

Günümüz dünyasının yaşlanmamak için ne yapacaklarını şaşırmış durumda olan, iki beyaz saçtan korkan, yaşanmışlığın göz çevresine kattığı derinlikten kaçacak delik arayan, mükemmel düşkünü adam ve kadınlarının üzerinde hiç durulmadı.
Onun yerine selülite vurgu yapıldı. Barbie’nin mükemmelliği bozulunca yere tam basan ayakları, gözünden akan inci göz yaşları ve de ‘bu dünyanın bir sonu olmalı’ diyen ölüm sorgusu her şeyi gölgede bıraktı.
Ama yine de filmin, 1959'dan bu yana dünya pazarında kendine oldukça sağlam bir yer edinmiş mükemmel Barbie rolünün altında tüm dünyaya uyanış çağrısında bulunması çok hoştu. Matrix filminin fazla geldiği pembe dünya insanlarına bir de bu yolla ‘uyanış ve bir dünyadan diğer dünyaya geçiş’ konusunu anlatmaya çalıştığını görmek ise çok anlamlıydı. Her ne kadar adını Yunan mitolojisindeki uyku tanrısı Hypnos’un oğlu, insanların rüyalarına girebilme yetkisine sahip düşler Tanrısı Morpheus’tan alan Matrix’teki Morpheus’un yerini ‘Tuhaf Barbie’ (Kate McKinnon) tutamamış olsa da, yine de Barbie’yi ‘Rüya Evi’nden gerçek dünyaya gitmeye ne yapıp edip ikna edişini izlemek çok güzeldi. Nasıl ki Morpheus Matrix’te bir elinde mavi bir elinde de kırmızı hap tutuyorsa ve de ‘Neo seçim senin’ diyorsa burada da ‘Tuhaf Barbie’, Barbie’nin dilinden anlayacak şeylerle Barbie’nin seçim yapmasını istiyordu. Bir elinde topuklu ayakkabı bir elinde de Birkenstock terlik tutarak Barbie de Neo gibi beyaz tavşanı takip etmeye hazır mı şöyle bir yokluyordu. Ancak Barbie o plastik dünyasının parçalanmasına müsaade etmeyerek, yalanlarla dolu sahte ancak mükemmel hayatı seçince, Morpheus’un Matrix’te olduğu gibi ‘seçim senin’ demek yerinde ‘hayır yanlış seçtin, bir daha düşün ve Birkenstock’u seç’ diye Barbie’ye kopya veriyordu. Barbie de ne yapsın, mecbur kaldığı için Birkenstock’u seçiyordu.
Filmin buradan sonrası ise Barbie’nin tam anlamıyla gerçeklerle yüzleştiği, bildiği dünyanın gerçek dünyadan epey farklı bir dünya olduğunu anladığı rüya aleminden çıkışı ile devam ediyordu. Kendisinin ‘Standart Barbie’nin ötesindeki kimliğini öğrenmeye çalışıyordu. E tabi bu arayış sürecinde de biraz kalbi kırılıyor, hayal kırıklığı yaşıyor, depresyona giriyordu.
Filmin yönetmenliğini üstlenen Greta Gerwig, her ne kadar filmde Barbie’yi hayatın anlamını bulmaya çalışan bir oyuncak bebek olarak anlatmaya çalışmış olsa da ben de birçok eleştirmen gibi filmin senaryo aşamasında bekleneni izleyicisine veremediğini düşündüm filmi izlerken. Gerçekten de başrollerinde Margot Robbie ve Ryan Gosling ile birlikte Michael Cera, Simu Liu, Dua Lipa ve John Cena gibi isimlerin yer aldığı, güçlü oyuncu kadrosu ve de görsel tasarımıyla oldukça dikkat çeken, muhakkak izlenmesi gereken bir film ancak bana göre ‘Rüya Evi’ndeki hayata ayak uyduramadığı için evinden ayrılması gereken Barbie’nin, plastik cennetin dışındaki zorlu hayatla ilk defa tanışması sanki biraz daha farklı verilebilirdi.
Çünkü gerçekten de dünyamızda artık Matrix’te Morpheus’un Neo’ya söylediği ‘seçim senin’ dönemi geride kaldı. Artık uyanış dalgası sen istesen de istemesen de seni gerçeklerle yüzleştirmek için var gücüyle dört bir yandan üstüne üstüne geliyor. İnsanlık artık dünyanın öyle bir çağına tanıklık etmeye başladı çünkü değişim aynı bu filmdeki Barbie’nin yaşadığı ‘ölüm sorgusu’ gibi insanın içinden bir yerlerden geliyor ve geldikçe de mükemmel denilen şey biçim değiştirmeye başlıyor.
Kendini var etme, anlama, çözme ve dünyayı değiştirme zamanı çoktan geldi çattı. Hatta bu çağrıyı erken alanlar çoktan süper kahraman kostümlerini giyip uyanış seferine bile başladı. Geri kalanlar ise tabiri caizse bugünlerde kendini parçalıyor. Filmlerle, kitaplarla, söyleşilerle, çeşit çeşit araçlarla ‘hadi !’ diyor ‘kendine gel ve uyan artık. Sen bu dünyaya mükemmel görünümlü bir hayatta mutlu olmayı deneyimlemek için gelmedin. Gerçek olmak, istediğin hayatı istediğin şekilde yaratabileceğini görebilmek, gösterebilmek ve de mukayeseli üstünlüğe sahip olduğun özelliklerini ortalığa çıkarabilmek için geldin. Sen mükemmeli değil aslında gerçekliği arıyorsun, kendine gel. Barbie’cilik yapma, Barbie rolü oynama, çünkü gerçek hayat bu değil..’
Ama tabii ki filmde de olduğu gibi Barbie dünyasının, o pembe ve mükemmel dünyanın insanları bu uyanış laflarına kolay kanar mı? Hemen kanmıyorlar. Neden bozsunlar konforlarını? Ancak ‘mükemmeli ara’ diyen kandırmacı bilincin kendi bilinçleri olmadığını fark etmeleri lazım. O bilincin aslında telefonların standart programı gibi telefona (kendilerine) ilk yüklenen program olduğunu anlamaları lazım. Birilerinin onlara ‘fabrikadan çıktığı haliyle kullanıyorsun o telefonu, haberin yok. Ne arka fonunu, ne melodisini değiştiriyorsun ne de sana o telefon içinde sunulan sonsuz ve sınırsız dünyayı kişiselleştirmekle uğraşıyorsun. Onun yerine o telefonu sana verildiği gibi kullanıyor sadece kılıfını değiştiriyorsun. Renkli kılıflar takarak da o telefonun mükemmel olduğunu zannediyorsun. Öyle olduğunu düşünmeye çalışıyorsun. Oysa bu senin değil o kılıfları satan şirketlerin sahiplerinin istediği şey. Sürekli onları zengin ediyor ve de senin üzerinden para kazanarak o sonsuz dünyada yaşamalarına yardımcı olduğunu fark etmiyor musun? Oysa gerçekte kim olduğunu arasan, sen busun diyenlere sadece onların sana baktıklarında gördükleri kişi olmadığını gösterebilsen o zaman anlayacaksın dünyanın tümü sandığın o Barbie dünyasının aslında gerçekte dünyanın sadece miniminnacık bir kısmı olduğunu..’
İşte bu nedenle bu filmde standart Barbie ana karakter ve de iş başında. O yolu açacak ki herkes peşinden gelebilsin. Herkesin kolay kolay yapamayacağını yapmalı ki bu sayede o şeyin kolay olmasa da yapılabileceğini gösterebilsin. Gerisi tabii ki de her zaman olduğu gibi diğer insanlara bağlı. Bu hayatta ya tekrarlardan ibaret mükemmel görünümlü o sihirsiz hayatı uyku modunda yaşamaya ve de her geçen gün sihrini yitirmeye devam edeceksin ya da bilinmezliklerle dolu ancak yepyeni, macera dolu, deneyime açık, sürprizli, zaman zaman konforsuz ancak eskisinden çok daha gerçek olan o hayatın peşinden gideceksin. Biri sana kendini buldururken diğeri seni kendinden uzaklaştıracak. Birinde bildiğin mükemmel görünümlü sahte dünya paramparça olurken diğerinde o güne kadar sende var olduğunu bile bilmediğin hakiki parçalar açığa çıkacak. Yani kimse kimseye gül bahçesi vaat etmiyor ancak o bahçenin gerçekliğinden herkes yüzde yüz emin olabilir. Oklar sürekli olarak her şeyi para, kıyafet, mükemmel görünüm olarak gösteriyor olsa da gerçekte dünya öyle bir yer değil.
Yani gerçek hayatı istiyorsan Barbie, önce seni mükemmel gösteren süslerden seni birazcık uzaklaştırmamız lazım. Zamanı durdurmak istiyorsan biliyorsun bunu bedeninle yapamazsın. Ancak bu dünyaya adını altın harflerle kazıyacak işlerin peşinde koşacaksın ki tüm zamanlar seni hatırlasın.
Uzun lafın kısası bana göre film insanın ne kadar mükemmel görünmeye çalışırsa aslında bir o kadar mükemmel olmadığını kanıtladığını çıkarmış ortaya. Barbie dünyasında her şey ne kadar materyal, gösteriş, havaysa geçiş yaptığı gerçek hayat da bir o kadar hiçbir şeyin mükemmel olmadığı, anlamı aramaya başladığı, kim olduğundan ziyade kim olmadığını anladığı boyut.
Filmin reklam kampanyası ise bana göre şu an için filmin önüne geçmiş durumda. Hani bazı insanlar resim yapma fikrinden daha ziyade ressam olma fikrini sever ya aynı öyle. Sanki film, Dünya çapında yediden yetmişe herkesi içine almış olan bu kampanya için çekilmiş gibi ve bu durum bir yerden sonra da rahatsız etme noktasına kadar getirebiliyor insanı. Açıkçası geçtiğimiz hafta başı filmin basın önizlemesine gittiğim günlerde Barbie'yi canlandıran Margot Robbie’nin film galalarında Barbie bebek kostümleriyle birebir olarak dikilmiş kıyafetler giymesi ve de filmi bu şekilde tanıtması tatlı görünüyordu ama şimdi başta influencer’lar olmak üzere herkesin bu pembe dünyanın bir parçası olmak için kendini parçalaması fikrimi değiştirdi.
Bu sırada unutmadan Margot Robbie’nin İngiltere'deki galada giymiş olduğu Türk tasarımcı Dilara Fındıkoğlu'nun tasarladığı kırmızı elbise, göğsümüzü kabartan bir durum. Bu elbise çok beğenilmiş ve de çok konuşulmuş. Mattel’in 2015’ten bu yana Dünya çapında sınırları aşan başarılı kadın modellerinin bebeklerini ürettiği ‘Shero’ programında iki Türk kadınının bebeği olması ise zaten önceki yıllarda göğsümüzü kabartmıştı. ‘Windsörfçü Çağla Kubat Barbie’ 2018 yılından itibaren bu seride yer alırken, ‘Oyuncu ve senarist Gülse Birsel Barbie’ 2019 yılından itibaren artık kıvrımlarıyla değil mesleği ve hayata duruşuyla ön planda olmak isteyen az sayıdaki Barbie’ler arasında yerini almıştı.
Barbie filmi ile ilgili aklınızda olması iyi olabilecek önemli notlar ise şöyle:
Barbie Diyarı sahnelerinin tamamı Warner Bros. Leavesden Stüdyoları’ndaki platolarda çekilmiş. Barbie ve Ken, Los Angeles’a varana kadar doğal güneş ışığı görememiş. Hatta bu çekimler sırasında güneşli plaj sahnelerini çekerken dışarıda kar fırtınası varmış. Greta Gerwig gerçekçi yapay hissi yaratmak konusunda ‘The Truman Show’un yönetmeni Peter Weir’e bazı sorular sormuş. Filmdeki dans sahnesinde koreograf Jennifer White, Greta Gerwig’in en sevdiği filmlerden biri olan Busby Berkeley’nin ‘Gold Diggers’ filminden belirli dans unsurlarını bilinçli olarak dans sahnelerine dahil etmiş. Los Angeles’teki sahnede ise Gerwig, Jon Voight’un ‘Geceyarısı Kovboy’u filminde New York’ta yürüdüğü ve apaçık bir şekilde oraya ait olmadığı sekansı referans almış. Ken’ler için 30’dan fazla el yapımı hobi atı üretilmiş. Margot Robbie hiçbir sahnede dublör kullanmamış, kendi dublörlüğünü kendi yapmış. Hatta 7.6 metreden yüksek olan Rüya evinden aşağı atlamak da buna dahilmiş.
Türkiye dağıtımını TME films’in üstlendiği, geçtiğimiz Cuma günü vizyona giren ve de bu yazın en iddialı filmlerinden biri olarak gösterilen Barbie filmini kaçırmayın.
Günümüz dünyasının yaşlanmamak için ne yapacaklarını şaşırmış durumda olan, iki beyaz saçtan korkan, yaşanmışlığın göz çevresine kattığı derinlikten kaçacak delik arayan, mükemmel düşkünü adam ve kadınlarının üzerinde hiç durulmadı.
Onun yerine selülite vurgu yapıldı. Barbie’nin mükemmelliği bozulunca yere tam basan ayakları, gözünden akan inci göz yaşları ve de ‘bu dünyanın bir sonu olmalı’ diyen ölüm sorgusu her şeyi gölgede bıraktı.
Ama yine de filmin, 1959'dan bu yana dünya pazarında kendine oldukça sağlam bir yer edinmiş mükemmel Barbie rolünün altında tüm dünyaya uyanış çağrısında bulunması çok hoştu. Matrix filminin fazla geldiği pembe dünya insanlarına bir de bu yolla ‘uyanış ve bir dünyadan diğer dünyaya geçiş’ konusunu anlatmaya çalıştığını görmek ise çok anlamlıydı. Her ne kadar adını Yunan mitolojisindeki uyku tanrısı Hypnos’un oğlu, insanların rüyalarına girebilme yetkisine sahip düşler Tanrısı Morpheus’tan alan Matrix’teki Morpheus’un yerini ‘Tuhaf Barbie’ (Kate McKinnon) tutamamış olsa da, yine de Barbie’yi ‘Rüya Evi’nden gerçek dünyaya gitmeye ne yapıp edip ikna edişini izlemek çok güzeldi. Nasıl ki Morpheus Matrix’te bir elinde mavi bir elinde de kırmızı hap tutuyorsa ve de ‘Neo seçim senin’ diyorsa burada da ‘Tuhaf Barbie’, Barbie’nin dilinden anlayacak şeylerle Barbie’nin seçim yapmasını istiyordu. Bir elinde topuklu ayakkabı bir elinde de Birkenstock terlik tutarak Barbie de Neo gibi beyaz tavşanı takip etmeye hazır mı şöyle bir yokluyordu. Ancak Barbie o plastik dünyasının parçalanmasına müsaade etmeyerek, yalanlarla dolu sahte ancak mükemmel hayatı seçince, Morpheus’un Matrix’te olduğu gibi ‘seçim senin’ demek yerinde ‘hayır yanlış seçtin, bir daha düşün ve Birkenstock’u seç’ diye Barbie’ye kopya veriyordu. Barbie de ne yapsın, mecbur kaldığı için Birkenstock’u seçiyordu.
Filmin buradan sonrası ise Barbie’nin tam anlamıyla gerçeklerle yüzleştiği, bildiği dünyanın gerçek dünyadan epey farklı bir dünya olduğunu anladığı rüya aleminden çıkışı ile devam ediyordu. Kendisinin ‘Standart Barbie’nin ötesindeki kimliğini öğrenmeye çalışıyordu. E tabi bu arayış sürecinde de biraz kalbi kırılıyor, hayal kırıklığı yaşıyor, depresyona giriyordu.
Filmin yönetmenliğini üstlenen Greta Gerwig, her ne kadar filmde Barbie’yi hayatın anlamını bulmaya çalışan bir oyuncak bebek olarak anlatmaya çalışmış olsa da ben de birçok eleştirmen gibi filmin senaryo aşamasında bekleneni izleyicisine veremediğini düşündüm filmi izlerken. Gerçekten de başrollerinde Margot Robbie ve Ryan Gosling ile birlikte Michael Cera, Simu Liu, Dua Lipa ve John Cena gibi isimlerin yer aldığı, güçlü oyuncu kadrosu ve de görsel tasarımıyla oldukça dikkat çeken, muhakkak izlenmesi gereken bir film ancak bana göre ‘Rüya Evi’ndeki hayata ayak uyduramadığı için evinden ayrılması gereken Barbie’nin, plastik cennetin dışındaki zorlu hayatla ilk defa tanışması sanki biraz daha farklı verilebilirdi.
Çünkü gerçekten de dünyamızda artık Matrix’te Morpheus’un Neo’ya söylediği ‘seçim senin’ dönemi geride kaldı. Artık uyanış dalgası sen istesen de istemesen de seni gerçeklerle yüzleştirmek için var gücüyle dört bir yandan üstüne üstüne geliyor. İnsanlık artık dünyanın öyle bir çağına tanıklık etmeye başladı çünkü değişim aynı bu filmdeki Barbie’nin yaşadığı ‘ölüm sorgusu’ gibi insanın içinden bir yerlerden geliyor ve geldikçe de mükemmel denilen şey biçim değiştirmeye başlıyor.
Kendini var etme, anlama, çözme ve dünyayı değiştirme zamanı çoktan geldi çattı. Hatta bu çağrıyı erken alanlar çoktan süper kahraman kostümlerini giyip uyanış seferine bile başladı. Geri kalanlar ise tabiri caizse bugünlerde kendini parçalıyor. Filmlerle, kitaplarla, söyleşilerle, çeşit çeşit araçlarla ‘hadi !’ diyor ‘kendine gel ve uyan artık. Sen bu dünyaya mükemmel görünümlü bir hayatta mutlu olmayı deneyimlemek için gelmedin. Gerçek olmak, istediğin hayatı istediğin şekilde yaratabileceğini görebilmek, gösterebilmek ve de mukayeseli üstünlüğe sahip olduğun özelliklerini ortalığa çıkarabilmek için geldin. Sen mükemmeli değil aslında gerçekliği arıyorsun, kendine gel. Barbie’cilik yapma, Barbie rolü oynama, çünkü gerçek hayat bu değil..’
Ama tabii ki filmde de olduğu gibi Barbie dünyasının, o pembe ve mükemmel dünyanın insanları bu uyanış laflarına kolay kanar mı? Hemen kanmıyorlar. Neden bozsunlar konforlarını? Ancak ‘mükemmeli ara’ diyen kandırmacı bilincin kendi bilinçleri olmadığını fark etmeleri lazım. O bilincin aslında telefonların standart programı gibi telefona (kendilerine) ilk yüklenen program olduğunu anlamaları lazım. Birilerinin onlara ‘fabrikadan çıktığı haliyle kullanıyorsun o telefonu, haberin yok. Ne arka fonunu, ne melodisini değiştiriyorsun ne de sana o telefon içinde sunulan sonsuz ve sınırsız dünyayı kişiselleştirmekle uğraşıyorsun. Onun yerine o telefonu sana verildiği gibi kullanıyor sadece kılıfını değiştiriyorsun. Renkli kılıflar takarak da o telefonun mükemmel olduğunu zannediyorsun. Öyle olduğunu düşünmeye çalışıyorsun. Oysa bu senin değil o kılıfları satan şirketlerin sahiplerinin istediği şey. Sürekli onları zengin ediyor ve de senin üzerinden para kazanarak o sonsuz dünyada yaşamalarına yardımcı olduğunu fark etmiyor musun? Oysa gerçekte kim olduğunu arasan, sen busun diyenlere sadece onların sana baktıklarında gördükleri kişi olmadığını gösterebilsen o zaman anlayacaksın dünyanın tümü sandığın o Barbie dünyasının aslında gerçekte dünyanın sadece miniminnacık bir kısmı olduğunu..’
İşte bu nedenle bu filmde standart Barbie ana karakter ve de iş başında. O yolu açacak ki herkes peşinden gelebilsin. Herkesin kolay kolay yapamayacağını yapmalı ki bu sayede o şeyin kolay olmasa da yapılabileceğini gösterebilsin. Gerisi tabii ki de her zaman olduğu gibi diğer insanlara bağlı. Bu hayatta ya tekrarlardan ibaret mükemmel görünümlü o sihirsiz hayatı uyku modunda yaşamaya ve de her geçen gün sihrini yitirmeye devam edeceksin ya da bilinmezliklerle dolu ancak yepyeni, macera dolu, deneyime açık, sürprizli, zaman zaman konforsuz ancak eskisinden çok daha gerçek olan o hayatın peşinden gideceksin. Biri sana kendini buldururken diğeri seni kendinden uzaklaştıracak. Birinde bildiğin mükemmel görünümlü sahte dünya paramparça olurken diğerinde o güne kadar sende var olduğunu bile bilmediğin hakiki parçalar açığa çıkacak. Yani kimse kimseye gül bahçesi vaat etmiyor ancak o bahçenin gerçekliğinden herkes yüzde yüz emin olabilir. Oklar sürekli olarak her şeyi para, kıyafet, mükemmel görünüm olarak gösteriyor olsa da gerçekte dünya öyle bir yer değil.
Yani gerçek hayatı istiyorsan Barbie, önce seni mükemmel gösteren süslerden seni birazcık uzaklaştırmamız lazım. Zamanı durdurmak istiyorsan biliyorsun bunu bedeninle yapamazsın. Ancak bu dünyaya adını altın harflerle kazıyacak işlerin peşinde koşacaksın ki tüm zamanlar seni hatırlasın.
Uzun lafın kısası bana göre film insanın ne kadar mükemmel görünmeye çalışırsa aslında bir o kadar mükemmel olmadığını kanıtladığını çıkarmış ortaya. Barbie dünyasında her şey ne kadar materyal, gösteriş, havaysa geçiş yaptığı gerçek hayat da bir o kadar hiçbir şeyin mükemmel olmadığı, anlamı aramaya başladığı, kim olduğundan ziyade kim olmadığını anladığı boyut.
Filmin reklam kampanyası ise bana göre şu an için filmin önüne geçmiş durumda. Hani bazı insanlar resim yapma fikrinden daha ziyade ressam olma fikrini sever ya aynı öyle. Sanki film, Dünya çapında yediden yetmişe herkesi içine almış olan bu kampanya için çekilmiş gibi ve bu durum bir yerden sonra da rahatsız etme noktasına kadar getirebiliyor insanı. Açıkçası geçtiğimiz hafta başı filmin basın önizlemesine gittiğim günlerde Barbie'yi canlandıran Margot Robbie’nin film galalarında Barbie bebek kostümleriyle birebir olarak dikilmiş kıyafetler giymesi ve de filmi bu şekilde tanıtması tatlı görünüyordu ama şimdi başta influencer’lar olmak üzere herkesin bu pembe dünyanın bir parçası olmak için kendini parçalaması fikrimi değiştirdi.
Bu sırada unutmadan Margot Robbie’nin İngiltere'deki galada giymiş olduğu Türk tasarımcı Dilara Fındıkoğlu'nun tasarladığı kırmızı elbise, göğsümüzü kabartan bir durum. Bu elbise çok beğenilmiş ve de çok konuşulmuş. Mattel’in 2015’ten bu yana Dünya çapında sınırları aşan başarılı kadın modellerinin bebeklerini ürettiği ‘Shero’ programında iki Türk kadınının bebeği olması ise zaten önceki yıllarda göğsümüzü kabartmıştı. ‘Windsörfçü Çağla Kubat Barbie’ 2018 yılından itibaren bu seride yer alırken, ‘Oyuncu ve senarist Gülse Birsel Barbie’ 2019 yılından itibaren artık kıvrımlarıyla değil mesleği ve hayata duruşuyla ön planda olmak isteyen az sayıdaki Barbie’ler arasında yerini almıştı.
Barbie filmi ile ilgili aklınızda olması iyi olabilecek önemli notlar ise şöyle:
Barbie Diyarı sahnelerinin tamamı Warner Bros. Leavesden Stüdyoları’ndaki platolarda çekilmiş. Barbie ve Ken, Los Angeles’a varana kadar doğal güneş ışığı görememiş. Hatta bu çekimler sırasında güneşli plaj sahnelerini çekerken dışarıda kar fırtınası varmış. Greta Gerwig gerçekçi yapay hissi yaratmak konusunda ‘The Truman Show’un yönetmeni Peter Weir’e bazı sorular sormuş. Filmdeki dans sahnesinde koreograf Jennifer White, Greta Gerwig’in en sevdiği filmlerden biri olan Busby Berkeley’nin ‘Gold Diggers’ filminden belirli dans unsurlarını bilinçli olarak dans sahnelerine dahil etmiş. Los Angeles’teki sahnede ise Gerwig, Jon Voight’un ‘Geceyarısı Kovboy’u filminde New York’ta yürüdüğü ve apaçık bir şekilde oraya ait olmadığı sekansı referans almış. Ken’ler için 30’dan fazla el yapımı hobi atı üretilmiş. Margot Robbie hiçbir sahnede dublör kullanmamış, kendi dublörlüğünü kendi yapmış. Hatta 7.6 metreden yüksek olan Rüya evinden aşağı atlamak da buna dahilmiş.
Türkiye dağıtımını TME films’in üstlendiği, geçtiğimiz Cuma günü vizyona giren ve de bu yazın en iddialı filmlerinden biri olarak gösterilen Barbie filmini kaçırmayın.