hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Utku Başar Utku Başar

    Vekilin dibi!

    16.12.2013 Pazartesi | 09:13Son Güncelleme:

    "Adamlığın", "dip" gibi alt sınır belirten bir sıfatla tanımlandığı bir toplumun siyasete yansıması başka türlü mü olacaktı?

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Zaman zaman siyasilerden biri meclis kürsüsünde ya da miting alanında "olumsuz" bir şey söyler, siyasi üslup tartışması düşer gündeme.

    Bu her dönemde olur. Seçim dönemlerindeyse aman Allah!

    Kimin ağzından ne laf çıkar tahmin edilemez.

    Üslup öyle sertleşir ki, gerilim elle tutulabilir hale gelir.

    Bazı araştırmacılar "siyasiler evlerinden uzak, sürekli yollarda olduğu için sürekli gerginler, yeterince rahatlayamıyorlar, bu da üsluplarına yansıyor" diyor.

    Hem bu durumu izahta Freud üzerinden bir değerlendirmenin "sıkıntılı" olduğunu düşündüğümden, hem de bu tez sınanabilir olmadığı için "böyle de bir düşünce var" demek dışında bana bir şey söylemek düşmez.

    Ama gerginliğin ritmi, daha doğrusu "ritmindeki bozukluk" bize belki bu konuda ipucu verebilir.

    Bu süreçte bazen maksadı aşan beyanlar olur; özür dilenir.

    Bazense söylenen kastedilir.

    Kahvede biri birine söylese karakolluk olunacak şeylerdir genelde. Ama siyaset kurumu bunları kaldırır.

    En fazla karşılıklı dava açılır.

    Tazminatlar ödenir, sonra bayram seyran olduğunda yan yana soğuk soğuk poz verilir. E birkaç hafta sonra da zaten bunlar unutulur.

    Yani bir şey olmaz.

    Ha bak iş aynı ortamda, ki bunun Meclis genel kurulu olması mühim değildir,  yumruklaşmaya varırsa 2001'de Mehmet Şıhanlıoğlu gibi bir vekil bunun sonucunda ölebilir.

    Akıl bunu almaz!

    Ama alırsa, "olsundur", "pisipisine" yitirilen bir can, ölen bir insan "demokrasi şehidi" sayılır.

    Malum, mesele aynı kurum altında millet için beraberce çalışmaktır.

    Milletin vekilleri de bunun için tabii ki fedakarlık yapacaklardır.

    Bazısı ölecek, bazısı kendine ve ailesine edilen küfrü sineye çekecektir.

    Her şey vatan içindir.
    Bizim yaştakilerin yaşam süresinde gördüğü siyasilerin defaaten ödediği tanklı tüfekli, işkenceli maphuslu, "post"lu e-postalı bedeller karşısında bu nedir ki?

    Ama haksızlık da etmemek gerekir.

    Zira ortak kabulle bu gerginlik de taa o dönemlerden kalan "olumsuzlukların" "düzeltilmesi", Türkiye'nin "yeniden yapılandırılma" sürecindeki gazının alınması, e dolayısı ile de gaz sancısıdır?
    Malum sancılı süreçler de adı üstünde kolay atlatılmayabilir.

    Siniriler yıpranır, deriler aşınır, ama sonunda "hep birlikte" rahata erilir.

    Ama taa zamanında bu rahatlamanın "kanlı mı, kansız mı?" olacağını söyleyenlerin kullandığı siyaset üslubu, siyasi hayatlarının her döneminde içinde yaşadıkları bundan "bin yıl kadar" sert iklim düşünüldüğünde "çok yumuşak" değil midir?

    Necmettin Erbakan ortak kabul ile herhangi bir konuda Türk siyasi tarihinin en zeki ve en kıvrak konuşmalarını, nüktelerle süsleyerek yapabilen bir siyasiyken aynı gelenekten gelenlerin üslubundaki en hafif dille "sertlik" neye bağlanabilir?

    Yine bu gelenekten gelenlerin sembol olarak sahiplendiği Adnan Menderes'in kendisini ölüme gönderecek darbe mahkemesinin heyetine "köpek", "bebek" gibi "üfürükten" şeyler konuşulurkenki hitabetindeki nezaket göz yaşartırken, şimdi bu ne şiddet, bu ne celaldir?
    Öte yandan başka bir siyasi gelenekten gelen Bülent Ecevit gibi Türkiye'nin üç-beş seri katilinden biri için "Sayın Çumra Canavarı" diyebilecek bir nezaketi içinde yaşatan bir beyefendilik örneğinden aynı geleneğin devamında Ecevit'e benzerliğiyle siyasi hayata başlamış bir lider nasıl kendi ülkesinin Başbakanı'na "Omurgasız" diyebilecek duruma gelir?

    Yine aynı gelenekten gelen bir dışişleri bakanı kendisini görüntüleyen gazetecilere dil çıkartabilecek kadar muzip ve eğlenceliyken;

    başka bir genel başkan omuzlara alınmasını engellemek için fizik kurallarını kullanacak kadar hayata "akıl" katarken;

    bu geleneğin siyasetçileri nasıl olur da mecliste çıkan küfürlü bir kavganın ertesinde küfrü eden başka partinin vekili için "iktidarsız, o yüzden şeyiyle konuşuyor" değerlendirmesinin kibarını yapmanın ötesine geçemez?

    Az önce bahsettik, bir vekilin yaşamını yitirdiği bir meclis TBMM; o yüzden küfür fazla mı demeyin.

    Bir milletvekili başka bir milletvekiline nasıl senin "k.. s.." diyebilir? Beriki ötekine nasıl "s.." diyebilir?

    Burada yazılamayacak hitaplar nasıl hepimizin tek temsilcisi; demokratik hakkımızı kullanarak oraya yolladığımız vekilleri barındıran, yani "bizim irademizi" temsil eden TBMM tutanağına yazılır?   Bunu besleyen siyasi kültür ve ortam nasıl gelişir?

    Buna verilecek cevap çeşitli; kişiden kişiye de değişiyor.

    Ancak sanırım bu cevapların birkaç ortak noktası var.

    Benim cevabımın içinde de yer alan bu ortak noktaların 3 tanesi bence açıklamada tek başına yeterli olmasa da birbirini tamamlayıcı ve altı çizilmesi gerekiyor.

    Bunlardan ilki siyasetin "elitin monopolize ettiği bir yapı olmaktan çıkması"; yani halka ya da "çevreye" inmesi. Siyasetçi profili anlamında "sosyal çizgiler" arası bu "daha geçirgen" yeni yapının siyaset kültürünün ve ortamın yukarıda bahsettiğimiz yönde gelişmesinde etkili olduğunu düşünenlerin sayısı az değil.

    Bir diğer nokta ise "milletin" ve "sokağın" üslubundan siyaseti ayırmanın mümkün olmaması. Bu tezin geçerli olduğunu savunanların ikinci cümlesi ise "e biz argoyu severiz" oluyor.

    Bence bu noktalardan en önemlisi ise yeni siyasetçilerin siyaseti farklı düzlemlerde yapmaya alışkın olmaması. Başka türlü bir siyasetin mümkün olmadığını düşünmeleri. Ötesinde özellikle seçim dönemlerindeki gerilim siyaseti ve kullanılan üslubun sertleşmesini bunun tabanlarında prim yaptığını ve tabanı bir arada tutmak için faydalı olduğunu düşünmelerine yorabiliriz.

    Sertliği ya da "kabul edilebilir argoyu" anladık.

    Peki küfürleşmeyi neye yormak lazım?

    E işte o da bu siyasi kültürün yansıması.

    Yukarıdaki üç noktayı birleştirdiğinizde ortaya çıkan üçgenin içinde de "toplum" yazdığında mutabıksak demek ki bu siyasi iklim de toplumun yansıması diyebilir miyiz o halde?  

    Yani "adamlığın", "dip" gibi alt sınır belirten bir sıfatla tanımlandığı bir toplumun siyasete yansıması başka türlü mü olacaktı?

    Takdir edersiniz ki soruya verdiğiniz cevap aslında başından beri tartıştığımız sorunun da cevabı.

    Benimse bunun üzerine iki sorum var.

    İlki meclisteki başörtüsü tartışmaları sırasında erkek bir milletvekilinin kendisini "bacılarımız, kız kardeşlerimiz" takımına koyduğu için söz aldığında "Biz kimsenin anası, bacısı, kız kardeşi değiliz" diyerek berikine ayarların en güzelini veren ve kendisinin de bir milletvekili olduğunu "meslektaşına" hatırlatan kadın milletvekili bu toplumun parçası değil mi, Mars'tan mı geldi?

    İkincisiyse başka bir siyaset gerçekten mümkün mü, değil mi?

    İkinci soruyu tartışmaya daha sonra devam edeceğiz.

    İyi haftalar.