

Taban oranı, Çin hariç, %10 olmakla birlikte; ülkelere göre değişen tavan rakamlar arasında Amerika ile ticaret yapanlar, kendileri için en az kaybı ifade edecek bir pazarlık sonucu elde etme planları yapıyor. ABD yönetiminin beklenen temas trafiğinde öncelik tanıdığı İtalya; Japonya ve Güney Kore ile temasları sürdürdüğü biliniyor. Avrupa Birliği içinde yer alan İtalya’ya, Meloni ziyareti çerçevesinde, Amerika’nın bir kısım özel destek ve ayrıcalık tanıdığı ifade ediliyor. İtalya’nın, karşı AB politika ve talepleri oluşturma sürecinde baştan beri takındığı “ılımlı yaklaşım ile sert karşılıktan uzak durma” tavrının mükafatını aldığı düşünülüyor. Ancak, kritik önem verilen Japonya ile müzakere sürecinde hemen sonuç alınamadığı da izleniyor.
ABD Ticaret Bakanı Howard Lutnick’in; “bir ülke ile anlaşmaya varıldı, ancak onların parlamento onay süreçleri tamamlanmadan açıklama yapılamaz!” gibi açıklamaları da işin ilginç yönüne işaret ediyor. Bilindiği üzere, tüm bu süreci başlatan ve ülke özelinde düzenlemeleri yapan Trump, “olağanüstü durum yetkisi” üzerinden, parlamenter onayı pas geçerek yoluna devam ediyor. Bu durumu “hukuksuz ve mesnetsiz” bularak yasal yollara başvuranlar arasında Kaliforniya eyaleti ön plana çıkıyor.
Henüz açıklanan son verilere göre ekonomisi 2024’te %6 büyüme ile ABD oranını (%5.3) aşan Kaliforniya 4.1 trilyon dolarlık milli geliri ile dünyanın dördüncü en büyük ekonomisi durumuna geliyor. Kırk milyonluk nüfusu ile Kaliforniya; ABD, Çin ve Almanya’nın hemen ardında kendisine yer bulurken, Japonya’yı da geride bırakıyor. Eyalet Valisi Gavin Newsom kişilik ve liderliğinde, Trump-ABD (federal) yönetimi, yeni ve içeriden bir karşı taraf edinmiş oluyor!. Kimilerine göre, tüm ülkenin geleceğini; ticaret politikaları ekseni üzerinden şekillenmesi ihtimalleri artıyor. Ancak, ABD ve Trump bakımından “esas oğlan” rolünde Çin’in bulunduğuna dair tereddüt bulunmuyor.
Hayata ve yönetim dinamiklerine müzakere/pazarlık penceresinden bakan Trump, her konu ve süreç öncesinde “elini yüksek tutmaya” ve “zor; oyunu bozar!” yaklaşımına öncelik tanımaya devam ediyor. Üstelik, “doldur-boşalt taktiği” ile tüm ülkeleri Çin ile birlikte hedef alıp, sonra, Çin’i rekor düzeyde bir tarife oranı ile baş başa bırakıyor; Çin hariç herkesi Amerika’ya üretim yatırımı yapmaya davet ediyor. Şimdi esas mesele; Çin ile ABD’nin ticaret savaşları ekseninde ne oranda bir ayrışma ve çatışma yaşayacağı sorusunda düğümleniyor. Dönemin ABD Hazine Bakanı Janet Yellen’in “ayrılma karşıtı ve entegrasyonu sürdürme vurgulu” ifadeleri sarfettiği Pekin ziyareti üzerinden sadece bir yıl geçtiğini hatırlamak gerekiyor. Bu gün ise, karşımızda ABD tarafının %145; Çin tarafının %125 oranlarındaki çok yüksek tarife oranları ve nadir metallerde ambargo tablosu duruyor. WTO (Dünya Ticaret Örgütü), mevcut gümrük vergisi düzeylerinde bir iyileşme olmadığı takdirde, iki ülke arasındaki mal ticaretinin, kısa vade içinde %80 oranında azalacağını; beşte bir düzeyine gerileyeceğini hesaplıyor. Bu arada, Trump’ın yakın zamanda devreye soktuğu akıllı telefon ve elektronik ürün istisnalarının, öngörülen bu kayıp oranını %90’lardan aşağıya çektiğini de vurgulamak gerekiyor. Ayrıca, IMF (Uluslararası Para Fonu) projeksiyonlarına göre iki ülke alışverişinin tamamen durması halinde küresel büyümenin %7 oranında küçülme ve 7 trilyonu aşkın daralma yaşanacağı kurgulanıyor.
İki ülke arasında dış ticaret hacminin 582 milyar dolara ulaştığı ve ABD’nin, 295 milyar dolarlık açık verdiği biliniyor; mesela, akıllı telefonlar için %73, dizüstü bilgisayarlarda %66, lityum bataryalarda %70, oyuncaklarda %76, tost makinelerinde %99 gibi yüksek oranlarda ithal bağımlılığı ortaya çıkıyor. Trump’ın son hamleleri, kendi ifadesiyle; bu tabloyu, ABD lehine iyileştirme amacını taşıyor. Ancak, gelişmeler sonunda, iki ülkenin keskin bir ayrılığa doğru gitmesi risk ile ihtimali de gündemden düşmüyor. Esasen, Trump’ın ilk döneminden bu yana son yedi yılda %13 oranında bir hacimsel düşüşün yaşandığını ve ABD bakımından Asya mahreçli ithalatın üçte biri düzeyine gerilediğini de vurgulamak gerekiyor. Çin’in tavizsiz ve bire-bir karşılık esaslı duruşunun temelinde, ticaret fazlasına sahip taraf olması kadar, ABD’nin toplam ihracatı içindeki payının %15 oranının altına gerilemesinin yattığı düşünülüyor. İlaveten, Çin’in elinde bulunan ABD tahvillerinin, toplamı %10 oranında ve 800 milyar dolar tutarında bir pazarlık aracı olduğunu unutmamak gerekiyor. Son ÇKP (Çin Komünist Partisi) Politbüro toplantısında Başkan Şi’nin açıkladığı ekonomik tedbirler paketi ve “sıkı duruşun korunacağı” yönündeki ifadeleri dikkat çekiyor. Trump ile şekillenen ABD ile ulusal sembol ejder ile bütünleşen Çin, müzakere öncesinde, saflarını sıklaştırmaya devam ediyor.
Önümüzdeki günler, ticaret politikaları üzerinden yürütülecek bir “Trumponomics karşısında Dragonomics Mücadelesi” ne sahne olmaya, yakın duruyor. Dünyanın en büyük birinci ve ikinci ekonomileri arasındaki mücadeleye bakarken, “taze dördüncü” olan Kaliforniya faktörünü de radarda tutmak gerekiyor
Taban oranı, Çin hariç, %10 olmakla birlikte; ülkelere göre değişen tavan rakamlar arasında Amerika ile ticaret yapanlar, kendileri için en az kaybı ifade edecek bir pazarlık sonucu elde etme planları yapıyor. ABD yönetiminin beklenen temas trafiğinde öncelik tanıdığı İtalya; Japonya ve Güney Kore ile temasları sürdürdüğü biliniyor. Avrupa Birliği içinde yer alan İtalya’ya, Meloni ziyareti çerçevesinde, Amerika’nın bir kısım özel destek ve ayrıcalık tanıdığı ifade ediliyor. İtalya’nın, karşı AB politika ve talepleri oluşturma sürecinde baştan beri takındığı “ılımlı yaklaşım ile sert karşılıktan uzak durma” tavrının mükafatını aldığı düşünülüyor. Ancak, kritik önem verilen Japonya ile müzakere sürecinde hemen sonuç alınamadığı da izleniyor.
ABD Ticaret Bakanı Howard Lutnick’in; “bir ülke ile anlaşmaya varıldı, ancak onların parlamento onay süreçleri tamamlanmadan açıklama yapılamaz!” gibi açıklamaları da işin ilginç yönüne işaret ediyor. Bilindiği üzere, tüm bu süreci başlatan ve ülke özelinde düzenlemeleri yapan Trump, “olağanüstü durum yetkisi” üzerinden, parlamenter onayı pas geçerek yoluna devam ediyor. Bu durumu “hukuksuz ve mesnetsiz” bularak yasal yollara başvuranlar arasında Kaliforniya eyaleti ön plana çıkıyor.
Henüz açıklanan son verilere göre ekonomisi 2024’te %6 büyüme ile ABD oranını (%5.3) aşan Kaliforniya 4.1 trilyon dolarlık milli geliri ile dünyanın dördüncü en büyük ekonomisi durumuna geliyor. Kırk milyonluk nüfusu ile Kaliforniya; ABD, Çin ve Almanya’nın hemen ardında kendisine yer bulurken, Japonya’yı da geride bırakıyor. Eyalet Valisi Gavin Newsom kişilik ve liderliğinde, Trump-ABD (federal) yönetimi, yeni ve içeriden bir karşı taraf edinmiş oluyor!. Kimilerine göre, tüm ülkenin geleceğini; ticaret politikaları ekseni üzerinden şekillenmesi ihtimalleri artıyor. Ancak, ABD ve Trump bakımından “esas oğlan” rolünde Çin’in bulunduğuna dair tereddüt bulunmuyor.
Hayata ve yönetim dinamiklerine müzakere/pazarlık penceresinden bakan Trump, her konu ve süreç öncesinde “elini yüksek tutmaya” ve “zor; oyunu bozar!” yaklaşımına öncelik tanımaya devam ediyor. Üstelik, “doldur-boşalt taktiği” ile tüm ülkeleri Çin ile birlikte hedef alıp, sonra, Çin’i rekor düzeyde bir tarife oranı ile baş başa bırakıyor; Çin hariç herkesi Amerika’ya üretim yatırımı yapmaya davet ediyor. Şimdi esas mesele; Çin ile ABD’nin ticaret savaşları ekseninde ne oranda bir ayrışma ve çatışma yaşayacağı sorusunda düğümleniyor. Dönemin ABD Hazine Bakanı Janet Yellen’in “ayrılma karşıtı ve entegrasyonu sürdürme vurgulu” ifadeleri sarfettiği Pekin ziyareti üzerinden sadece bir yıl geçtiğini hatırlamak gerekiyor. Bu gün ise, karşımızda ABD tarafının %145; Çin tarafının %125 oranlarındaki çok yüksek tarife oranları ve nadir metallerde ambargo tablosu duruyor. WTO (Dünya Ticaret Örgütü), mevcut gümrük vergisi düzeylerinde bir iyileşme olmadığı takdirde, iki ülke arasındaki mal ticaretinin, kısa vade içinde %80 oranında azalacağını; beşte bir düzeyine gerileyeceğini hesaplıyor. Bu arada, Trump’ın yakın zamanda devreye soktuğu akıllı telefon ve elektronik ürün istisnalarının, öngörülen bu kayıp oranını %90’lardan aşağıya çektiğini de vurgulamak gerekiyor. Ayrıca, IMF (Uluslararası Para Fonu) projeksiyonlarına göre iki ülke alışverişinin tamamen durması halinde küresel büyümenin %7 oranında küçülme ve 7 trilyonu aşkın daralma yaşanacağı kurgulanıyor.
İki ülke arasında dış ticaret hacminin 582 milyar dolara ulaştığı ve ABD’nin, 295 milyar dolarlık açık verdiği biliniyor; mesela, akıllı telefonlar için %73, dizüstü bilgisayarlarda %66, lityum bataryalarda %70, oyuncaklarda %76, tost makinelerinde %99 gibi yüksek oranlarda ithal bağımlılığı ortaya çıkıyor. Trump’ın son hamleleri, kendi ifadesiyle; bu tabloyu, ABD lehine iyileştirme amacını taşıyor. Ancak, gelişmeler sonunda, iki ülkenin keskin bir ayrılığa doğru gitmesi risk ile ihtimali de gündemden düşmüyor. Esasen, Trump’ın ilk döneminden bu yana son yedi yılda %13 oranında bir hacimsel düşüşün yaşandığını ve ABD bakımından Asya mahreçli ithalatın üçte biri düzeyine gerilediğini de vurgulamak gerekiyor. Çin’in tavizsiz ve bire-bir karşılık esaslı duruşunun temelinde, ticaret fazlasına sahip taraf olması kadar, ABD’nin toplam ihracatı içindeki payının %15 oranının altına gerilemesinin yattığı düşünülüyor. İlaveten, Çin’in elinde bulunan ABD tahvillerinin, toplamı %10 oranında ve 800 milyar dolar tutarında bir pazarlık aracı olduğunu unutmamak gerekiyor. Son ÇKP (Çin Komünist Partisi) Politbüro toplantısında Başkan Şi’nin açıkladığı ekonomik tedbirler paketi ve “sıkı duruşun korunacağı” yönündeki ifadeleri dikkat çekiyor. Trump ile şekillenen ABD ile ulusal sembol ejder ile bütünleşen Çin, müzakere öncesinde, saflarını sıklaştırmaya devam ediyor.
Önümüzdeki günler, ticaret politikaları üzerinden yürütülecek bir “Trumponomics karşısında Dragonomics Mücadelesi” ne sahne olmaya, yakın duruyor. Dünyanın en büyük birinci ve ikinci ekonomileri arasındaki mücadeleye bakarken, “taze dördüncü” olan Kaliforniya faktörünü de radarda tutmak gerekiyor