hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Melis Danişmend Melis Danişmend

    ‘Lütfen’ ve ‘Teşekkürler’ deme ve dedirtme deneyi

    25.08.2017 Cuma | 11:04Son Güncelleme:

    Kullananın neredeyse ‘ezik’ sayılacağı günlere gelmişken, bu iki mühim kelimeyi hiç ihmal etmez ve dedirtmek için de çabalarsanız neler olur?

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    ‘Lütfen’ ve ‘Teşekkürler’ deme ve dedirtme deneyi

    Üye olduğum spor salonunda bir hoca var. Her derste son derece güleryüzlü ve kibar bir şekilde, “Hanımefendiler bugün nasılsınız? Lütfen hazırlanın, ders başlıyor. Çok teşekkür ederim,” deyip duruyor. Abartmıyorum, her cümlesi ‘lütfen’le başlayıp ‘teşekkür ederim’le bitiyor. Ben de bir yandan alnımdan terler damlaya damlaya gösterdiği hareketleri yaparken, bir yandan da içimden, “Bu çocuk Amerika’da okumuş / büyümüş, kesin!” deyip duruyorum. Geçenlerde yine lütfenlerini, teşekkürlerini bize cömertçe sunarken, “Yahu!” dedim, “niye Amerika’da büyüdüğünü düşünüyorum ki! Amerikalılar Amerika’yı baştan keşfetti de ‘teşekkür’ü, ‘lütfen’i mi buldu?” Bulmadı tabii (bu konuda acayip bir hassasiyet içindeler o ayrı) ama bir gerçek var, bizde bu iki kelime bir nevi kış vakti çilek gibi. Çoğunlukla yok, nadiren var. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Deneylerimi yazmadan önce kamuoyu yoklaması misali yakın arkadaşlarıma bazı anket soruları soruyorum. Bu deneyde de onlara WhatsApp’tan, “Sizce milletimiz yeterince ‘lütfen’, ‘teşekkürler’ diyor mu?” başlıklı anket sorumu gönderdiğimde bir arkadaşım, “Nerdeee!” diye cevap verip şu anısını anlattı. 13 yaşında İngiltere’ye yaz okuluna gittiğinde bir hamburger zincirine girmiş, hamburgerini ısmarlamış ve ardından yaşının getirdiği çömezlikten de olsa gerek, “Ketchup!” demiş yavrucak. Sadece ketchup. Kadın da dolaptan dört-beş tane ketçap alıp yavaşça kasaya yaklaşmış ve çocuğun önüne fırlatarak, “Ketchup PLEASE!” diye bağırmış. “O günden beri ‘lütfen’siz cümle kurmadım. Yurtdışı, yurtiçi, şehir, köy, kasaba… Harika bir terbiye oldu bana,” dedi arkadaşım.

    Bu konuya epey önem vermeye çalışan biri olarak sokaklarda hem anketler yaptım, hem de kendi ‘lütfen’ - ‘teşekkür’ performansımı artırmaya çalıştım. İşte olan biten…

    • Cadde’de ara ara alışveriş yaptığım bir simitçi var. Tam ona, “Müşteriler size ‘lütfen’ ve ‘teşekkürler’ diyor mu?” diye sormak üzereydim ki, simitçinin arabasına şöyle bağırarak koşan bir adam duydum: “Oradan bana üç tane simit versene yeğeniiiim!” O an hiçbir şey sormama gerek kalmadı ama yine de vazgeçmedim. “Yok,” dedi simitçi, “demiyorlar.” Sonra biraz düşündü, “Yani hanımlar ‘verir misin’ diyor, erkekler ‘ver’ diyor,” dedi. Teşekkür ettim, tam uzaklaşıyordum, sanki konuyu enine boyuna tekrar düşünmüş gibi, “Lütfen hiç yok yani,” dedi arkamdan. Galiba adamın hayatında bir kara delik açtım, akşama kadar bu konuyu sorgulayacak gibi bir ifadesi vardı.
    • Biraz ileride tahta kaşık satan bir seyyar satıcı gördüm, ona sordum. Teşekkür edildiğini ama ‘lütfen’in nadiren kullanıldığını söyledi. Fakat bu durumdan şikayetçi değildi. “Daha sık duymak istemez misiniz?” diye sorunca, “Yoo. Herkes bir olabilir mi bu hayatta? O zaman iyiliğin güzelliğin kıymeti kalmıyor,” dedi. “Vay canına ne yüce gönüllü adam!” diye düşünüyordum ki, devam etti: “Kadınlar kibar ruhludur, çiçek gibi deriz ya. İnsanlar kadın-erkek diye ayrılıyor ama ruhlar aleminde kadın-erkek diye bir şey yok, hepsi erkek…” Ben de böyle uzaklara dalmış dinliyorum, az önceki sözlerini falan düşünüyorum. Bir anda ayıldım. “Aa nasıl ya! Ne diye hepsi erkek oluyormuş anlamadım,” dedim. “Valla öyle,” dedi. “Nereden biliyorsunuz?” dedim. “Ben öyle duydum,” dedi. Sonra kaşıklarını şakırdatarak, “Size iyi günler diliyorum,” deyip ayrıldı yanımdan.
    • Yıllar önce bir gün dolmuşta arka sıradaki adam bana, “Bi Kadıköy gönder,” demişti de kulaklarım yuvalarından fırlamıştı. Böyle durumlarda hemen (sanal) kemik çerçeve gözlüklerimi ve (yine sanal) topuz şeklindeki gri peruğumu takarak ilgili kişiye tek kaşımı bile değil, çift kaşımı kaldırarak, “Bir Kadıköy uzatacağım lütfen, öyle mi?” diyor, belki söylediklerimden (tıpkı arkadaşımın 13 yaşındaki hali gibi) bir ders çıkarır diye hayaller kuruyorum. Fakat genelde öğrencilerim her seferinde sınıfta kalıyor ve kesinlikle ima ettiğim hiçbir şeyi anlamayarak telefonlarına gömülüyorlar. Geçenlerde kapı tuttuğum bir kadın, saçlarını Banu Alkan gibi savurarak yanımdan geçip gittiğinde dayanamayıp, “Bir şey değil!!!” dedim. O kadar umurunda değildi ki neredeyse parmak uçlarında sekerek yürüyecekti.
    • Taksiye binip şoföre, “Moda’ya lütfen,” dedikten sonra, “Müşteriler nasıl dile getiriyorlar nereye gitmek istediklerini?” dedim, “Sadece semti söylüyorlar, selam sabah çıkarsa ne ala!” dedi. Şikayetçiydi bu durumdan. Keza girdiğim bir manava sordum lütfen-teşekkür meselesini. “Nerde abla ya, teşekkür hadi tamam da o ilk dediğin hiç yok!” dedi. “Onu hiç duymadım hatta hayatımda,” diye de ekledi, adeta kelimenin varlığından bihabermiş gibi.
    • Bizde -misin kullanıldığı anda lütfen denilmiş sayılıyor sanırım. Bir de ‘yapıver’ var. O da samimiyet kontenjanından devreye giriyor anladığım kadarıyla. Hele ki bir de başına ‘canım’ eklenirse… “Canım iki zeytinli açma veriver!” olay tamamdır.
    • Yıllar içerisinde anladığım bir şey var: Normal seviyede kibar davranmaya çalışan birine inceden ‘enayi’, ‘vur ensesine al lokmasını’ etiketleri yapıştırılmaya başlanıyor. Yani saygı duyulacak ya da herkeste zaten olması beklenen bir davranış biçimi değil bu artık. Bu tip insanlar ya ‘sıkıcı’ ya ‘ezik’. 
    • Bu deneyi sonlandırırken ‘alabilir miyim’, ‘uzatır mısınız’, vs. deyince ‘lütfen’in arada kaynayabildiğini iyice anladım, buna dikkat edeceğim. Teşekkür konusu ise çok mühim. Kesinlikle ihmal etmeyelim. Manav kardeşin hayretler içerisinde “Onu hiç duymadım hayatımda!” dediği ‘lütfen’e de hak ettiği değeri gösterelim. Teşekkürler.