hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    Eğer "Robot" değilsen "Robot" olmadığını bana kanıtla

    11.05.2018 Cuma | 15:25Son Güncelleme:

    Nisan’ın ikinci haftasının bir öğleden sonrası. Paris. Champs-Élysées’nin hemen dibindeki Grand Palais’in önü. "Artists & Robots" Sergisi açılalı daha 1 hafta olduğu için haliyle Paris’lilerin yakın markajında. O yüzden devasa bir kuyrukta Paris’lilerle beraber sıramızı bekliyoruz. Beklerken de etrafı inceliyoruz. Kadınlar, çocuklar, 70’ini geçmiş belli ki hali vakti yerinde olan karı kocalar, güneşli bir hava ve her boydan oyuncak robotlar...

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Eğer Robot değilsen Robot olmadığını bana kanıtla


    Kapının hemen yanında devasa bir afiş duruyor. Tarihi bir sarayın önünde, o sarayın tarihi dokusuna tamamen zıt, benim 10 katım büyüklüğünde neon sarı patlak bir afiş. Hemen yanında da davetkar ama mesafeli dijital robotik bir surat. Sanki seni 2150’ye buyur ediyor. Neon afişte yazılı olan sergi ismini yeniden okuyor yeniden düşünmeye başlıyorum. Bir robot, bir sanatçı gibi sanat yaratabilir mi? Bir robotun sanat yaratabilip yaratamadığını görmek ister miyim? Bir makina veya robot, günün birinde bir sanatçının yerini gerçekten alabilir mi? Sanatçı robotlar ya da robot sanatçılar bize sıradışı nasıl bir sanat eseri yaratmış olabilirler?

    İçerdeyiz.

    Bir robot, bir sanatçının yerini alabilir mi?

    Jerome Neutres ve Laurence Bertrand Dorleac. "Artists & Robots" Sergisi’nin Küratörleri. Onlar da serginin genel hatları itibariyle tam da bu sorunun cevabını aramakta olduğunu söylüyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Robot Sophia evlilik teklifini reddetti

    Dünyanın ilk 'vatandaş' robotu

    Sanat başlığı altına girebilen tüm disiplinlerin burada görülebildiğini de ekleyerek, 1500 metrekarelik bir alanın içerisinde boydan boya 22 farklı milletten 40 sanatçının eserlerinin sergilendiğini öğreniyoruz. (Bu disiplinlerin arasına 1956 yılından günümüze uzanan ve robotik teknik üzerine 60 yıldan fazla sanatsal araştırmanın içerisinde olduğu fotoğraf, video, enstalasyon, heykel, resim, çizim, mimari ve tasarım giriyor.)

    Tabi bir yandan da eserlerin geçmişten günümüze geliş şekli var. Örneğin sergiyi “Makina Yaratımı”, “Programlanmış İşler” ve “Özgürlüğüne Kavuşan Robotlar” olmak üzere 3’e ayırmışlar. İlk bölüm haliyle daha çok ilk zamanlarından günümüze uzanan bir kayıt skalasından yararlanarak, robotların ilk olarak nereden geldiği ve ilk olarak nasıl yapıldığını anlatan bir bölüm. Bu bölüm sanırım benim en hızlı geçmek istediğim bölüm oldu çünkü bir çoğu robotlara ilişkin fazlaca aşina olduğumuz videolar, makinalar, robotik enstalasyonlardan oluşuyordu.

    İkinci bölüm ise sanırım en çok dikkatimi çeken ve zaman geçirdiğim bölümdü. Çünkü bu bölümde etkileşim ve deneyim unsuru çok fazla. Eserlerin önüne geldiğiniz vakit anlıyorsunuz ki sanat eseri evet bir eser ama o eserin eser olmasının ötesinde onunla beraber bir şeyler de yapabilirsiniz. Onu hareket ettirebilirsiniz ve o sanat eseri sizin istediğinize göre yapacağı işi de bir yandan yapmaya devam edebilir. Aynı zamanda da o an orda ilk kez deneyimlemekte olduğunuz yeni bir şey olduğu için de insanın çok kopmak istemeyebileceği bir alan. Çünkü etki tepki konusu var ve karşınızdaki etkileşime girdiğiniz robot her ne kadar canlı olmasa da canlı ve sizi önemsiyormuş gibi hissediyorsunuz.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Mesela siz bir mikrofona üfleyince devasa bir ekranda duran digital karahindiba çiçeğinin dijital tüylerini uçurabiliyor ve bu durumdan da aşırı mutlu olabiliyorsunuz. Ya da Avatar filminden hatırlayabileceğiniz o sevdiğimiz mavi ışıklı ormanın içindeki bitkiler gibi koca bitkilerin olduğu bir sinema ekranının önünde durup ellerinizi kollarınızı hareket ettirerek, o koskoca bitkilerin bedeninizin yaptığı harekete paralel bir hareket yapmasını sağlayabiliyorsunuz.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Tabi bu eserler bir anlamda etkileşim ve kullanıcı deneyiminin içinde olduğu eserler olarak da tanımlandığı için ister istemez ilk saniyesinden itibaren oyuna girmiş oluyorsunuz ve işte tam da bu yüzden özgün bir deneyim ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Çünkü hem fiziksel hem de duygusal bir etkileşim hali sizi üç boyutlu bir gerçekliğin içinde sanat eserinden daha çok sanat eseriymişsiniz gibi hissettiriyor.

    Üçüncü kısım ise bana göre serginin en tuhaf hissettiren bölümü çünkü bu bölümde ORLAN ve Murakami var. (Bu sırada Sergi Küratörlerinden Laurence Bertrand Dorleac’ın serginin bu bölümü ile ilgili olarak ‘en tedirgin eden, belki rahatsızlık veren ve can sıkan bölümü olabilir’ şeklinde bir söylemi var.) ORLAN ve Murakami insan biçiminde tasarlanmış iki robot. Daha doğrusu iki android ve tuhaflıkları da insan bedeninden yola çıkarak miktarı çoğaltılmış beden organlarına ya da başkalaştırılmış bedenlere belli kavramlar dahilinde sahip androidler oluşları.

    Sergi genel anlamda bu androidlerle ilgili oldukça güzel bir çıkarım da yapıyor. Mesela Murakami’nin yüzüne baktığınızda, bir yüzün ortadan ikiye yarılarak ortaya aynı yüzden bir tane daha çıkardığını görüyorsunuz. Yani sanki portakalı soyunca içinden portakal içi çıkmıyor da bir portakal daha çıkıyor gibi bir durum söz konusu. Dolayısıyla Murakami konusunda ortada gizli olan kişiliğin ortaya çıkışı gibi bir kavram kurgusu var. Daha doğrusu görünürde olan kişiliğin ekarte edilerek, ikinci gizli kişiliğin ortaya çıkışı ve kendini görünür kılışı ile yüzleşiyorsunuz.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow


    İnsanlık “yapay zeka”dan sonra “yapay hayal gücü” ile de karşı karşıya olabilir mi?

    ORLAN ise gözlüklü, biraz yaşı olan çılgın babanne görünümlü kafası olan ancak bedeni olmayan daha doğrusu bedeni olan ancak insan gibi bir bedeni olmayan bir android. Yani mitolojiden bildiğimiz sentor’ların at yerine robottan olan versiyonu gibi. Sonuçta ORLAN biraz sıradışı olmalı çünkü tavrı ve tarzı nedeniyle biraz sahne hatunu gibi bir profil çiziyor. Sürekli onu izleyenlere, ortalığa laf atıyor ve o laf attıkça da arkasında duran ekranlarda bazı sorular beliriyor. Bu sorular da tahmin edebileceğiniz üzere durduk yerde insana yeniden bu dünyadaki varlığını ve varlığının ilelebetliğini sorgulatmaya iten cinsten sorular. Mesela sorulardan biri şu:

    “Ölmek istiyor musun?”

    Şimdi sen tabi elin android ORLAN’ına "Kim ister? Ölmeyi kim ister?" diyemiyorsun. "Var mı bir bildiğin ORLAN teyze, var mıdır bir reçete?" diye de soramıyorsun. "Bir anlamda ölüme meydan okuyarak ölümsüzlüğün de ötesine geçiyor olmak konusunda ne yapıyoruz şimdi?" gibisinden akla gelen derin soruların üzerinde durmadan, androidlerle son derece çıplak bir karşılaşmanın yaşandığı o son bölümden sonra kafanda deli sorularla sergiden çıkıp gidiyorsun.

    I am not a robot / Ben robot değilim

    Trafik polisçiliği oynamak isteyen websitelerinin size ehliyetiniz var mı tadında sorduğu ve karman çorman harflerden kurulu kelimecikleri yazmanızı istediği "Robot musun?" sorusunun cevabına hayır deyişinizle, robot olma algısını kırabildiğiniz o tuhaf halin ifadesi. "Ben robot değilim." Aslında belki de bir tık derinlemesine bakıldığında şimdilerde dünyanın en önemli sorusunu soruyor belki de bizlere.

    Bir makalede bu sergi için Deirdre Loughridge’in bilgisayarların yükselişine ilişkin yazdığı bir hikayeye referansta bulunarak, bilgisayarlar ve algoritmalar üzerine şöyle bir yorumda bulunulmuş: “Henüz hiçbir algoritma özgün bir sanat eseri yaratabilir durumda değil, ancak zamanla, bir server çiftliği içerisinde bir Van Gogh’umuz hatta belki de milyonlarca Van Gogh’umuz olacak olabilir.”

    Olabilir çünkü şu an etrafa bakıldığında bir anlamda zaten herkes robot gibi. Çünkü herkes bir yerden sonra robotların tek bir yardım dahi almaksızın yapabileceği şeyleri dünyanın en önemli işiymiş gibi yaparak kendinde olan farklılığı görmek konusunda gün geçtikçe körleşir bir durumda. Dolayısıyla da içerden geleni duyamaz, anlayamaz ve var olan bir şeyi başka bir şeye dönüştürmeyi isteyemez ve nihayetinde de hiçbir şey yaratamaz bir haldeyiz.

    O zaman ne gerek? Neyin farklı bulman ve göstermen gerek. Senin neyin diğerlerinden farklı ise onu bulman ve kullanman gerek. Dönüşüme sokman gerek. Farkını piyasaya çıkarman gerek.

    Jerome Neutres sergi hakkında son olarak ne dersiniz sorusuna şu yanıtı veriyor:

    “Artık biliyoruz ki hayatlarımızda "yapay zeka" denilen bir şey var. Peki ya ‘yapay zeka’ gibi ‘yapay hayal gücü’ diye de bir şey var mı?” Yorum sizin. Hayal gücü bizde mi onlarda mı? Bu konuda kim kimden daha üstün? Sergi için son tarih 9 Temmuz. Yolunuz düşerse demiyorum. Önümüz yaz, düşürün yolunuzu. Paris’te sıcak bir öğleden sonrası robotlarla canlı canlı bir yüzleşin, insan oluşunuzu bambaşka açılardan yeniden bir tartıp biçin, sebebiniz de sanat olsun.