hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    Bazı ölümlerin sebebi yarım kalan aşklar mıdır?

    09.03.2020 Pazartesi | 15:30Son Güncelleme:

    Bazı adamlar bazı kadınların yanında güzeldir. Bazı kadınlar da bazı adamların yanında. Onları bulundukları yerden alırsanız kendilerine yabancılaşırlar..

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Aşıksınız. Birbirinizi deli gibi seviyorsunuz. Beraberken başka bir dünyanın içinde yaşıyorsunuz. Gençsiniz. Cesursunuz. Yapılmaz denileni yapıyor, olmaz denileni olduruyorsunuz. Özgür ruhsunuz. Çılgınsınız. Gözü karasınız. Yeni bir akımın öncüsü olarak beraber yaptığınız bir işiniz var. İşle aşkı birbirinin içine karıştırıp, ortaya kimsenin çıkarmaya cesaret edemeyeceği sanat eserleri çıkarıyorsunuz. Birinizin adını duyan diğerini soruyor. Sizi birbirinizle anmamak bir yerden sonra ayıp gibi oluyor. Sıradan insanların sıradan hayatları sizi sıkıyor. Çünkü siz uçurum kenarlarında parmak ucunda dolaşmayı seven ruhlardansınız. İkiniz de aşkınızın ve sanatınızın zirvesindesiniz. 13 yılı bir çırpıda beraber geçiriyorsunuz. Sonsuzluğun sonuna da beraber gidelim o zaman, hadi evlenelim diyorsunuz. Ama kimse gibi evlenmek istemiyorsunuz. Normal olan şeylerin hepsi sizin için anormal. O yüzden farklı bir şeyler istiyorsunuz. Bir çeşit meydan okuyuş olsun diyorsunuz. Sonra aklınıza Çin Seddi’ne gidip, iki ayrı uçtan günler boyunca birbirinize doğru yürümek ve ardından da tam ortada buluşup evlenmek geliyor. Harika bir fikir ! Hemen Çin Hükümeti’ne yazıyor, kim olduğunuzu ve ne yapmak istediğinizi anlatıyor sonra da heyecanla cevabı bekliyorsunuz. Cevap gelmiyor. Aylar geçiyor. Sonra bir gün birden Çin Hükümeti’nden bu performans için onay aldığınızı anlatan bir yazı alıyorsunuz. Fakat tam kimseciklerin kalkışamayacağı, aşkınızı ilelebet taçlandıracak bu hayal gerçekleşmek üzereyken yani 6000 km’lik yolu birbiriniz için yaklaşık 90 günde tepip, birbirinize kavuştuğunuz anda birbirinize sonsuza kadar evet diyeceğiniz anda sonsuza kadar evet demek yerine, birbirinize sonsuza kadar hayır demek zorunda kalıyorsunuz. Ayrı uçlardan geldiğiniz yolun birinden elele yürüyecekken, yeniden zıt yönlere doğru ilerlemeye başlıyorsunuz. Gittikçe birbirinizden daha çok uzaklaşıyor, sonra da birbirinizi yaklaşık 20 yıl sonra 1 dakikalığına görüyor, konuşmanın yasak olduğu o 1 dakikalık sessizlik anında, söyleyeceklerinizi ancak gözleriniz ve bakışlarınız aracılığıyla söylüyor, son bir kez daha bir kaç saniyeliğine uzanıp birbirinizin eline dokunuyor sonra da birbirinizden sonsuza dek ayrılıyorsunuz. Çünkü o masada birbirinizi son bir kez daha gördükten sonra diğeriniz masadan kalkıyor ve 10 yıl sonra da sizden km’lerce ötede başka birinin kollarının arasında ölüp gidiyor. Üstüne üstlük diğerinizin ölümünü uzaktan bir yabancı gibi duyuyor ve kendi kendinize bu ‘bir zamanların büyük aşkı’ üzerine üç beş cümle kurmak dışında hiçbir şey yapamıyorsunuz..

    Bazı ölümlerin sebebi yarım kalan aşklar mıdır

    Nasıl hissederdiniz?

    İşte Marina Abramovic geçtiğimiz hafta böyle hissetti çünkü Ulay’ı yani o aşkın diğer kişisini geçtiğimiz hafta (2020 yılının 2 Mart’ında) kaybetti. Şimdi insan düşünüyor tabi; Ulay, eğer yıllar önce, evlilik arefesinde Marina’yı aldatmamış ve aldattığı kadını da hamile bırakmamış olsaydı, Marina Ulay ile olan ilişkisini bu durumu öğrenince bitirmemiş olsaydı, yine de Ulay’ın hayatı böyle mi sonlanırdı? Peki ya Ulay, hamile bıraktığı kadınla evlenip, ondan 3 çocuk yapmasaydı ve Çin Seddi’nin bir ucundan çıkarak yaklaşık 6000 km’lik yolu tam 90 günde yürürken, aslında ayrılığa değil de sonsuza dek birleşmeye doğru yürüseydi yine böyle mi sona ererdi herşey? Yani hayatı boyunca yanında bir başkası (eşi Lena) değil de Marina Abramovic olsaydı yine de böyle mi giderdi bu dünyadan ve onun ölmeden önce tek başına yarattığı eserleri yine aynı son eserler mi olurdu..? Yani acaba Ulay’ın ölümünde, Marina’dan sonraki Marina’sız hayatının da önemli bir payı var mı?

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bilmiyoruz.. Kimse bilmiyor.. Kimse de bilemeyecek.. Aslında sanırım hiç bir zaman cevabını bilemeyeceğimiz asıl sorulması gereken soru şu:

    ‘Bitmek zorunda kalan büyük aşkların ağırlığı daha çok ve de çabuk mu öldürüyor insanları?’

    Bazı ölümlerin sebebi yarım kalan aşklar mıdır

    ***

    Yıllar önce Louise L. Hay’in, ‘You Can Heal Your Life / Hayatınızı iyileştirebilirsiniz’ isimli kitabında pişmanlıkların, kendini suçlamaların ve de geçmişte yapılan hataları affedememe hallerinin, insanların kendilerini hasta ederek (çoğunlukla kansere yakalanarak) erken ölüme gitmelerine yol açabildiğini okumuştum. Bunun sebebi ise kitapta; ‘bazı büyük travmaların ardından kişinin, bu dünyada yaşamasının bir anlamı kalmadığına inanmasıyla beraber, gün geçtikçe ruh ve bedenin birbirinden uzaklaşarak kendi içindeki ahengi kaybetmesi sonucu kendini hasta ederek en kısa yoldan bu Dünyadan çıkış senaryosunu yaratması’ olarak açıklanıyordu. (Alice Miller’ın ‘Beden Asla Yalan Söylemez’ isimli kitabında da aynı konu çok güzel örneklerle ele alınır.)

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bazı ölümlerin sebebi yarım kalan aşklar mıdır

    Açıkçası Ulay’ın öldüğünü öğrenir öğrenmez neden öldüğünü öğrenmek isteme sebebim bu yüzden oldu ve böylece de Ulay’ın bu hayatın bir yerlerinde kanser olduğunu, bir kez kanseri tam atlattım derken de yeniden kansere yenik düşerek öldüğünü öğrendim. Kanser türü ise lösemiymiş. Yani lenf kanseri. Bu bilgiyi öğrenince Louise L. Hay’in kitabını yeniden açıp, lösemi’nin bir bedende hangi duygu durumu sonrası oluşabildiğini yeniden okudum. Kitaba göre ileriki yaşlarda görülen lösemi’nin nedeni; ‘kişinin yaşamının önemli bir döneminde, ilham duyduğu şeyin vahşice ölüşü sonrasında yaşamda olmanın bir anlamının kalmayışı’ duygu durumu ile açıklanıyor. Buna ek olarak da, ‘geçmişteki sınırların ötesine geçemeyip, kendisi olmanın bu kişiye güven vermediği için kendisi olmaktan vazgeçtiği, çünkü kendi olmanın güvenli olmadığı dolayısıyla da şimdinin özgürlüğüne ulaşamadığı’ anlatılıyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Pek çok perspektiften ele alındığında doğruluğu tartışılabilir ve yoruma oldukça açık bir bilgi ama yine de farklı bir bakış açısı, o nedenle de bu konuda istediğinizi düşünmekte özgürsünüz. Fakat yalnızca kendi adıma şunu söyleyebilirim ki, geçmişte her ne olmuşsa olmuş, olan şeylerin sonucunda da Ulay ve Lena’nın 3 çocuklu bir aileleri olabilmiş. Yani belki de şöyle düşünmek gerekiyor, bir anlamda bu hikaye Marina sayesinde gerçekleşmiş. Bir bakıma Marina’nın Ulay’a hayır demesi üzerine gerçek olmuş. Her ne kadar internet üzerinden araştırmak istediğinizde Youtube ve Google’daki arama motorları bile, Marina Abramovic yazdığınız an yanına Ulay’ı, Ulay yazdığınız an da yanına Marina’yı yakıştırıyor olsa dahi bildiğimiz şey Ulay’ın sonuçta, hayatının büyük bölümünü bugün isminin beraber anıldığı değil de pek çok kişinin adını bile bilmediği, ona hayatını adamış, onun 3 çocuğunu dünyaya getiren Lena’nın yanında bu dünyadan gitmeyi seçmiş olduğu. O nedenle Lena’nın bugün Marina’yı onurlandırıyor olması ve de teşekkür etmesi gerekiyor, aslında Marina sayesinde hayatının aşkına kavuşabildiği ve bu yaşamda aşık olduğu adamın çocuklarının annesi olabildiği için..

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    ***

    Son bir not: Kendi merakıma yenik düşerek, internet üzerinde Lena’ya dair fazla bilgi bulamadığım için Lena’nın instagram hesabını bulmayı denedim ve böylece de ‘Lenaluks’ isimli bir sayfaya ulaştım. Ardından da geçmişe doğru bir yolculuk yaparak, Lena’nın bakış açısından, Ulay ile olan hayatını görmeye çalıştım. Gördüğüm şey şu oldu. Kendisine aşık bir kadının objektifinden çekilmiş Ulay’ın çok nadir objektife baktığı, genelde habersiz yakalanmış sıradan anları.. Çocuklarının son derece samimi ve doğal pozları.. Kendisinin genelde objektife bak(a)madan çekilmiş pozları.. Ulay ve Lena’nın beraber olan tüm fotoğraflarında ise sanki Marina’ya rağmen birbirlerini sevebilme veya sevmeye çalışma güçlüğü varmış gibi hissettim. Ancak bu tamamen benim hissim. Bilirsiniz bazı aşklar, bitmemesi gereken zamanda bitmemesi gerektiği şekillerde bitmişse eğer geride böyle arada kalmış hisler olabiliyor. Bedeni öldüğü halde dünyada yaşamaya devam eden arafta kalan ruhlar gibi. O nedenle bana göre Marina ve Ulay, ayrılıklarının ardından, fiziksel uzaklık içine girmiş olsalar bile ruhsal yakınlık içinde kalmaya devam etmişler. Pek çok bitti denilen aşkın kendi paralel evrenlerinde aynı biçimde devam etmekte oluşu gibi..