Ekonomiye; İnsan-Odaklı yaklaşmak..
Geçtiğimiz hafta içerisinde, hızla gelişen ve değişen küresel gündemde ön planda kendisine yer bulamayan bir uluslararası zirve gerçekleştirildi. Birleşmiş Milletler tarafından düzenlenen Az Gelişmiş Ülkeler Konferansları’ nın beşincisi; 5-9 Mart tarihleri arasında Katar’ ın ev sahipliğinde Doha kentinde tamamlandı.
Zirve sonrasında, 2022-2031 arasında geçerli olacak Eylem Planı, dünya kamuoyununun dikkatlerine sunuldu. 1981 yılında Paris’ te gerçekleştirilen ilk zirveden sonraki süreçte, 2011 yılında İstanbul’ un ev sahipliği üstlendiği ve İstanbul İnsiyatifi olarak adlandırılan belgenin bir ortak kazanım olarak ortaya konulduğunu hatırlatmalıyız. Nitekim, Doha Sonuç Bildirgesi’ nde, bu dökümana da atıf yapıldığını ve meseleye az gelişmiş ülkeler açısından bakıldığını ayrıca not etmeliyiz.
An itibarıyla, Tayvan, Kosova ve Vatikan hariç tüm dünya devletlerinin üyesi bulunduğu Birleşmiş Milletler; son kırk yılda düzenlenen dünya zirveleri, desteklenen araştırmalar ve oluşturulan eylem planları çerçevesinde, Sürdürülebilir Kalkınma için geçerli bir Yol Haritası formülüne ulaşmamızı sağladı. Ekonomide, “İNSAN-Odaklı/Merkezli” anlayışın en rafine ifadesini; 2015 yılında kabul edilen ve 2030 yılına kadar hayata geçirilmesi öngörülen onyedi adet Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (SDG17) kapsamında bulmak mümkündür. Sözü edilen hedefleri yeniden hatırlama/hatırlatma zamanıdır:
Yoksulluğa Son / Açlığa Son / Sağlıklı Bireyler / Nitelikli Eğitim / Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği / Temiz Su ve Sıhhi Koşullar / Erişilebilir ve Temiz Enerji / İnsana Yakışır İş ve Ekonomik Büyüme / Sanayi, Yenilikçilik ve Altyapı / Eşitsizliklerin Azaltılması / Sürdürülebilir Şehir ve Yaşam Alanları / Sorumlu Tüketim ve Üretim / İklim Eylemi / Sudaki Yaşam / Karasal Yaşam / Barış, Adalet ve Güçlü Kurumlar / Hedefler İçin Ortaklıklar.
Birleşmiş Milletler tarafından ortaya konulan bu bütüncül-kapsayıcı yaklaşımın başarıya ulaşması için “hepsinin ve herkesin” bir arada denkleme katılması gereği açıktır. İşte, tam da burada, az gelişmiş ülkelerin görece dezavantajları göz önüne alınarak “pozitif ayrımcılığa” konu edilmeleri; özellikle desteklenmeleri zarureti karşımıza çıkmaktadır.
Yüz elliden fazla alt kriter bazında hesaplanan ve bileşik (kompozit) bir gösterge olan HDE Index- İnsani Gelişmişlik Endeksi temelinde, Birleşmiş Milletler üyesi devletler; “ Gelişmişlik Klasmanı” ile dört kategoride sınıflandırılmaktadırlar. Bu çerçevede, 0,962 indeks skoru ile İsviçre ile Norveç; İleri Düzeyde Gelişmiş Ülkeler liginin en üst sırasında yer almaktadır. Doha Zirvesi’ ne konu edilen Az Gelişmiş Ülkelerin tamamı için HDE Endeks değeri 0,550 eşiğinin altında kalmaktadır ve toplam sayısı kırkaltıya ulaşan bu grubun en alt sırasında Nijer (0,354 puan) bulunmaktadır.
Az Gelişmiş Ülkeler, dünya nüfusunun %15’ ini teşkil etmekle birlikte, küresel zenginliğin/hasılanın sadece %1,3‘ ünü elde etmektedirler. Çoğunluğu Afrika kıtasında yeralan bu ülkelerin, dünyadaki Doğrudan Yabancı Yatırımlar’ dan aldıkları pay ise, %1,5’ un altında kalmaktadır. 2023 yılının ilk günlerinde paylaşılan Oxfam Raporu ile ortaya konulduğu üzere, Küresel Gelir-Zenginlik Paylaşımı kulvarında, tüm zamanların en büyük eşitsizliğinin yaşandığını; “varsıl-yoksul uçurumunun açıldığını” ilaveten belirtmeliyiz. Gelinen noktada, az gelişmiş ülkelerin; sürdürülebilirlik kulvarında kendi başlarına mesafe alamayacakları açıktır. İşte bu bakımdan, Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine 2030 yılında ulaşabilmek için küresel planda yardım ve işbirliğine her zamankinden fazla ihtiyaç bulunmaktadır.
Birleşmiş Milletler çatısı altında ve koordinasyonunda ilerlemek, mantıklı ve yarayışlı bir yol olmakla beraber, Sinerji (Birliktelikten Doğan Güç) anlayışı ve SDG17 rehberliğinde hareket etme bakımından tüm bireylere de düşen sorumluluk bulunmaktadır. Zira, Sürdürülebilirlik Dairesi dışında kalan ve bazılarını dışlayan/dışarıda bırakan zihniyet ile “kalıcı ve kapsayıcı refah-esenlik elde etme ve elde tutma” ülküsüne ulaşmak, imkan haricinde kalacak; ilaveten, küresel gerilim ve/veya çatışmanın önü açılacaktır. Bu alandaki tarihsel sorumluluk, tüm insan-devlet-kurumların sırtındadır ve ertelenemez; devredilemez küresel öncelik ve aciliyetlere işaret etmektedir.
Diğer Yazıları
"Bankacılık krizi" okumaları..
İşin uzman ve takipçilerinin farkında olduğu; çeşitli vesilelerle dikkat çekmeye çalıştıkları bir bankacılık riski, geride bıraktığımız günlerde fiilen Amerika’ da ortaya çıkmasına karşın, tüm dünya gündeminin üst sıralarına tırmandı. Gene 2008 yılında ABD’ den başlayan son büyük krizin taze hatırası, tüm dünyaya yayılma risk ve endişelerini ortaya çıkardı. Üstelik, bankacılık-finans sektörünün özellikli ve küresel planda birbirine tamamen entegre yapılanması işin vahametini arttırıcı etki yarattı.
Devamını Oku 19.03.2023Büyüme'de arka plan penceresi..
Henüz ilk haftalarını yaşadığımız senenin ilk çeyreğindeki son aya girerken, deprem felaketinin derin travma ve acısını yaşamaya devam ediyoruz. Depremin ortaya çıkardığı ekonomik etkiler ile ilgili ilk değerlendirme ve öngörülerin, zamanla daha kapsamlı ve gerçekçi içerik kazanacağını biliyoruz. Bu akışta, ekonominin gidişatına ilişkin olarak açıklanan rutin istatistikleri de takipte kalmak gerekiyor.
Devamını Oku 05.03.2023“Festina Lante” zamanları..
Uğradığımız büyük felaketin ardından maddi ve manevi planda yaralarımızı sarmaya; maalesef canlarımız haricinde, yitirdiklerimizi yeniden kazanma çarelerini aramaya devam ediyoruz. Teknik bir tanımla, rutin/alışılagelmişin dışına çıkan her seyir; “kriz” statüsünde değerlendirildiği için, şu anda geçerli olması gereken “(Afet) Kriz Yönetimi” birikim ve yaklaşımlarına itibar etmeliyiz.
Devamını Oku 26.02.2023