hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Pınar Yılmazerler Pınar Yılmazerler

    Yalnız bırakıp gitme bu akşam

    27.03.2015 Cuma | 12:55Son Güncelleme:

    Siz bu yazıyı okurken ben babasız evlatlar kervanına katılmış biriyim artık. 40 yaşında yetim kalır mıymış bir insan? Kalırmış. Kolu, kanadı kırılır mıymış? En fenasından kırılırmış hem de.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    14 Mart Cumartesi saat 17: 40’ta benim babam bu dünyaya gözlerini kapadı. Şu an bu cümleyi yazdığıma bile inanamıyorum. Sanki bu bir kabus ve uyandığımda babam yine yemyeşil gözleriyle bana sıcacık gülümseyecek. Sanki her yer buz, çok üşüyorum. İçim simsiyah, kapkaranlık... Kalbimin yerinde fokur fokur kaynayan bir yanardağ var. O lavlar etime değdikçe yanıyorum, kavruluyorum...

    Yalnız bırakıp gitme bu akşam

    Babam 90 yaşındaydı. Baston kullanmaya ihtiyaç duymayan, en eskiye gidersek ilkokul öğretmen ve arkadaşlarını isim ve soyad olarak tek tek hatırlayacak bir hafızaya sahip bir 90’lık. O yüzden tanıyan herkes soruyor: “Nesi vardı?” Hastalıklara çare bulunuyor da yaşlılığa çare bulunamıyor hayatta. 90 yaşındaki bir organı, 20’lik bir mideye, bağırsağa, böbreğe çeviremiyorsun ne yazık ki. Olmuyor, olamıyor...

    90 yaşında olduğunu öğrenince insanlar bana kendilerince moral vermek için; “Ama bu yaşa kadar yaşamış. Daha ne istiyorsun” diyor. Daha çok sohbet etmek istiyorum onunla oysa ben. Türkiye tarihini daha çok konuşmak istiyorum, İkinci Dünya Savaşı’nı hatırlıyor, savaşın ülkemize etkilerini. Anlatsın yine istiyorum. 1925 doğumlu, Atamız’ın öldüğü günü dün gibi anlatıyor. Birlikte gözlerimiz dolsun istiyorum. Sinop’taki çocukluğunu, İstanbul ve Ankara anılarını daha çok dinlemek istiyorum. Dünyayı gezmiş bir adam. Gitmediği Avrupa ülkesi yok, Amerika’ya götürmek istiyorum onu mesela. Yine Selahattin Pınar eserlerini ağlayarak dinleyelim istiyorum. Masamızda demlenirken, hangi balığın hangi mevsimde taze olduğunu anlatsın istiyorum. Lakerda yapsın istiyorum yine. Sinop’un mantısını, nokulunu, kır pidesini rahmetli halam yapsın, biz (Rahmetli diyemeyeceğim) babamla yiyelim istiyorum.

    Benim annem Almanya’daydı ve 10 yaşıma kadar beni babam büyüttü. İlk çocuk hastalıklarımı yaşarken başucumda babam vardı. Kızamık olduğumda sabah beni kırmızı benekler içinde görünce yaşadığı şoku, beni aceleyle Cerrahpaşa Hastanesi’ne yetiştirmesini, İncidal kullandığımızı hiç unutmuyorum. Okumayı söküp, ilk kırmızı kurdelemi aldığımda, birinci sınıftaki müsamerede sahneye çıktığımda gözünde gördüğüm gurur ilk hatırladıklarımdandır. Akşam yemeğimden önce yememe koşuluyla alıp, ikram ettiği ‘Akşam pastası’ ismini taktığımız pastalar hala gözümün önünde. Yaramazlık yaptığımda tek bir şartı vardı: “Doğruyu söyle!” Ve gerçekten de doğruyu söylersem, kızmazdı. O yüzden doğruyu söylemek bazen başıma iş açsa da, dürüstlüğün verdiği paha biçilemez özgürlüğü yaşadım hep, yaşıyorum. 80’ler Türkiye’sinde 55 yaşında bir adama, küçük bir çocuk teslim edildi. O da alnının akıyla, yetiştirdi bu çocuğu.

    Herkes 40 günden bahsediyor, “40 gün geçince acın kaybolmayacak ama şimdikinden biraz hafifleyecek” diyorlar. Bir umut bekliyorum. Yine de biliyorum ki o 40 günün sonunda her bulmaca çözdüğümde (Beni zorla Hürriyet bulmacalarına alıştırmıştı kendisi), her Türk Sanat Müziği eserinde, her “Yalnız Bırakıp Gitme Bu Akşam”ı dinleyişimde babam içimde olacak. Camide babamın tabutunun başında nöbet tutarken, erkeklerde aynı safta dururken, tubutuna omuz verirken ve son olarak kürekle üzerine toprak atarken bir ses kulağıma fısıldadı: “Sen  babanın kızısın, bunu unutma.”Babam her sene kiraz çıktığında babaannemin ruhuna sokaktaki çocuklara kiraz alır, dağıtırdı. Babaannemin en sevdiği meyveymiş çünkü kiraz. Artık bu görev son nefesime kadar benim! Babamın ruhuna değsin.