hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    Acıyla başa çıkmak, gücü yeniden yanına almak

    24.03.2023 Cuma | 12:02Son Güncelleme:

    ‘Bitene kadar bilmiyoruz o günün en güzel gün olduğunu, o günün bizi bu dünyaya her ne yapmaya geldiysek onu yapacak kişiye dönüştürecek gün olduğunu..’ …diye düşündüm sergiyi ilk gezdiğim günün öğleden sonrası..

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    ‘Bilmeden, tam olarak nereye gittiğimizi bilemeden her gün yepyeni heveslerle aynı günü yeniden yaşarken..’ diye devam ettim sonra da cümleme..
    Beyoğlu’nun ortasından geçen tramvay yolundan yürüyordum.
    Ortalıkta tramvayın geldiğine dair bir hareketlilik yoktu ve geçici bir süreliğine de olsa o yol o an için benim yolumdu.

    Ne enteresan bir yolculuk insanoğlunun yaşadığı bu dünyada ve her şey gerçekten de geçici aslında..
    Acı çekmemek için acı çekiyoruz çoğu zaman derdi bir hocam, hiç gitmez aklımdan. Kaçacağım derken daha da çok yakalandığımız tüm duygularda başı çeker çünkü acı. Oysa onu merkeze alınca, baş köşeye oturtunca sanki güç kendini daha da iyi gösteriyor gibi gelir hep bana. İteklemeden, kaçmadan nazikçe anlamak istediğinde acıyı, o da herkes gibi rolünü oynayıp, sivri yerlerimizi dönüştürüp, sonra da serseri bir kovboy gibi yoluna devam ediyor. Yolu herkesle öyle ya da böyle bir şekilde mutlaka kesişiyor. Herkese bir kez olsun kendini gösteriyor. Yani Dünyanın ölümsüz kara devlerinden biri kendisi anlayacağınız.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Eski toprak insanları büyük bir acıyla karşılaştıklarında veya beklemedikleri bir anda bir sevdiklerini yitirdiklerinde nasıl paylaşırlarmış acılarını bilir misiniz? Ortada bir ateş yakar, çevresindeki ilk çembere acı değmiş, sevdiğini kaybetmiş kişi ve yakınlarını yerleştirir, ondan sonra da o çemberin devamına çember çember acıyı, yani bu kişilerle acısını paylaşmak isteyenleri oturturlarmış. Bu arka arkaya sıralanmış çemberlerde ağlamak isteyenler özgürce ağlar, ağlayanların gözyaşlarından oluşan gözyaşı nehri de bu alemden öte aleme bir geçit açarmış. Acısı olan kişinin acısı, ölen kişininse ruhu o gözyaşı nehrine kapılır, akar gidermiş bir dünyadan diğerine.

    Acıyla başa çıkmak, gücü yeniden yanına almak

    İlginç gelecek belki size ama ben Mina’nın Çocukları’nın Metrohan’daki ‘Kolektif İyileşme’ sergisine ilk geldiğimde bunu gördüm. Serginin olduğu katın tam ortasında Leyla Emadi’nin yukarı çıkan ama bir yerde sonlanan basamaklarını görünce işte burası ‘ateş’ dedim. Yanan ateş burada. Acı burası. Nitekim Ayça Okay, Mina’nın Çocukları’nın bugüne kadarki tüm sergilerinin küratörü de serginin açıldığı ilk gün, sergide yer alan eserlerin hikayelerini anlatırken ‘burası vardı, kelimeleri ekledik yalnızca’ dedi ve o böyle deyince de ben gülümsedim. ‘Yani cümle hep buradaydı’ dedim. Leyla Emadi’nin buradaki merdivenin her basamağında yazan cümlesinde söylediği gibi acının, bir gidip bir gelişi, kimsenin ondan kaçamıyor ve de kaçamayacak oluşu hep buradaydı. Bu ateş yüzyıllardan beridir hep yanmaktaydı..

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    O zaman dedim Leyla Emadi’nin merdivenleri ateşse eğer, ateşe en yakın olanlar kimdi ve neydi bu sergide? Hemen yanında Neriman Polat’ın Eşik adlı eseri. Ayça burada yer alan videolarda rahatsızlık veren kapı çarpma sesinin, aynı zamanda ana kapıdan da geçerken, yani sergiye girerken duyup gördüğümüz bir şey olduğunu söylerken insan bu yaşamda yaşadığı her türlü ilişkinin son anına gidiyor mesela. Gittiğimiz, bizden gidilen ilişkilerin bitiş sesi bizim tarafımızdan itinayla kısılır hani bazen. Canımız acımasın diye öyle sessizleştiririz ki o anları.. Ve onlar aslında öyle seslidirler ki, ev bile sallanır hani o kapı çarpılışlarında. İşte bana göre onlarla yüzleşme yeriydi bu oda ve ateşe en yakın yerdi.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Acıyla başa çıkmak, gücü yeniden yanına almak

    Sonrasında ise bir çöpçatanlık uygulamasında tanışıp ilişki yaşayan iki kişinin içinde olduğu Roslyn Orlando’nun videosu çıkıyor karşınıza. Karşı karşıya durmuşlar, ilişkilerinin en başından itibaren birbirlerine gönderdikleri kendi mesajlarını yine birbirlerine okuyorlar. Mesajda anlatılmaması gereken şeyleri mesajla anlatmak, öne çıkan konu burada. Bu konuyu ve bu dialoğu görünce ise bir arama ile bir mesaj ile selamsız, sabahsız, elvedasız biten arkadaşlık, dostluk, kardeşlik ve de aşk ilişkilerinize gidiyorsunuz. Bugüne kadar duymanız gerekiyorken bir türlü duyamadığınız, söylemeniz gerekiyorken bir türlü söyleyemediğiniz o hayalet cümlecikler de yakıp geçmediler mi sizi sanki, onlar da ateş değiller miydi, acı vermemişler miydi?

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Sonra ilk çember yani bana; ‘veda edemeden ayrıldıklarımız, o kapıdan çıkıp bir daha geri dönemeyenler’ ile ‘o ilişkiyi yeni baştan yaşasam şimdi, her şeyi çok daha farklı yapardım belki’ dedirten iki eserin ardından ikinci çembere geliyor sıra. Benim koyduğum ad ile ‘saya saya bitmeyen uykusuz gecelerimiz’in içinde olduğu sabır videosu, yani Lara Ögel’ın turquaz tesbih videosu sizi bir kaç saniyeliğine susturuyor. Bir el, sürekli turquaz taşları bir yandan öte yana çektikçe çekerken ve de Ayça ‘kendini bulmak, kendi sesine ulaşmak’ gibi bir cümleye benzer bir cümle kurarken sabır ne demektir düşünüyorsunuz. Sonra da kendinize peş peşe sorular soruyorsunuz: Sahi ben nasıl iyileştim? Ben o karanlık günlerden nasıl dışarı çıktım? Benim iyileşme metodum nedir? Ben nasıl iyileşirim, beni ne iyileştirir, iyileşmek için ne yaparım? İyileşmek, iki anlam. Hastayken iyileşmek ve zaten iyiyken daha da iyileşmek. Sahi ben ne yaptım da oradan dışarı çıktım?’

    Acıyla başa çıkmak, gücü yeniden yanına almak

    Sabrın sonrasında ise karşınıza bir koridor çıkıyor. Sola doğru devam ediyorsunuz. Duvarlarda insanların dehşet dolu tepkisiz suratları tuhaf hallerde size bakıyor. (Deniz Satır’ın karikatür kilimleri). Sonra koridor bitiminde sağa doğru yeni bir oda açılıyor. Odanın en sonunda olanı değiştirmek isteği olanlar, kabul edememeler, reddetmeleri hatırlatan bir resim. (İnci Eviner’in Nowhere-body-here adlı photoshop’lu işi) Sonra mesafeler.. İnsanlarla aranıza koyduğunuz, koymak zorunda olduğunuz mesafeleri hatırlatan Alicia Framis’in Hayat Elbisesi adlı eseri. (Kadınların tacize uğrama ihtimali olan yerlerde hava yastığı olan heykeller bir videoda sürekli hareket halinde.) Odanın hemen ortasında ise olmayan bir alemin olmayan canlıları. (Nergiz Yeşil’in, yeşilli sarılı canlı kombucha mantarları. Hayali bir tür yaratıyor Yeşil. Bu türün varlığını bu eserde kanıtlamaya çalışıyor. Kombucha mantarlarını altında ışıklarla görüyorsunuz.) Sonra bu odanın bitişiğindeki oda bir ev hapsi odası. Ne zaman ve nasıl biteceğini bilmediğimiz, eve mecbur hissettiğimiz tüm o yalnız ve zor hallerin sembolik bir tasviri. (Hiçbir yere hareket edemiyorum, çakılıp kaldım deriz ya öyle bir metafor, hiç hareket etmeyen, edemeyen bir salıncak odanın ortasında dikmiş gözlerini size bakıyor. Uyuyan Panorama / Büşra Çeğil) Sonra o hapis hallerinin içinde çaktırmadan zamandan ve mekandan dışarı çıktığınız, ardından bütünüyle bu gerçeklikten dışarıdaki bir yerlere kaçtığınız zamanlar başlıyor. (Nancy Atakan’nın tekstil yerleştirmelerinin asılı olduğu koridordan geçiş, eserlerden birinin adı, daha doğrusu bana bu kaçış hissini veren eserin adı Gölgenin Dili.) Sonra kimsenin canlı gibi gelmeyişi belki kendinin bile kendine canlıymış gibi gelmeyişi. Canlı olma kavramının bütünüyle değişmesi. Değer neydi değersizlik denilen şey nasıl bir şeydi? (Tracy Emin’in kendisine yüklenen bir durumdan kaçışına tanıklık ettiğimiz Western müzikli videonun olduğu oda.) Sonra çocukluk (oyuncak müzesinden gelen kadınların sosyo ekonomik dönemlerini anlatan farklı meslek gruplarından olan oyuncak bebekler) ve zorla büyüyen, büyümek zorunda kalan yerlerimizin verdiği rahatsızlıklar. (Bedenen olan kayıtsızlığımız olanlara karşı, etrafımızda olup bitene karşı, bizi uyutmaya çalışan düzene karşı rahatlık ve rahatsızlığı anlatan 10 kişilik gruplar halinde girilip deneyimlenen ses enstalasyonun olduğu oda.)

    Acıyla başa çıkmak, gücü yeniden yanına almak

    Mekanın ikinci yarısındaki Saelia Aparacio’ya ait Turşu Balonlar’sa bana göre içeride tutulan söylenmemiş söylenememiş tüm düşünceler ve hislerin, içte kalmışların hepsini simgeliyor. Sirkeleşmişler, ekşimişler, bekledikçe şişmişler sanki. (Saelia’nın babası biyologmuş, bu ayrıntıyı duyunca gülümsüyorum..)

    Acıyla başa çıkmak, gücü yeniden yanına almak

    Freud'un psikoterapi seansının olduğu Character AI’in terapi odası ise bizi bizle karşılaştıran terapistlerin ve de bizi bizimle karşılaştırabilme becerisi olan tüm bireylerin anlatılmamış hikayesini gösteriyor bize sanki. Bir isimden ve koltuktan ibaret olan yaşamda var ama senin hayatında yok olan tüm insanların sanal halleri gibi sanki. Kendi sesinle kendini duyma sürecinde geçici bir süreliğine birileriyle paslaşma yapıyorsun. Bir çeşit kendini kendine yeniden sessizce ve de kimsesizce hizalama programı sanki..

    Tabi ben kendi anlamlarımla tanımlıyorum bu odaları. Daha farklı bir şablon üzerinden giderek farklı bir açı getirmeye çalışıyorum bu mekana çünkü bu mekanın, buradaki duyguların hissettirdikleri böyle bir iyileşme fırsatı sunuyor bana. Bende böyle sıralanıyor çemberler çünkü hepimiz hastalandık, çocuktuk, kırıldık, rahatsızlandık, oyundan alındık ve de elimize geleni beğenmediğimiz zaman kartlar yeniden karılıp dağıtılsın diye sahibine geri uzattık.

    Şimdi o nedenle bu sergi nasıl bir sergi diyenlere içimden yaşayan ve hisseden bir sergi demek geliyor. Nefes alan ve nefes veren. Kalbi atan, oksijen dolu bir sergi demek geliyor. Çünkü buradan çıktığınızda yaşamda olduğunuzu, hissetmekte olduğunuzu, acıda buluştuğumuzu, aslında hepimizin o ortadaki ateşin etrafında oturmakta olduğumuzu hatırlamış oluyorsunuz. Başımıza gelen olayların, bu dünyanın yalnızca gördüğümüz ve de bildiğimiz boyuttan ibaret olmadığını anlamamızı sağladığını düşünüyor ve de ‘Mekan biliyor neyi göstereceğini, bize de görmek kalıyor.’ diyorsunuz.

    Metrohan’ın 1’nci katının tam ortasındaki basamaklarında ‘Sana bir sır vereyim. / Kimse acıdan Muaf değil. / O bir gelir bir gider. / Yine gelir ve yine gider.’ cümlesi olan Leyla Emadi’nin betondan ‘Dead End / Ölü Son’ adlı eserinin bize hatırlatmakta olduğu şu belki de;

    Aslında bu hayat tek başımıza yaptığımız bir seyahatten başka bir şey değildir. Ne zaman vardır ne de mekan. Ne ben varımdır ne de siz. Sadece öğrenme vardır. Öğrenmeye çalışma, anlamak isteme ve sevme vardır. O nedenle kendi de iyileşmekte olan bu tarihi yerde, bu mekanın konuşulmamış, söylenmemiş, duyulmamış hikayesinin merkezinde acının olduğunu ancak o acının karanlıkları aydınlatacak olan ateşin ve ışığın da ta kendisi olduğunu bilerek gezin.

    Acıyla başa çıkmak, gücü yeniden yanına almak

    Sergi için son tarih, 31 Mart. Yer, Metrohan. Sergi, Mina’nın Çocukları ve ‘Kolektif İyileşme’