hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Utku Başar Utku Başar

    “Türkiye’nin resmi dini ikiyüzlülüktür”

    08.01.2014 Çarşamba | 14:03Son Güncelleme:

    Ne güzel söylemiş Murathan Mungan. Bir sorun kendinize. Yapmayı “çok sevdiğiniz” şeyleri başkası size, yakınlarınıza yapsa “kafa göz dalmaz” ya da  “yolmaz” mısınız? Açık açık bakmaya cesaret edemeyip de yüzümüzü kapattığınız elin parmakları arasından “dikizlediğimiz” aslında kendi “rezilliğimiz” değil mi?

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Baştan anlaşalım; boşuna kızmayın. Dinle ilgili değil söylenen.

    Toplumun geneline her alanda yayılan, hayatımızı kontrol eden en geniş yapı o olduğu için kullandığı bir metafor şairin.

    Didiklersek kastedilenin içinde o da var tabii ama oralara gitmeyelim şimdilik.

    Her işimizde bir “ikiyüzlülük”, her işimizde bir “dikiz”.

    “Karmakarışık” da açıklarsın aslında.

    Lacan, Focault, Derrida, Freud, Bentham; Ooh sürüsüne bereket.

    “Bakış” dan tut “panoptikon”a çek; oradan tut “Ölü Ozanlar Derneği”ne at.

    Yürür de yürür. 

    Gerek yok.

    Biz “dikizlemeyi” iyi biliriz

    Zira bu “dikiz” meselesi aslında bizim için soluduğumuz hava kadar gerçek, onun kadar da basit.

    Yani, “çok yakından” biliyoruz.

    Ruhumuzun, toplumumuzun en karanlık köşelerini televizyonlarda gördüğümüzde ağzımızın suyunu akıtarak izlememiz bu yüzden değil mi?

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Kim kimin üzerine kusuyor? Kim kimin üzerine basıyor? Ne rezillik, ne rezillik!

    Ben olsam basar mıyım?

    Basarım tabii.

    Ama bunu kendime anlatmak, itiraf etmek psikolojik olarak kaliteli değil.

    Yapmayayım.

    En iyisi, “dikizleyeyim” ben.

    Dikizlediğimi yapan ben değilim ya. Sorun yok!

    Bu, “pornografi!”

    Bu siyasi pornografi

    “Karıştırmayalım” dedik de “dikiz” e referans vermeden, “pornografi” dediğinde aslında ne diyorsun açıklamadan olmaz.

    Jacques Lacan’dan felsefenin Seda Sayan’ı, düşün aleminin rock yıldızı Slavoj Zizek’e bir pas atıp, çok kabaca biraz top çevirelim.

    Zizek, “Yamuk Bakmak” adlı kitabında tam da Seda Sayan kadar direkt ve net bir değerlendirme yapıyor yandan da olsa bu meseleyle ilgili.

    Televizyonlarda “birilerinin bizi gözetlediği” programlar, gelinlerle kaynanalar için “aslında kendi hayatımızı dikizliyoruz” diyor.

    Doğru mu?

    E galiba.

    Peki, bu “öznel” tavır topluma yayılınca ne oluyor?

    Memleketin şairlerinden biri işte başlıktaki gibi yapıştırıveriyor tanımı.

    Sizce o doğru mu?

    Bence, e o da “galiba”.

    Meseleyle ilgili Lacan ve Zizek’i toplarsak özetle derler ki, “Kendin sık sık yaptığın ve yapmaktan zevk alacağın bir şeyi örtülü olarak yapmak ve başkası yaparken izlemek “fantezi” ye giriyor. “fantezi” açığa çıktığında, ya da “fanteziyi” “dikizlerken” yakalandığın dakika da bu “müstehcen” yani “pornografik” oluyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Belki diyeceksiniz ki “E kardeşim biz fanteziyi, pornografi severiz; zaten hep, net ve direkt olmaktan korkmuş, kapı deliğinden, perdenin arkasından bakan bir toplum bizimkisi”.

    “Doğu toplumlarının özelliğidir, mimaride bile içe doğrudur her şey, kapalıdır” diyenleriniz olacak, “E bravo yeni mi anladın?” diye alkışlayanlarınız;

    Yok, yeni anlamadım.

    Ama bu “dikiz” ve “ikiyüzlülük”, yansıdığı ve sonuç anlamında etkilediği alan açısından artık belki de eskisinden daha az kabul edilebilir.

    Zira üç haftadır siyasi alanda yaşananların “rezillik” olduğunda mutabıksak şu anda Mungan, Lacan ve Zizek’ten devşirmeyle “ikiyüzlü” toplum yapımıza uygun bir “siyasi porno” izliyoruz desek yanlış olmayacak.

    Tarafları kendisini karşısındakinin gördüğü üzerinden tanımlayan, dolayısı ile bize de böyle yansıyan bir savaş bu.

    İDDİALARA GÖRE bir taraf diğerinin “yıllardır yaptığı ve hiçbir zaman yakalanıp hesap vermeyeceğini sandığı yolsuzluğu” diğeri de YİNE İDDİALARA GÖRE “devlet içindeki paralel yapıyı” ortaya çıkardı.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    “Tarafların” “Bak şimdi takkeniz düştü, keliniz göründü” diyenlere verdikleri cevap aynı olmasa da, yöntem ve işaret ettiği yön bakımından çok benziyor:

    “Sen beni bırak, asıl ötekine bak!”

    Kimse “olduğu şeyi”, “olduğu gibi” ifade edemiyor.

    Kendinizi ne kadar güçlü hissediyorsunuz?

    Bir yandan da “fantastik” bir öz değerlendirme var.

    Yok mu?

    Eğer yoksa “Büyük güçlü Türkiye’yi yıkmayı hedefleyen uluslararası komplolar”ı nasıl açıklayacağız?

    Bir sorun kendinize “kendinizi” ne kadar “güçlü” hissediyorsunuz?

    Sonra bir de “Türkiye uluslararası alanda, bölgesinde ne kadar siyasi “etki” sahibi, ekonomisi ne kadar güçlü?” diye sorun.

    Açık yüreklilikle, nesnel olarak verdiğiniz cevap, olduğumuz durumdur!

    Yukarıda bahsettiğimiz afilli teorilerin sahibi ağabeylerden benden fazla feyz almış biri çıkıp bunu “Bir çeşit kendini aldatma aracı, kendini aldatmayı da psikanalitik açıdan bir savunma mekanizması”  savunma mekanizmasını da en genel sözlük tanımıyla “Bireye geçici bir fayda sağlayan, kesin çözüm getirmeyen, arkasına sığındığı; sürekli kullanıldığındaysa önce nevrozlar, sonra da psikozlara sebep olan, temelde de duyduğu kaygıyı azaltmaya ve tehdit altındaki benliğini korumaya çalışmasına yarayan istemsiz bir ruh durumu” olarak tanımlarsa?

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    O zaman ne olacak?

    İşi “işleri oldurma” olan kurum “olduramıyorsa” ve bunun için de bir savunma mekanizması geliştirme durumuna düştüyse?

    Bu siyaset zurnasının zırt dediği yer midir, değil midir?

    Ortak kabulle 3 haftadır “devlet” kilitlendi.

    Tüm erkanıyla “çözümsüzlük” etrafında top çeviriyor.

    Bu noktada bazıları için aynı davada savcılıktan, avukatlığa giden yol salt konjonktürün değişimiyle açıklanabilir mi?

    Ötekiler için, “AK Parti mi daha kötü, Hizmet Hareketi mi?” noktasında verildiği aşikar olan karar üzerinden, berikiyle ittifak yapma hevesiyle, ya da özür dilerim, “devlet krizini çözmek için” üç gün önce berikinin “faşist”, “tek adam” uygulamalarını eleştirirken yine o tek adamın iradesiyle “hukuksal çalışma” yapmayı açıklar mı o aynı konjonktür?

    Neyse bunlar derin sular, daha fazla girmeyelim de boyumuzu aşmasın.

    Keşke herkes Bülent Ersoy kadar “delikanlı” olsa

    Gelin şu başlıktaki “ikiyüzlülük” durumuna başka bir yerden, tarihte bugünden “bakalım”.

    8 Ocak 1988’de, yani 26 yıl önce bugün “Türk sanat müziğinin divası” Bülent Ersoy’un 7 yıl süren sahneye çıkma yasağı Emniyet Genel Müdürlüğü’nce kaldırıldı.

    Sahnelerden uzak bırakılmasının nedeni cinsel yönelimi, suçu da cinsiyet değiştirmekti.

    Yani “Emniyet”e göre Ersoy bir hanımefendi değil, yeterince “delikanlı” hiç değildi.

    Oysa O ki, toplumun tüm kesimlerinin kucakladığı; şarkıları, kasetleri bir dönem her meyhanede, her “delikanlının” otomobilinde bangır bangır çalan Bülent Ersoy’du.

    Ama işte yine başlıktaki malum “durum” dolayısı ile O’nun şarkılarıyla kafayı çekenler yeri geldi birbirlerini yeteri kadar “delikanlı” olmamakla itham etti diye masalarda birbirini vurdu; yeri geldi içinde O’nu dinledikleri otomobillerini, Yenibosna’da, Merter’de E -5 kenarına çekti, yeteri kadar “delikanlı” olmadıklarını düşündükleri trans seks işçilerini kalaslarla dövdü, yaraladı, öldürdü.

    Yaptıkları “delikanlılığa” sığmadı.

    Keşke hepsi “Bülent ablaları” kadar “delikanlı” olsaydı.

    Gün oldu devran döndü, Bülent Ersoy hanımefendi hak ettiği yere oturdu.

    “Çizgisini” korudu, toplumun “baş tacı” oldu.

    Çünkü tüm bu zaman içinde ne bizi, ne kendisini aldattı.

    İşte bu yüzden hep “delikanlı” oldu.

    Keşke tanıdığımız, bildiğimiz herkes Bülent Ersoy kadar “delikanlı” olsa.