Kestelinn’in iki numaralı odasında geçirdiğim gecenin ilk sabahında bunu düşünüyordum. Çünkü ömrümde ilk kez Cihat Burak (1915 - 1994) ve Erol Akyavaş (1931 - 2016) gibi önemli 20’nci yy. Türk ressamlarına ait iki eserle aynı odayı paylaşmıştım. Sabah uyanır uyanmaz, yattığım yatağın tam karşı sol çaprazında asılı olan bu iki resimle göz göze gelince de sırf bu yüzden ressamların bu dünyada yarattıkları ölümsüz eserlerin gücünü hissettim.
Üstüm başım mis gibi lavanta kokuyordu. Organik ketenden yapılmış, üzerinde Kestelinn adı işli içi lavanta dolu o göz bandı yüzünden buram buram lavanta kokuyordum. Çünkü normalde hiç alışkın olmadığım ancak bir önceki gece yalnızca Kestelinn ailesinin ve özel konuklarının girebildiği Ovacık’taki organik lavanta tarlalarında bir kaç saat geçirdiğim ve de odaya dönünce o lavantalara karşı tuhaf bir bağlılık hissettiğim için göz bandı ile uyumayı bir kez olsun denemek istemiştim..
Sanırım bu içerlerden bir yerlerden gelen "daha önce alışkın olunmayan yeni bir şeyi denemek istemek" dürtüsü Kestelinn ile alakalı bir durum. Çünkü burada, Kestelinn’de bu dürtüyü harekete geçiren çok şey var. Demek istediğim alışkın olmadığınız bir şeyi ilk kez denemek istiyor ve sonra da hem o deneme gayreti konusunda iyi hissediyor hem de denediğiniz şeyi sevdiğinizi fark ediyorsunuz.
Belki odalarda yer alan eserler ve objeler sizinle gizli bir dil ile sürekli konuştuğu için, belki bu 7 odalı eski Rum evinin bir zamanlar, Alaçatı'nın Alaçatı olmadığı günlerde, doğaya, doğala, daha bakir ve gerçek bir alana kaçmayı seçen ve böylelikle de Alaçatı'nın kaderini sonsuza dek değiştiren Leyla Figen gibi önemli bir isme ait olduğu için, belki de Sanatçı ve İç mimar Hakan Ezer'in bugüne kadar olan tüm bilgi birikimini ve de donanımı bu alana olduğu gibi geçirebilmiş, kendi zarif ve estetik anlayışının imzasını her yere tam anlamıyla atmış olabildiği için, her neyse açıkçası bunun sebebini şu an tam olarak bilemiyorum ancak burada kaldığım süre boyunca odamdan hiç dışarı çıkmak istemedim..
Kestelinn’de geçirdiğimiz gecenin sabahında bir kahve sohbeti sırasında da sırf bu yüzden Hakan Ezer’e Kestelinn'de dikkatimi çeken bazı detayları dile getirdim. Bunlar sürekli yanımda taşımak istediğim oda kapımın kösele anahtarlığı veya üzerime giydiğim an hiç çıkarmak istemediğim, ömrümde gördüğüm en rahat ve hafif olduğuna bahse girebileceğim bornozlar gibi bana farklı gelen tasarımlardı..
Ezer, anahtarlıkları duyunca ilk olarak gülümseyerek aynı anahtarlıklardan burası için yaptırırken bir tane de kendisi için yaptırdığını, kendi evinin kapısını açan anahtarın da aynı anahtarlıklardan birine takılı olduğunu söyledi bana. Bornozlar ve otelin mağazasında satışta olan keten sabahlıklar da tahmin ettiğim gibi Hakan Ezer’in kendi severek giydiği tasarımlardan örnek alınarak yapılmış. Yani bir anlamda burada insanın dikkatini çeken en ince detay bile daha önce denenmiş, beğenilmiş, sevilmiş ve iyi hissettirdiği için de ele ilk fırsat geçtiğinde gündeme getirilmiş tasarım, model ve de ürünlerden oluşuyor.
Diğer bir yandan bu yeni tasarımlara ek olarak bu alanda hem Hakan Ezer’in kendi tasarımı olan mobilyalar, hem her odada bulunan büyük çoğunluğu 20'nci yy. Türk ressamlarına ait 30’a yakın orijinal sanat eseri, hem de yılların izini üzerinde taşıyan özenle seçilmiş nadide antika eşyalar sizi, yeni ve eskinin oldukça güçlü birlikteliği ile bir araya getiriyor.
Mesela buraya gelmeden önce bu projenin yaratıcısı, (proje diyorum çünkü burası bana göre güzel ve şık bir butik otelden ziyade sürdürülebilirlik anlayışının en üst seviyesinde konuklarını ağırlamak üzere hazırlanmış, sizi alışılmadık yepyeni bir model ile buluşturan özel bir yaşam alanı) yani perdenin arkasında olan isim Işınsu Kestelli ve eşi Can Kestelli'nin hayata karşı olan tutkularının, dünyayı koruma çabalarının farkındaydım ve de ellerinden geleni yaparak bundan sonraki jenerasyonlara en iyi mirası bırakabilmek için çabalayan köklü bir İzmirli aile olduklarını biliyordum. Ancak tabi buraya gelince bundan çok daha da fazlası olduğunu anladım..
Işınsu Kestelli’yi bugün bir çok kişi Türkiye’nin ilk ve dünyanın en eski borsalarından biri olan İzmir Ticaret Borsası’nın ilk kadın "Borsa Başkanı" olarak biliyor veya erkek egemen sivil toplum ve iş dünyasında, sosyal projelere verdiği destek ile tanıyor olabilir. Ancak bu saygı duyulan kimliklerinin ötesinde ben kendisini Alaçatı’ya ilk geldiğimiz gün evini bize açan, kendi yemek masasında kendi ailesi ve dostlarını nasıl ağırlıyorsa aynı şekilde ağırlayan ve de hem Ovacık’taki tarlalarında hem de Kestelinn’de aynı davranışı gittikçe daha da içten ve de samimi bir biçimde sürdüren kişi olarak tanıdım.
Özellikle Ovacık’taki tarlada kendi yaptığı projelerden biri olan "Tutumlu Bohça"nın hikayesini öğrenince de kendisine açıkçası hayran kaldım. (Bu bohça Türkiye’nin yanı sıra uluslararası projelere destek veren Kestelli’nin 2014 yılından bu yana Birleşmiş Milletler ile Güney Afrikalı Kadınlar tarafından üretilen "sürdürülebilirlik" odaklı bir projesi. Yaygınlaşması için çalıştığı bu bohça aslında tasarruf sağlayan önemli bir yaratıcı düşünce. Biz orada yakından inceleme fırsatı bulduk. İçine yemeği koyuyorsunuz, kendi kendine pişiriyor. Sabah koyuyorsunuz bir daha yemekleri ısıtmaya gerek kalmadan akşama kadar sıcak tutuyor. Bu süreçte tasarruf ettiği elektrik ve gazı düşünebiliyor musunuz?)
Diğer bir yandan ise Işınsu Kestelli, İzmir Ticaret Borsası’nın 130. Kuruluş yıldönümünde, dijitalleşme ve hızla değişen piyasa ihtiyaçlarıyla Borsa’nın yeni misyonunu "Tarımın Servetini Dönüştürmek" vizyonu ile tanımlamış ve de bu dönüşüm için çiftçi-ürün ilişkisi, eğitim ve de markalaşma’yı stratejisinin üç temel unsuru olarak merkezine almış. "Ege Gatronomi Projesi" de işte bu dönüşümün bir sonucu olarak ortaya çıkmış.
Tüm bunlar zaten bugün kendi başarılı ve güçlü kariyerinin yanı sıra tutkusunu da devreye sokarak neden Kestelinn çatısının altında sürdürülebilirlik konusunu insanlara hem çok açık hem de gizliden gizliye fark ettirmeye çalışıyor oluşunun açık bir örneği. Odalarda yer alan havlu ve çarşafların kullanım programıyla su israfının önüne geçmeye çalışmaktan veya doğada çözünebilen çöp poşetlerinden tutun da gıda atıklarını peyzaj alanlarında kullanmak üzere kompost üretim yöntemiyle gübrelere dönüştürme fikrine kadar bugünlerde herkesin zihninde ve de niyetinde olan ancak çok az insanın hayata geçirebileceği türde yeni bir modelin öncüsü olarak, Kestelinn’in farkındalığı yüksek vizyonu ile gözler önüne sermeye çalışıyor.
Dolayısıyla karşınızda sıradan bir butik otel yok. Sanata bakış açısı, saygısı ve de desteği ile kendi ailesinin Kestelli Sanat Koleksiyonu ile yarışabilecek yepyeni bir sanat koleksiyonunu Kestelinn için oluşturan, Hakan Ezer gibi önemli bir ismin mimari, sanat ve marka danışmanlığı gücünü yanına alan, hizmet felsefesinin temeline her şeyden önce sevgi ve nezaket gibi kavramları koymaya çalışan, sıfır atık politikası ile çevreye ve de kaynakların gereksiz kullanımına destek vermesi nedeniyle GSTC kapsamında "Konaklama Tesisleri için TR-1 Kriterleri 1. Aşama Sertifikası" almaya hak kazanmış olan sıra dışı bir otel var.
Sürdürülebilirlik anlayışını görünür kılmaya çalışan, organik tarıma önem veren, hem sanatın, hem tasarımın, hem de iyi ve kaliteli yaşamın sırlarını paylaşan, normalde köylerde olmayan konfor ve de teknoloji ile rahat ve uzun süre evde gibi yaşamaya izin veren ancak bir yandan da bir köyün içinde yaşadığınızı unutturmayan yepyeni bir model.. Dilerim Kestelinn, zamanında Alaçatı’da bir ilki başlatan Leyla Figen’in de gizli gücünü yanına alarak ilhamı bol, farkındalığı bereketli, şefkati ve sevgisi tam ve bütün olan yepyeni bir dönemi başlatır Alaçatı’da..
Kestelinn’e dair neyi unutmayacaksın derseniz..
Otelin Şefi Beste Bağlayan Ovacık’taki yemekte "Umut" adını taşıyan kendi tarifi olan bir tatlıyı anlattı bize. Tatlının üzerinde 1 adet kurutulmuş zambak vardı ve de bu zambağı tatlının hemen sonrasında ağzımıza atmamız lazımdı. Dediği şekilde yaptık. Tatlı sonrası o zambak ağzımızda tarif edilemez hafif bir burukluk bıraktı ve de bir müddet o burukluk orada öylece kaldı. Şef Bağlayan hepimizin yüzünde gördüğü ortak ifade üzerine bu tatlının depremzedeler için yapılan bir tatlı olduğunu söyledi bize. O an “Bir acıyı aynı anda yaşamak, o burukluğun herkeste aynı tarif edilemez izi bırakması ve de unutmamak" üzerine nasıl derin bir düşünce ama dedim içimden..
Kestelinn’in iki numaralı odasında geçirdiğim gecenin ilk sabahında bunu düşünüyordum. Çünkü ömrümde ilk kez Cihat Burak (1915 - 1994) ve Erol Akyavaş (1931 - 2016) gibi önemli 20’nci yy. Türk ressamlarına ait iki eserle aynı odayı paylaşmıştım. Sabah uyanır uyanmaz, yattığım yatağın tam karşı sol çaprazında asılı olan bu iki resimle göz göze gelince de sırf bu yüzden ressamların bu dünyada yarattıkları ölümsüz eserlerin gücünü hissettim.
Üstüm başım mis gibi lavanta kokuyordu. Organik ketenden yapılmış, üzerinde Kestelinn adı işli içi lavanta dolu o göz bandı yüzünden buram buram lavanta kokuyordum. Çünkü normalde hiç alışkın olmadığım ancak bir önceki gece yalnızca Kestelinn ailesinin ve özel konuklarının girebildiği Ovacık’taki organik lavanta tarlalarında bir kaç saat geçirdiğim ve de odaya dönünce o lavantalara karşı tuhaf bir bağlılık hissettiğim için göz bandı ile uyumayı bir kez olsun denemek istemiştim..
Sanırım bu içerlerden bir yerlerden gelen "daha önce alışkın olunmayan yeni bir şeyi denemek istemek" dürtüsü Kestelinn ile alakalı bir durum. Çünkü burada, Kestelinn’de bu dürtüyü harekete geçiren çok şey var. Demek istediğim alışkın olmadığınız bir şeyi ilk kez denemek istiyor ve sonra da hem o deneme gayreti konusunda iyi hissediyor hem de denediğiniz şeyi sevdiğinizi fark ediyorsunuz.
Belki odalarda yer alan eserler ve objeler sizinle gizli bir dil ile sürekli konuştuğu için, belki bu 7 odalı eski Rum evinin bir zamanlar, Alaçatı'nın Alaçatı olmadığı günlerde, doğaya, doğala, daha bakir ve gerçek bir alana kaçmayı seçen ve böylelikle de Alaçatı'nın kaderini sonsuza dek değiştiren Leyla Figen gibi önemli bir isme ait olduğu için, belki de Sanatçı ve İç mimar Hakan Ezer'in bugüne kadar olan tüm bilgi birikimini ve de donanımı bu alana olduğu gibi geçirebilmiş, kendi zarif ve estetik anlayışının imzasını her yere tam anlamıyla atmış olabildiği için, her neyse açıkçası bunun sebebini şu an tam olarak bilemiyorum ancak burada kaldığım süre boyunca odamdan hiç dışarı çıkmak istemedim..
Kestelinn’de geçirdiğimiz gecenin sabahında bir kahve sohbeti sırasında da sırf bu yüzden Hakan Ezer’e Kestelinn'de dikkatimi çeken bazı detayları dile getirdim. Bunlar sürekli yanımda taşımak istediğim oda kapımın kösele anahtarlığı veya üzerime giydiğim an hiç çıkarmak istemediğim, ömrümde gördüğüm en rahat ve hafif olduğuna bahse girebileceğim bornozlar gibi bana farklı gelen tasarımlardı..
Ezer, anahtarlıkları duyunca ilk olarak gülümseyerek aynı anahtarlıklardan burası için yaptırırken bir tane de kendisi için yaptırdığını, kendi evinin kapısını açan anahtarın da aynı anahtarlıklardan birine takılı olduğunu söyledi bana. Bornozlar ve otelin mağazasında satışta olan keten sabahlıklar da tahmin ettiğim gibi Hakan Ezer’in kendi severek giydiği tasarımlardan örnek alınarak yapılmış. Yani bir anlamda burada insanın dikkatini çeken en ince detay bile daha önce denenmiş, beğenilmiş, sevilmiş ve iyi hissettirdiği için de ele ilk fırsat geçtiğinde gündeme getirilmiş tasarım, model ve de ürünlerden oluşuyor.
Diğer bir yandan bu yeni tasarımlara ek olarak bu alanda hem Hakan Ezer’in kendi tasarımı olan mobilyalar, hem her odada bulunan büyük çoğunluğu 20'nci yy. Türk ressamlarına ait 30’a yakın orijinal sanat eseri, hem de yılların izini üzerinde taşıyan özenle seçilmiş nadide antika eşyalar sizi, yeni ve eskinin oldukça güçlü birlikteliği ile bir araya getiriyor.
Mesela buraya gelmeden önce bu projenin yaratıcısı, (proje diyorum çünkü burası bana göre güzel ve şık bir butik otelden ziyade sürdürülebilirlik anlayışının en üst seviyesinde konuklarını ağırlamak üzere hazırlanmış, sizi alışılmadık yepyeni bir model ile buluşturan özel bir yaşam alanı) yani perdenin arkasında olan isim Işınsu Kestelli ve eşi Can Kestelli'nin hayata karşı olan tutkularının, dünyayı koruma çabalarının farkındaydım ve de ellerinden geleni yaparak bundan sonraki jenerasyonlara en iyi mirası bırakabilmek için çabalayan köklü bir İzmirli aile olduklarını biliyordum. Ancak tabi buraya gelince bundan çok daha da fazlası olduğunu anladım..
Işınsu Kestelli’yi bugün bir çok kişi Türkiye’nin ilk ve dünyanın en eski borsalarından biri olan İzmir Ticaret Borsası’nın ilk kadın "Borsa Başkanı" olarak biliyor veya erkek egemen sivil toplum ve iş dünyasında, sosyal projelere verdiği destek ile tanıyor olabilir. Ancak bu saygı duyulan kimliklerinin ötesinde ben kendisini Alaçatı’ya ilk geldiğimiz gün evini bize açan, kendi yemek masasında kendi ailesi ve dostlarını nasıl ağırlıyorsa aynı şekilde ağırlayan ve de hem Ovacık’taki tarlalarında hem de Kestelinn’de aynı davranışı gittikçe daha da içten ve de samimi bir biçimde sürdüren kişi olarak tanıdım.
Özellikle Ovacık’taki tarlada kendi yaptığı projelerden biri olan "Tutumlu Bohça"nın hikayesini öğrenince de kendisine açıkçası hayran kaldım. (Bu bohça Türkiye’nin yanı sıra uluslararası projelere destek veren Kestelli’nin 2014 yılından bu yana Birleşmiş Milletler ile Güney Afrikalı Kadınlar tarafından üretilen "sürdürülebilirlik" odaklı bir projesi. Yaygınlaşması için çalıştığı bu bohça aslında tasarruf sağlayan önemli bir yaratıcı düşünce. Biz orada yakından inceleme fırsatı bulduk. İçine yemeği koyuyorsunuz, kendi kendine pişiriyor. Sabah koyuyorsunuz bir daha yemekleri ısıtmaya gerek kalmadan akşama kadar sıcak tutuyor. Bu süreçte tasarruf ettiği elektrik ve gazı düşünebiliyor musunuz?)
Diğer bir yandan ise Işınsu Kestelli, İzmir Ticaret Borsası’nın 130. Kuruluş yıldönümünde, dijitalleşme ve hızla değişen piyasa ihtiyaçlarıyla Borsa’nın yeni misyonunu "Tarımın Servetini Dönüştürmek" vizyonu ile tanımlamış ve de bu dönüşüm için çiftçi-ürün ilişkisi, eğitim ve de markalaşma’yı stratejisinin üç temel unsuru olarak merkezine almış. "Ege Gatronomi Projesi" de işte bu dönüşümün bir sonucu olarak ortaya çıkmış.
Tüm bunlar zaten bugün kendi başarılı ve güçlü kariyerinin yanı sıra tutkusunu da devreye sokarak neden Kestelinn çatısının altında sürdürülebilirlik konusunu insanlara hem çok açık hem de gizliden gizliye fark ettirmeye çalışıyor oluşunun açık bir örneği. Odalarda yer alan havlu ve çarşafların kullanım programıyla su israfının önüne geçmeye çalışmaktan veya doğada çözünebilen çöp poşetlerinden tutun da gıda atıklarını peyzaj alanlarında kullanmak üzere kompost üretim yöntemiyle gübrelere dönüştürme fikrine kadar bugünlerde herkesin zihninde ve de niyetinde olan ancak çok az insanın hayata geçirebileceği türde yeni bir modelin öncüsü olarak, Kestelinn’in farkındalığı yüksek vizyonu ile gözler önüne sermeye çalışıyor.
Dolayısıyla karşınızda sıradan bir butik otel yok. Sanata bakış açısı, saygısı ve de desteği ile kendi ailesinin Kestelli Sanat Koleksiyonu ile yarışabilecek yepyeni bir sanat koleksiyonunu Kestelinn için oluşturan, Hakan Ezer gibi önemli bir ismin mimari, sanat ve marka danışmanlığı gücünü yanına alan, hizmet felsefesinin temeline her şeyden önce sevgi ve nezaket gibi kavramları koymaya çalışan, sıfır atık politikası ile çevreye ve de kaynakların gereksiz kullanımına destek vermesi nedeniyle GSTC kapsamında "Konaklama Tesisleri için TR-1 Kriterleri 1. Aşama Sertifikası" almaya hak kazanmış olan sıra dışı bir otel var.
Sürdürülebilirlik anlayışını görünür kılmaya çalışan, organik tarıma önem veren, hem sanatın, hem tasarımın, hem de iyi ve kaliteli yaşamın sırlarını paylaşan, normalde köylerde olmayan konfor ve de teknoloji ile rahat ve uzun süre evde gibi yaşamaya izin veren ancak bir yandan da bir köyün içinde yaşadığınızı unutturmayan yepyeni bir model.. Dilerim Kestelinn, zamanında Alaçatı’da bir ilki başlatan Leyla Figen’in de gizli gücünü yanına alarak ilhamı bol, farkındalığı bereketli, şefkati ve sevgisi tam ve bütün olan yepyeni bir dönemi başlatır Alaçatı’da..
Kestelinn’e dair neyi unutmayacaksın derseniz..
Otelin Şefi Beste Bağlayan Ovacık’taki yemekte "Umut" adını taşıyan kendi tarifi olan bir tatlıyı anlattı bize. Tatlının üzerinde 1 adet kurutulmuş zambak vardı ve de bu zambağı tatlının hemen sonrasında ağzımıza atmamız lazımdı. Dediği şekilde yaptık. Tatlı sonrası o zambak ağzımızda tarif edilemez hafif bir burukluk bıraktı ve de bir müddet o burukluk orada öylece kaldı. Şef Bağlayan hepimizin yüzünde gördüğü ortak ifade üzerine bu tatlının depremzedeler için yapılan bir tatlı olduğunu söyledi bize. O an “Bir acıyı aynı anda yaşamak, o burukluğun herkeste aynı tarif edilemez izi bırakması ve de unutmamak" üzerine nasıl derin bir düşünce ama dedim içimden..