hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    “Damla, kendini tamamlayınca damlar”

    05.08.2019 Pazartesi | 11:42Son Güncelleme:

    İnsanların da aynı, lezzetini tam anlamıyla verebilmesi için piştikten sonra bir müddet soğumaya bırakılması gereken bazı zeytinyağlı yemekler ve tatlılar gibi olduğunu düşünüyorum. Bazı konularda acele etmenin bir manası yok. Eğer beklemek gerekiyorsa beklemek gerekiyordur. Kural bu kadar basittir.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Ankara CerModern’deki ‘sanat ve tasarım’ sergisini anlatan kitapçıkta, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Mümtaz Demirkalp’ın sergiyi anlatmak üzere kaleme aldığı metninde Özdemir Asaf’ın, benim bu yazımın başlığı olarak kullandığım cümlesini okuyunca böyle düşündüm. Beklemenin tam olma bilinci için gerekli bir hal olduğunu. Bir şeyin tam olabilmesi için aynı,, hamurun aldığı kadar un gibi, aldığı kadar zaman alması gerektiğini. Çiçek ancak o zaman açıyor ve farkında mısınız çiçek hiçbir zaman yarım açmıyor. Artık açma zamanı geldiyse tam açıyor. 

    “Damla, kendini tamamlayınca damlar”

    Biz yetişkin görünümlü küçük çocuklarsa doğanın bu müthiş düzeninden bağımsız bir biçimde, beklemeyi çocukluğumuzdan bu yana sevmediğimiz için kargaşa çıkarıp, bağırıp, ağlamayı seviyoruz. Çünkü bize öyle öğretildi. Çünkü bizim toprağımıza su diye bu bilinç aktarıldı ve biz de ne yapalım bu bilinç doğru olmasa da alışmak durumunda kaldık. Bu alışma hali de ilginç bir durumdur düşününce. İnsan, belli bir yaşa gelmiş olan insanları çıplak bir gözle ve biraz dikkatle izlediğinde şunu görür. İnsanlar hayatlarındaki belli yaşanmışlıklarından sonra insanları etkilediklerini düşündükleri cümle ve davranış kalıplarını ezberlerler. Ardından da tanıştıkları her yeni insana bu ezberi yeni gibi aktarırlar. Her yeni gösteride aynı oyunu oynamak gibi. Alışmış oldukları seyirlik oyunlarında kendilerinden sıkılana kadar. Ama çoğu sıkılmaz. Çoğu doğaçlamaya başvurmaz. Çünkü alışılmış alkış alışılmış oyunun alışılmış repliklerini yer. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    “Damla, kendini tamamlayınca damlar”

    Ankara CerModern’de alışılmışın dışında ve aşırı derecede doğaçlamaya başvurmuş olan eserleri gördükçe açıkçası heyecanlandım. Çünkü koskocaman bir alanda ‘sanat ve tasarım’ konusuna giren onlarca eserin insanı bir fikirden diğerine hızla savurması çok da rastlanan bir durum değildir. Bazı ters köşe fikirler ve o fikirler sayesinde insanın hiç aklında yokken aklına giren bazı düşünceler de öyle. İşte kanımca sanat bu nedenle sanattır. İnsanı kendinden öte bir hale taşıyabildiği için.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bana göre Elif Baloğlu’nun ‘Gömlek Yakaları’ enstalasyonu bunlardan biriydi. Bir duvara asılmış dizi dizi yakalar sizi, kimlik ve kimliksizlik kavramları arasındaki bir boyuta taşıyordu. Erkek gömleği yakaları, asker yakaları, kadın gömleği yakaları, çocuk yakaları.. Bir bireyin belki de bu dünyaya geldiği ilk günden bu yana adının önüne - isteyerek veya istemeyerek - aldığı tüm kimlik tanımları. Yani çocuklukları, ergenlikleri, yeni yetme üniversitelilikleri ve ardından da iş hayatına yeni giren egosu yüksek beyaz yakalılıkları.. Ardından yıllardan sonra zar zor hakedilmiş bir masanın efendisi olmaya düşkün yöneticilikleri ve tabi anne ya da baba olan dünkü sevgililik halleri .En nihayetinde de döngünün son çeyreğinde, bir bakıcı yanında içinde bulunduğumuz yüzyılı tamamlamaya hazırlanan ve dünyadaki son gününü bekleyen büyük anne ve büyük babalıkları. 

    “Damla, kendini tamamlayınca damlar”

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Doğa inanılmaz bir düzenlilik içinde işliyor ve işleyecek de, biz her ne kadar gündelik yaşantımız içerisinde bu düzenlilikle ilgilenmesek de. Ve her birimize, hazır olduğumuz zaman sıradaki kimliği adımızın önüne ekleyecek, biz isteyip istemesek de. Ve her birimiz dönüşeceğiz bir vakit eleştirdiğimiz, beğenmediğimiz ya da uzaktan ‘ah ah vah vah’ dediklerimize ve anlayacağız kendimizin de herkese ve herşeye her an dönüşebilir durumda olduğumuzu. İşte Elif Baloğlu’nun ‘Gömlek Yakaları’ enstalasyonu bana tam olarak bunları düşündürdü. Hem insanın dünya üzerinde kalış süresi boyunca bir kimlikten diğerine geçiş düzeninin sekmezliğini, hem de bir insanın kendi içinde gerçekte kaç kişi olduğunu bilip bilmediğini. Artık robotlaşmış, kendi hayatını değil de başkalarının aşırı tanıdık ve bilindik hayatını yaşayan bir ‘tek kişi’ mi yoksa kendi yaşaması gereken hayatını tüm öğrenilmiş yanlışlara, çoğunluğa, dirençlere ve ‘olmaz’lara rağmen yaşayan, kendi iç sesine sadık ‘pek çok’ kişi mi? 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bence insanlığın artık farketmesi gereken şu; insan tek kişi falan değildir. Yalnızca toplumun ve belirli kuralların dayattığı bir tek kişi gibi görünmektedir. Aslında insan bu yaşama tek kişi olmaya gelmemiştir. Aslında içindeki kişilikleri ortaya çıkarmak için bu yaşama gelmiştir ve en büyük handikapı da düzene uymaya çalışırken kimliklerinin pek çoğunu yitirmesidir. O nedenle yaşam bize kimliklerimizi değiştirebileceğimiz olaylar yaşatır. O nedenle bazı kitaplar bizi sarsar. O nedenle bazı insanlar bizi dut yemiş bülbüle çevirir. O nedenle bazı filmlerden sonra dünya algımız tümüyle değişir. Çünkü kitaplar, insanlar ve filmler bana göre 3’e ayrılır. 

    “Damla, kendini tamamlayınca damlar”

    Bir; tüm ihtişamına rağmen hızla akıp giden bizde hiçbir iz bırakamayan teflon tava olan kitap, insan ve filmler. 

    İki; bazı cümlelerini ne yapıp edip not almak istediğiniz kitap, insan ve filmler. 

    Ve üç; varolanın üzerine yeni bir cümle kurduran kitaplar, insanlar ve filmler. Çünkü bizim, bize çarpan şeylerin bize yaşamın gerçekte ne olduğunu sorgulatmasına ve bizi andan dışarı çıkartmasına ihtiyacımız vardır. 

    İşte bana sorarsanız insan aslında tüm yaşamı boyunca yalnızca bunu arar. Çoğu zaman kendine bile yabancı olan, ancak dışarıdan son derece ihtişamlı görünen kendi kimliğinin altında saklanan diğer kimliklerini. O nedenle beklemek, vakti geldiğinde eskiyi bırakmak ve ezberden çıkarak doğaçlamaya geçmek bu arayışın sonuna ulaşabilmek için ihtiyacımız olan tek şeydir. Aksi takdirde herşey tekrardan ibaret olacaktır ve bilirsiniz bu hayatta tekrara giren herşey de başında mükemmel olmasına rağmen,  bir vakit sonra elinde olmadan silikleşir. 

    CerModern’in bu yaz için planladığı sergileri, bana göre yaşam ve zaman algınızı yeniden kurgularken içinde bulunduğumuz dünyanın bizden bağımsız gibi görünen ancak son derece bize olan bağlılığını bize yeniden gösteriyor. Ve sergiden çıkarken şunu düşünmenizi sağlıyor; 

    “Herşey bana bağlı, herşey benimle ilgili, herşey benim için ve o nedenle de ben kendimi nasıl görmek istiyorsam o olacağım ve dünya denilen, üzerinde doğup büyüdüğüm gezegen de ben neye izin verirsem ona dönüşecek.”