hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    Ayarlarıyla oynadığın kantar, gün gelir seni tartar

    03.08.2018 Cuma | 13:43Son Güncelleme:

    Geçenlerde bir makale okudum. Konu içeriği Instagram ve sanat, başlığı ise Instagram’ın artık bizim sanatı deneyimleme biçimimizi nasıl değiştirmiş olduğu üzerineydi. Biliyorsunuz bugün Instagram’ın 800 milyondan fazla kullanıcısı var ve bu kullanıcı sayısı her geçen gün büyük bir hararetle büyümeye devam ediyor...

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Ayarlarıyla oynadığın kantar, gün gelir seni tartar

    - “İnstagram’da tanıştık, benim bir story’me cevap yazdı..” 

    - “Ben onu uzundur takip ediyordum, bir gün tesadüf eseri bir yerde karşılaştık..”

    - “Yüz yüze hiç tanışmadık, ama İnstagram yüzünden onu yıllardır tanıyor gibiyim..”

    - “Ah hayır, oraya gitmedim ama ben de o gün birinin story’sinde gördüm, çok güzel bir yer..”

    - “Onunla mı? Ah, sanırım ilişkimiz artık geri dönülmez bir yola girdi.. Birbirimizi ilk 3 saniye içerisinde büyük bir sadakatle ‘like’ etmekten ileri gidemiyoruz..”

    - “Aslında çok sevdiğimden değil, benim koyduğum tüm resimleri beğeniyor diye ben de beğenmek zorunda kalıyorum.. Yoksa beğendiğimden beğenmiyorum yani..” 

    Beğeniyorum..

    Beğenmiyorum..

    Beğeniyor..

    Beğenmiyor..

    Sapını da sayarsam ‘beğeniyor’ çıkıyor. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Psikiyatri’de “depersonalization” denilen bir kavram var. Türkçesi ‘kendine yabancılaşma’. Yani insanın bir anlamda kişiliğini kaybetmesi, duyarsız bir hale gelmesi, kendi bedenini yanlış anlaması ve kişisizlikleşme yolunda sağlam adımlarla ilerliyor olması. Yani kısaca insanın kendi gerçeklik duygusunu yitirmesi sonucu kendi bedeninden ve zihinsel süreçlerinden kopmuşluk duygusu yaşıyor olması.  

    Ben açıkçası İnstagram’ın da böyle yan etkileri olduğuna inanıyorum. Çünkü burası insanın kendini istediği gibi görmek için gerekirse ‘bir tıkla’ kendini zayıflatıp, makyaj yapıp, tenini yakıp, boyunu uzatabildiği ‘Tanrım beni baştan yarat’ butonuna özgürce basabildiği, mükemmel anlardan oluşan mucizeler ülkesi. Bu mucizeler ülkesi, size de böyle şeyler yapıyor mu? 

    Yapıyor olabilir fakat biz bugün bu sorunun cevabı ile ilgilenmiyoruz. Bu yan etkiden bahsetmiyoruz. Biz bugün İnstagram’ı buzdağının tüm bu görünen yüzüne inat bambaşka bir açıdan ele alıyoruz.  

    Geçenlerde bir makale okudum. Konu içeriği İnstagram ve sanat, başlığı ise İnstagram’ın artık bizim sanatı deneyimleme biçimimizi nasıl değiştirmiş olduğu üzerineydi. Biliyorsunuz bugün İnstagram’ın 800 milyondan fazla kullanıcısı var ve bu kullanıcı sayısı her geçen gün büyük bir hararetle büyümeye devam ediyor. İşte makale, bu hararetin bolca olduğu, İnstagram’ın ‘media of fanning’ olarak tabir edilen sosyal fotoğraf platformunun narsistik selfi kültürüne rağmen sanat dünyasını da bir o kadar salladığı üzerineydi ve dünyadaki bazı sanat galerileri ile sanat eserlerinin İnstagram üzerinden paylaşılma biçimine ilişkin güzel bazı örnekler sunuyordu. (Bu arada ‘media of fanning’ kısaca, ‘like’ toplamaktan ve milyonlarca insan arasında değerlendirildiğinde, objektif önünde duruşunun ve de o duruşuna giydirilen binlerce kıyafetin minik farklılıklarından başka hiç bir anlamlı içeriği olmayan kimselerin, bize hiç bir ‘şey’ ama hiç bir ‘şey’ ver(e)meyen postlar kategorisi olarak da açıklanabilir.) 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Şimdi diyeceksiniz ki, narsistik selfi kültürü diyorsun ama sosyal medya bize bilgi vermek, öğretmek ve hissettirmek zorunda değil. Burada insanlar belli bir kültür seviyesi üzerinden değerlendirilmek zorunda da değil. Hele özgürlükleri yüzünden yargılanmak zorunda hiç değil. Burası bir eğlence alanı. Burası olmayanın oldurulabildiği bir mucizeler ülkesi. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Ayarlarıyla oynadığın kantar, gün gelir seni tartar

    Doğru, böyle bir ülke var. Hem de bu ülke, yani İnstagram denilen bu ülke aynı zamanda inanılmaz da bir oyun alanı. Hatta bana göre, senin ‘isim-şehir-hayvan’ oyununun düpedüz ‘kim-kiminle-nerde-ne zaman-ne yapıyormuş-kim görmüş-ne demiş’ kısmına odaklanmak zorunda bırakıldığın çocukluk oyunun. Hatta her gün oyunu daha da iyi oynadığını göstermek için daha da yükseğine çıkma hevesi duyarak ‘like’ alma peşinde koştuğun ‘yerden yüksek’ oyunun. Hatta ve hatta her an her yerde herkesle tek işaret parmağınla oynayabildiğin, güçlünün güçsüzü, zenginin fakiri, çok takipçinin az takipçiyi, sosyetiğin halkı, Survivor’ın yaşamda kalma çabası olan bir nevi ünlülerinin gönüllülerle oynadığı basit bir güçler denklemine dayanan oyunun. Ama yine de oyun. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Fakat tüm bu oyunlara rağmen yine de araştırmalar gösteriyormuş ki bu oyunun konusu sanat olduğunda, İnstagram tüm bu narsistik ve sosyopatik mevzuların dışında kalarak negatif bakış açılarından açık ara uzak, pozitif bakış açılarına yakın bir noktada konumlanıyormuş. 

    Bu demek oluyor ki, sanat ekseni üzerinden bakarsak, eğer ki İnstagram’ın içinde yer alan bazı sanal koridorların sonuna kadar gidilirse görülebiliyor ki İnstagram, artık bizim güncel sergileri görme ve paylaşma deneyimimizi iyi yönde değiştiriyor. Yani sanatı nasıl algıladığımızı etkiliyor ve eğer algı konusunda yardıma ihtiyacımız var ise de nasıl algılamamız gerektiğini bize ihtiyacımız olduğu bir biçimde gösteriyor. (İnstagram aracılığı ile sanatçılara, küratörlere, galeri sahiplerine hızla ulaşıp derdinizi anlatıp bir o kadar da hızlı bir biçimde derman bulabileceğiniz konusundan bahsediyorum.) Yani bu da demek oluyor ki iyi kullanırsanız, ortalığı ‘bir tıkla’ patlatabileceğiniz bir silah tutuyorsunuz elinizde.  

    Ama nasıl? 

    Benim çok sevdiğim Sanatçı Yayoi Kusama’yı hatırlarsınız. Hani puantiyelerin kraliçelisi olarak biliyorduk kendisini. (12 Mart 2018 tarihli makalem). Örneğin Kusama, kendi işlerinin arasında fotoğraf çektirenlerin oluşturduğu İnstagram üzerinden ulaşılan ‘instagrammed experience’ (instagramlanma deneyimi) olarak geçen bir uygulama kullanıyor. Bu uygulamanın özelliği, sizin sanatçının eserleri ile karşılaştığınız an, sanatçının işleri ile girdiğiniz etkileşimin sergilenmesi üzerine kurulu. Yani bu nasıl oluyor derseniz. Kusama’nın yaratmış olduğu ‘The Obliteration Room’ (Bozma Odası) adında, içinde yüzlerce binlerce renkli puantiyenin dağınık bir biçimde etrafta durduğu ve içindeki tüm eşyalardan duvarlara kadar herşeyin bembeyaz olduğu bir odası var.

    Ziyaretçiler Kusama’nın sanatını görmeye bu odaya geldiklerinde, fark ediyorlar ki bu renkli puantiyeleri alıp içlerinden geldiği gibi bu oda içindeki herhangi bir yere yapıştırabilme özgürlüğüne sahipler. Fakat tabi bu kalıcı bir hareket olmuyor. Yani odanın adından da anlaşılabileceği üzere, siz gidip bazı noktaları bazı yerlere yapıştırdıktan bir müddet sonra birileri gelip sizin yaptıklarınızı bozuyor. Dolayısıyla da sizin sanatınız, burada siz de kendi sanatınızı icra eden bir sanatçısınız, ancak başka biri bozana kadar özgür bir biçimde duvarda kalabilmiş oluyor. Haliyle siz de birileri onu bozmadan önce fotoğraflıyor ve de Kusama’nın belirlediği İnstagram sergi alanında eserinizi sergiliyorsunuz. Sonuçta ne oluyor? Hem sizin eserinizin bozulmadan önceki halini pek çok kişinin erişebileceği bir platform üzerinden diğer insanlarla paylaşma gibi bir imkanınız olmuş oluyor hem de kimler neler yapmış, sizin gibi düşünen kişiler kimlermiş görme fırsatınız olmuş oluyor. Asıl hikaye ise burda başlıyor.

    Siz kendi sanatınızın peşinde koşuyorsunuz sanırken büyük düzende Kusama’nın sanatındaki minik bir ayrıntıdan başka bir şey olmamış oluyorsunuz. Yani kısaca Kusama’nın günün her saniyesi, her sabah ve akşamı her an bir devinim halinde olan, hareketli sanat eserinin bir parçası olmuş oluyorsunuz. Duvardaki minik renkli puantiyelerden kendi sanatınızın peşinde koşturduğunuz o anların tümü de, bu an 1 saat de 1 saniye de olabilir zaman hiç fark etmiyor, her hali ile aslında en dış kenardan bakıldığında Kusama’nın hareketli sanat eserinin milyardaki (sıradan) bir versiyonundan başka birşey olmamış oluyor. Aynı bizlerin de kendi eksenimiz üzerinden bakıldığında kocaman olduğunu düşündüğümüz, upuzun sandığımız hayatlarımızın, koskoca evrenler, galaksiler, kozmos ve tüm gezegenler mevzu bahis edildiğinde - güneş yılına göre dünyadaki 70 yıllık hayat döngülerimizin dünya zamanı ile yalnızca 8.6 saniyelik bir süreye tekabül ettiği düşünülürse - miniminnacık bir noktadan fazla bir şey olmayışı ve kuantum mekaniği üzerinden gidilirse de bir küp şekerin içine sığabilecek bir düzenekte oluşumuzun tuhaf ironisi gibi..

    Kusama’nın yukarlarda bir yerlerden kendi yarattığı eserini izleme halini düşününce ne hoş bir manzara ortaya çıkıyor değil mi? İnsanın, işin mikrosunda olunduğu sürece makronun nerede son bulacağı hakkında en ufak bir fikri olmasa da, gerçekler her zaman için başka bir açıdan bakıldığında hep incir çekirdeğini dolduramayacak kadar küçük acılarla ölçülendiriliyor bu hayatta.

    Ayarlarıyla oynadığın kantar, gün gelir seni tartar

    Her neyse, sonuçta tekrar konumuza dönersek, bugün instagram üzerinden ulaşabileceğiniz Kusama’nın #obliterationroom galerisi 14,900 fotoğraf ile bizleri kısa bir süreliğine sanatını bizlerle paylaşan kullanıcıların bir beyaz oda ve renkli noktalardan oluşan binlerce resmin eşzamanlı olarak yaşamın sonsuz olasılığını simgelediği farklı versiyonları ile buluşturuyor. Bu durum aslında bir anlamda eskiden sıra üstlerinde yazılı olan ‘I was here.’ (Buradaydım) modu gibi gözükse de, yani insana ‘Sen geldin gittin, senden öncekiler gibi, sen de bir gün gelip gideceksin, aynı onlar gibi.’  hissi veriyor olsa da genede orda bir nokta olmak bu galakside hiç olmamaktan daha iyidir kanımca. 

    İnstagram, insanların aşklarının, hayatlarının, görünümlerinin mükemmel olma ihtimalinin beğeni kazandığı ve bir takım aksaklıkların mükemmele dönüşebildiği sihirli bir dünya ancak aynı zamanda bu dünya, aslında insanların kendi kusurlarını farketmelerini sağlayan ve oraları mükemmelleştirmek için yollar da sunan bir dünya. O nedenle de makaleden hareketle bana göre, İnstagram insanların içinden her gün var olmadığı sanılan sanatı yani yaratıcılığı dışarı çıkarıp insanları renklerle buluşturan ve onları onlar farkında olmasalar bile her gün kendileri ve nasıl biri olmak istedikleri ile yüzleştikleri bir ayna. Çünkü bilirsiniz Tarkovski’nin dediği gibi ‘Dünya mükemmel olmadığı için sanat vardır.’  

    Duygu