, söyleyeceğim,” dedim. Biraz rahatladı. Kulaklıklarını takıp müzik dinlemeye başladı. Biraz sonra yaklaşınca, “İnecek var!” dedim, adam hala telefonda. Neyse ki durmayı başardı, arkaya kıza döndüm, müzik dinlediği için geldiğimizi fark etmemişti, elimle ‘burası’ işareti yaptım, o da gülümseyerek başıyla selam verdi. Bu tip kadın dayanışmalarında ilgimi çeken bir detay oluyor. Kadınlarımız kesinlikle kabalıktan değil ama teşekkür etmiyorlar. Yani karşısında bir yakını varmış gibi hissediyor galiba, çok içten gülüyorlar ya da çok makbule geçtiğine dair mutlu bir ifadeleri oluyor ama teşekkür gelmiyor. Neyse, olsun. 
    • Yaşı ileri insanların market torbalarını taşırkenki hali hayatta beni en fena eden şeylerden biri. Keşke belediyeler tarafından bir çözümü bulunsa bu işin. Zaman zaman, özellikle yoldaki banklara oturup soluk soluğa dinlenenlere yardımcı olup olamayacağımı soruyorum. En son pamuk saçlı bir kadına bunu teklif ettiğimde o kadar mutlu oldu, o kadar yüzü aydınlandı ki, defalarca teşekkür ederek çocuklarını, torunlarını anlata anlata yanımda yürümeye başladı. Evi zor yürüyen biri için epey uzak bir mesafedeymiş meğer, oraya kadar gelebileceğimi söyledim, yine defalarca teşekkür etti. Evinin önüne geldik, asansörsüz eski apartmanlardandı. İkinci kata çıkardım torbaları. Her aşamada bu tatlı kadının haftada en az bir kere tek başına bu mesaiyi nasıl yaptığını düşünüp durdum. Kahve içip içmeyeceğimi sordu, işlerim olduğunu söyleyip teşekkür ettim. Vedalaşırken, “Yanlış anlamazsanız size bir şey söylemek istiyorum,” dedim. “Estağfurullah buyurun,” dedi. “Lütfen kimseye güvenip kapınıza kadar çıkarmayın olur mu? En fazla aşağı kapının önüne kadar gelin ve hangi dairede oturduğunuzu söylemeyin,” dedim. Duraksadı. Kötülükten o kadar bihaber haldeydi ve ben de aslında yaptığım şeyle o kadar tezat bir tavsiyede bulunuyordum ki, hem çok üzüldüm hem de kendimi bunları söylemekten alıkoyamadım. 
    • Başka bir gün oturduğum bir cafe’nin tam yanındaki apartmana bastonlu, yaşı epey ileri bir kadın girecekti. Kapıya ağır ağır yaklaşırken içeriden genç bir adam çıktı ve kapıyı tutmadan hızla yoluna devam etti. Fakat yaşlı kadını gördüğü için bir-iki saniye sonra durakladı, kapıyı tutması gerektiğini anladı ama hayır, yoluna devam etti. Artık böyle durumlarda içimden bir Hafize Ana çıkıyor. “Boyu devrilesice!” diye kalkıp kapıya gittim, kapanmadan yakaladım, çok ağır demir bir kapıydı. Kadın çok sevinerek, çok teşekkür ederek içeri girdi ve asansöre yöneldi.
    • Deneyde benim rolüm olmasa da şahit olduğum bir şeyi anlatmak istiyorum. Çok kalabalık bir saatte metrobüste ön tarafa yakın bir noktada ayakta duruyordum. Bir durakta çok sayıda yolcu bindi, aralarında kucağında bebek olan bir kadın vardı ve zar zor ayakta duruyordu. Bir adam dayanamayıp, “Bebekli kadın var burada! Hepiniz oturmaya devam ediyorsunuz, hayret bir şey ya!” diye bağırdı. Ön sıralar telefonlarına gömülmüş genç kızlarla doluydu gerçekten de. Herhalde içlerinden biri utanç içinde hemen yer verecek derken, bir tanesi bebekli kadına dönüp şöyle dedi: “Ver canım çocuğu, sen rahat dur.” Patlamamak için kendimi zor tuttum. Bu büyük fedakarlık! Bu büyük incelik! Bebek genç kızların kucağında, yorgun ana kalabalığın arasında ayakta yollarına devam ettiler. 
    • Bu yardımlaşmalar esnasında her zaman her şey yolunda gitmiyor, sizi yardım ettiğinize pişman edecek insanlar da çıkıyor. Söğütlüçeşme’de metrobüsten indim, çok acelem vardı, kalan tek taksiye yaklaştım, tam binecekken bir kız koşarak gelip, “Ayyy nereye gidiyorsunuz? Çok acelem var. Ben de o yöne gidiyorum, taksiyi sizinle paylaşabilir miyim?” dedi, “Tamam buyurun!” dedim. Öne oturdu, gidiyoruz. İneceğim yere geldiğim zaman, “Burada ineceğim,” dedim, o biraz daha devam edeceğini söyledi. Parayı çıkarttım, bozuğum da yok, tam taksimetre ücreti kadar var. Bu arada baktım kızda herhangi bir hareket de yok, camdan dışarı bakıyor, arkasına bile dönmüyor. Parayı uzatırken, birkaç saniye için, “Paylaşmak isteyen kendisiydi, en azından bir şey demesi gerekmez mi?” gibi How I Met Your Mother’da Ted’in bir randevuda hesap ödeme esnasında yaşadığı, izleyenlerin hemen hatırlayacağı o sahneyi yaşadım. Kızda en ufak bir tepki yok, arkada da arabalar birikmiş, verdim tüm parayı, “Allah Allah!” diyerek indim. Kız hayatı boyunca tüm hesaplar kendisi adına ödenmiş birinde filizlenip büyüyebilecek korkunç bir tonla, “Yaaa çok sağooool!” diyerek beni uğurladı açık camdan. Şu basiretinin bağlanması ne feci bir şey. Karabasan üstüne çökmüş gibi ağzından bir kelime çıkamıyor, vücudun kaskatı kesiliyor. Kafamda söyleyebileceğim ama söyleyemediğim tüm cümleler tepinirken evimin yolunu tuttum.
    • Bu deneyi sonlandırırken başta dediğim gibi, aslında sıradan, normal, her vatandaşın yapabileceği yardımların bu şehirde bir lüks, bir ince düşünce, bir ‘mesele’ seviyesine gelmiş olduğunu hayretle görüyorsunuz. Yaptıklarınız kendinizi (en azından benim için) özel falan hissetmenize de yol açmıyor. Bu kadar basit ve hayatı kolaylaştırabilecek / güzelleştirebilecek şeylere insanların niye elini sürmeye yanaşmadığını anlayamıyorsunuz. Yardım etmek neredeyse eziklik, sırtını dönüp gitmekse ‘zekilik’ haline gelmiş bile. Olsun. Söylemekten bıkmayacağım. Bu deney serisi, “Bu dünyayı iyilik kurtaracak!” diye başladı. Pes etmek yok.