hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    "İşçi bayramı neden kana bulandı?"

    İşçi bayramı neden kana bulandı
    expand

    Emekçilerin bayramına ve Kanlı 1 Mayıs'ın 36. yıl dönümüne günler kala Korhan Atay'ın "1 Mayıs 1977 - İşçi Bayramı Neden ve Nasıl Kana Bulandı?" adlı kitabı raflardaki yerini aldı. Metis Yayınları'ndan çıkan kitap, Bingöl Erdumlu, Gün Zileli, Feyyaz Kurşuncu, Mahir Sayın, Kâmil Arslantürk, Murat Belge gibi o sırada içinde yer aldıkları örgütlerin etkili isimleri olan 13 kişiyle yapılan röportajlardan oluşuyor.

    Sendikaların çağrısı, İçişleri Bakanının açıklaması 1 Mayıs'ın yaklaştığının habercisi. İşçilerin bayramlarını Taksim'de kutlama talebinin ve iradesinin iki yıl boyunca biber gazına boğulmasının ardından meydan 33 yıl sonra 2011'de kutlamalara açıldı. İşçilerin önüne barikatlar kurulurken de kaldırılırken de İstanbul Valisi Muammer Güler'di. Güler, bu kez ise İçişleri Bakanı olarak açıklamada bulundu ve Taksim meydanındaki düzenleme çalışmaları nedeniyle kutlamalar için başka bir yer gösterileceğini açıkladı. İşçiler ise Taksim'de kararlı. Taksim Meydanının 1 Mayıs kutlamalarına 33 yıl boyunca kapalı tutulmasının nedeni, 1977 yılındaki kutlamalarda 34 kişinin ölmesiydi. Aynı şekilde işçilerin 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlama iradesinin nedeni de...

    1 Mayıs 1977'de, Taksim'de DİSK'in düzenlediği işçi bayramı kutlamaları saldırıya uğradı. Kalabalığın üzerine ateş açıldı, kurşunlar yağdı, panzerler yürüdü, 34 kişi öldü, yüzlerce kişi yaralandı... Hükümet, polis, medya sözbirliği etmişçesine yaşananlardan solcuları sorumlu tutarken; sendikalar, DİSK ve sol örgütlerin çoğunda giderek olayın soğukkanlı bir provokasyon olduğu görüşü hakimiyet kazandı. Bu kanlı olay sol hareket üzerinde derin bir iz bıraktı; sol içi kimi bölünmelerin derinleşmesine yol açtı. Aradan geçen yıllara rağmen alanda tam olarak ne olduğu büyük ölçüde karanlıkta kaldı, gerçek failler hiçbir zaman hesap vermedi.

    "Derin devlet yok" iddiası tartışmalara yol açmıştı

    "Kanlı 1 Mayıs" olarak anılan 1977 1 Mayıs'ı geçen yıl yeniden gündeme geldi ve hararetli tartışmalara yol açtı. O gün yaşananların kontrgerillanın bir provokasyonu olduğu kanaati yaygındı; anlatılarda ağırlıklı olarak öne çıkan buydu. Ancak Taraf gazetesi yazarı Halil Berktay'ın olanların arkasında "derin devletin olmadığını, yaşananların solun iç hesaplaşması" olduğunu söylemesi de kızılca kıyameti kopardı. Dönemin DİSK yöneticileri, örgütlerin önde gelen isimleri, militanları, işçileri, öğrencileri tartıştı, tanıklıklarını anlattı. 500 bin kişinin katıldığı Türkiye'nin kana bulanan en görkemli 1 Mayıs'ının tanıkları anlattıkça, yeni detaylar ortaya çıkıyordu ama aslolan şuydu ki, her şey tıpkı "Gabriel Garcia Márquez'in ünlü Kırmızı Pazartesi romanındaki gibi" gelişmişti. Ama, romandan farklı olarak 1 Mayıs 1977'nin sorumluları hiçbir zaman bulunamadı, bulunmak istenmedi. Bu benzetme Korhan Atay'a ait.

    Yaşadıklarını anlattılar

    Atay, Metis Yayınları'ndan geçtiğimiz günlerde çıkan "1 Mayıs 1977 - İşçi Bayramı Neden ve Nasıl Kana Bulandı?" kitabında Taksim'de olan bitene ışık tutmaya çalışıyor, ayrıca öncesi ve sonrasında Türkiye'de yaşananlara değiniyor. Belgesel niteliğindeki kitapta Korhan Atay, o gün orada, Taksim Meydanı'nda ya da meydana çıkan yollarda olan, olayların tanığı, farklı siyasetlerden on üç kişiyle görüşmüş: Ahmet Sami Belek, Bingöl Erdumlu, Dinçer Doğu, Doğan Ülgen, Feyyaz Kurşuncu, Gün Zileli, Kâmil Arslantürk, Leman Fırtına, Mahir Sayın, Mehmet Karaca, Murat Belge, Murat Tokmak ve Osman Cavit İyigün.

    Atay'ın görüştüğü isimlerin büyük çoğunluğu o sırada içinde yer aldıkları sendika, grup ve siyasi hareketlerin etkili isimleriydi. Bu isimler, Taksim'e endekslenmiş ve o güne değin görülmedik bir görkemle kutlanacak olan, devrim yolunda önemli bir adım atılacakmış gibi görülen 1 Mayıs 1977'yi öncesi ve sonrasıyla anlattılar. Tanıkların anlatımlarının şekillendirdiği kanı ise sol içindeki gerilimin bir provokasyona uygun ortamı yarattığı ve kontrgerillanın da bundan yararlandığı ve 12 Eylül'e giden sürecin başlatıldığı ve işçi sınıfının ulaştığı kitleselliğin kırıldığı yönünde.

    Maocu-Sovyetçi gerilimi

    Kutlamayı Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) organize ediyor; diğer sol parti ve grupların meydana nasıl ve nereden gireceğine, hangi pankartların açılıp, hangi sloganların atılacağına ilişkin pazarlık sürüyordu. Uluslararası alandaki Çin-Sovyetler Birliği çekişmesi ve gerilimi Türkiye'deki siyasetlere de yansımıştı. Maocular ile Sovyetçiler karşılıklı olarak birbirlerini "Sosyal faşistler!", "Maocu bozkurtlar!" diye suçluyorlardı. 1 Mayıs'ın öncesinde de bu gerginlik iyice artmış, Sovyetçi kampta görülen TKP'nin (Türkiye Komünist Partisi) yönetiminde önemli ağırlığa sahip olduğu DİSK, Maocu grupların Taksim'e sokulmayacağını açıkladı. Maocu gruplar ise "Halkın Sülalesi" diye de anılan, Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu, Halkın Birliği ve Halkın Sesi grubuydu. "Halkın Sülalesi"nin yanıtı, "Ne pahasına olursa olsun 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlayacakları" oldu. Halkın Sesi ise son anda bir "Provokasyona zemin hazırlayacağı" gerekçesiyle kutlamaya grup olarak katılmamaya, her bireyin kendi sendikal ya da meslek örgütü çatısı altında katılmasına karar verdi.

    "Herkes provokasyon olabileceğinin farkındaydı"

    Sendikalar, siyasi parti, grup ve örgütler, polis, MİT, hükümet, basın, herkes kötü bir şeylerin yaşanabileceğinin, kötü olayların hatta bir provokasyonun meydana gelebileceğinin farkındaydı.

    O gün gelip çattığında Saat 13:00'te Taksim alanına doğru Beşiktaş ve Saraçhane'den yola çıkan kortejlerin en önünde DİSK'e bağlı işçiler vardı. Arkalarından diğer parti ve gruplar kendi slogan ve pankartlarıyla geliyordu. Saraçhane'den yola çıkan devasa kortejin en arkasında ise, DİSK'in alana sokmayacağını söylediği Maocu gruplar vardı. DİSK'in her iki kortejini, işçilerle diğer gruplar arasına giren ve yol boyunca istenmeyen katılımları önlemeye kararlı tam yirmi bin DİSK güvenlik görevlisi koruyordu.

    Kutlama ve miting beklendiği gibi son derece coşkulu ve görkemliydi. Miting devam ederken kortejler hâlâ alana ulaşmaya ve kutlamaya katılmaya çalışıyordu.

    Saat 18:00'e doğru, DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler'in konuşmasını bitirmesinin hemen ardından ilk kurşun sesleri duyuldu. Bu ilk sesleri çok daha fazla sayıda silah patlaması izledi.

    Pek çok tanığın iddia ettiğine göre, meydana bakan Sular İdaresi'nin üstünden ve bugün The Marmara Taksim olarak adlandırılan dönemin Intercontinental Oteli'nin pencerelerinden alana kurşun sıkıldı. Ardından polis panzerleri siren çalıp su sıkarak meydana, insanların üstüne sürüldü.

    Art arda büyük patlamalar oluyor, panik kontrol edilemez hale geliyordu.

    Yüz binlerce kişinin doldurduğu meydan fırtınalı bir deniz gibi dalgalanmaya, insanlar can havliyle devasa gruplar halinde kaçışmaya başladı. Büyük insan kitleleri Taksim'e açılan cadde ve sokaklara daracık kayalık bir boğazdan geçmeye çalışan deli ırmaklar gibi akıyordu.

    Meydan boşaldığında geride yalnızca kurşunla vurulanlar, ezilenler ve kaçarken yitirilen on binlerce ayakkabı kaldı.

    Olayla ilgili iddianameye göre o gün Taksim'de 34 kişi öldü, yüzlerce kişi yaralandı. 34 kişinin beşi, biri polis olmak üzere kurşunla vurularak; 29'u izdiham sırasında nefes alamadığı için boğularak ya da ezilerek ölmüştü. Yaralıların 34'ü baş ve göğüslerinden kurşunla vurulmuş ancak hiçbiri yaşamını yitirmemişti.

    Kurşunla vurularak ölenlerden üçü DİSK güvenlik ekibi içinde yer alan UZEL fabrikası işçileriydi. Üçü de Taksim Meydanı'nın Tarlabaşı girişinde vurulup öldü...

    Sonraki yıllarda cinayetler çığ gibi büyüdü. Yalnızca sol ve sağ arasında değil sol içinde de silahlı çatışmalar ve cinayetler hızla yayıldı. Pek çok "solcu" bizzat "solcular" tarafından katledildi.

    Üç yıl sonra gelen 12 Eylül 1980 darbesinin ardından, sorumluları arayıp bulacak ve adaleti yerine getirmeye kalkışacak kimse zaten kalmadı.
    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow