hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    Kalbin kimin avuçlarında atıyor?

    27.08.2019 Salı | 15:32Son Güncelleme:

    Bu yıl 15’incisi düzenlenen Bodrum Müzik Festivali’nin ilk gecesine tabi ki de sevgili Fazıl Say’ın etkileyici açılışının ardından, Bilkent Senfoni Orkestrasını yöneten yarı Türk yarı İtalyan Nil Venditti’nin sempatikliği damga vurdu. Çünkü Nil, Fazıl’ın ilk yarıdaki konserini tamamladıktan sonra 4000 kişilik konser alanına sırtını dönerek konserin ikinci yarısına devam etmek yerine, mikrofonu eline aldı ve ‘kusura bakmayın ama benim Türkçem biraz kırıktır’ diyerek sözlerine başladı.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Türkçe’yi hafif aksanlı konuşmasına rağmen ısrarla Türkçe’yi konuşmak istemesi de haliyle onu daha sempatik ve saygıdeğer kıldı. Ardından da az sonra dinleyeceğimiz konçertonun hiç beklemediğimiz ancak bizim müziğin içine daha da girmemizi sağlayacak olan hikayesini bize sade ve basit bir biçimde, yani tam olarak anlayacağımız bir dille anlattı. Sonra da arkasını dönüp konseri, saçındaki renkli iğne oyalarıyla süslü tokasını sallayarak, enerjik bir biçimde başlattı. Hal böyle olunca da Nil, bir anda gecenin temposunu dört nala kaldırmış oldu. Çünkü binlerce insanın karşısında son derece samimi, son derece egodan uzak ve son derece kendi oldu. Biz normalde Türk halkı olarak bu tip konserlerde genelde orkestra şeflerinin halka doğru yaptığı bu türden konuşmalara ve tabi böylesi enerjik, doğal genç kadın orkestra şeflerine pek alışkın değilizdir. O nedenle Nil, ilk gece kelimenin tam anlamıyla hepimizin kalbini fethetti.

    Dolayısıyla da konser bitiminde kendimizi Fazıl’ın “Yüzyılın en iyi şeflerinden biri olacak” dediği Nil’in, Türkiye’den İtalya’ya, Portekiz’den Slovenya’ya uzanan ‘orkestra şefliği’ başarı grafik eğrisini incelerken bulduk. Bu nedenle de geceyi, Nil’in 2015 yılında İtalyan ulusal “Claudiao Abbado” orkestra şeflik yarışmasında birincilik ödülü, 2017 Bükreş uluslararası “Jeunesses Musicales” orkestra şeflik yarışmasında ikincilik ödülü ve George Enescu Filarmoni Orkestrası özel ödülü gibi ödüllere sahip olduğunu ve İtalya’da birçok dergi tarafından en genç kadın şef ünvanı almış olduğunu öğrenerek ve haliyle de Türk oluşumuzdan dolayı kendisiyle gurur duyarak kapatmış olduk.

    Kalbin kimin avuçlarında atıyor

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

     Ertesi gün sabah konserlerinde ise bir hanımefendi ile tanıştım. Köpeği ile beraber konserin olduğu parkta oturuyordu. Ben onlara bakıp gülümseyince bana; “Biri ona tekme atmasaydı yola fırlamayacaktı, yola fırlamasaydı da o arabanın sürücüsü onu görmeyecekti, onu görmediği için de onun bir fotoğrafını çekip Facebook’a koymayacaktı ve böylece ben de onu görüp alamayacaktım.” dedi iki patisini kucağına koymuş, iri gözleri ile kendisine bakan kırmızı kovboy fularlı köpeğin sahibi hanımefendi. Hanımefendiye döndüm ve “İşte herşey o nedenle son derece birbiri ile bağlantılı ve o nedenle de herşey birbirinin oluşumu için son derece gerekli.” dedim ve şöyle devam ettim; “Çünkü bir şeylerin, bu dünyanın bizi daha da çok kendimize döndürüp, kendi yaratımımıza dahil edebilmesi için önce kalbimize değmesi gerek..” 

    Akşamına ise 15’nci Bodrum Müzik Festivali’nin ikinci akşam konserlerindeydik. Muntazam biçimde dizilmiş bir asker taburunu anımsatan 3000 kişilik bir konser alanında, milim oynamadan bizim için ayrılmış beyaz koltuklarda oturmuş Fazıl’ın ‘Umut’ prömiyerini bekliyorduk. Şef İbrahim Yazıcı, Bilkent Senfoni Orkestrası’na ‘başla’ direktifini vermeden önce cebinden katlanmış beyaz minik kare bir kağıt çıkarttı ve Fazıl’ın ‘Umut’una ilişkin olarak, dünyada yakın geçmişte yaşadığımız ve insan olduğumuz için de hep beraber tanık olduğumuz, umutların kırıldığı anları bizimle paylaştı. Ardından da D-Marin’in dev konser alanında hüküm süren sessizlik birden İspanyol Çellist Pablo Ferrandez’in çellosunun keskin çığlığıyla yırtıldı. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

     Kalbin kimin avuçlarında atıyor

    Senfoniyi ilk kez dinleyişim, bana bakir bir denize ilk ben giriyormuşum gibi hissettirdi. 3000 küsur kişi 40 dakikalık klasik senfoni formunda dört bölümden oluşmuş olan eseri dinlemeye başladık. Başlarda herşey sakindi, dingin ve sükunet doluydu. Ancak sonra bitmeyen bir şarkının inişleri, çıkışları arasında dünyanın ve insanlığın içinde olduğu ruh halinin düzensizliği son derece anlamlı bir biçimde orkestra tarafından bize aktarılmaya başlandı. Senfoni bir yerinden sonra var gücüyle barışı korumak için dövüşen, kazanmak zorunda olduğu bir savaşı kanının son damlasına kadar akıtan bir asker ordusuna dönüşmeye başladı. Bilkent Senfoni Orkestrasının taburları yavaş yavaş savaş meydanına doğru giriyor gibiydi.. Yaylılar, nefesliler, vurmalılar.. Bir sandalyenin üzerinde görünmez silah mermileriyle vuruluyor, oturduğum yerde ölüm hissiyle, savaş darbesiyle, terör felaketiyle, göç hüznüyle irkiliyor gibiydim. Sonra birden vurmalılar sustu.. Senfoninin 4’ncü ve son bölümü senfoninin adını taşıyan sükunet dolu bir duygu durumu ile sona erdi. Umut ile. Bense, senfoni kendi akışında ilerlerken, senfoninin acıları ve ölümü betimlediği bölümlerde sahnede orkestrayı değil de Picasso’nun Guernica’sını görüyordum. Tüm acılara rağmen, umudu simgeleyen siyah duvardaki beyaz kapı, çıkışın ancak umut’la aralanabileceğini hatırlatıyordu. Umut, aynı Picasso’nun Guernica’sının içinde olduğu gibi Fazıl’ın da müziğinin içinde bir yerlerde gizliydi. Görebilen gözler, görünürdeki resim ne kadar karanlık olursa olsun her zaman bir çıkışın olduğunu ve o çıkışın da umut’tan geçmekte olduğunu er ya da geç nasıl olsa görecekti..

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

     Kalbin kimin avuçlarında atıyor

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Müzik zihnimde görsellerle birleşmeye başlayınca birden Fazıl’a daha da hayran oldum ve her zamankinden daha da fazla saygı duydum. Çünkü Fazıl’ın “Eserin umut ettiği şey, dünyadaki kötülüklerin, terörün, savaşların bitmesi. O bir barış senfonisi..” olarak tanımladığı 4’ncü senfonisi Umut, benim kalbimi acıttı. Çünkü kalbime değdi. Çünkü Fazıl bize, bir sanatçının dünyasının, ülkesinin, şehrinin kendi zihni, ruhu ve de kalbi ile iç içe geçmiş olduğunu ve sanatçının içinde bulunduğu duruma asla ve asla kayıtsız kalamıyor oluşunu çok güzel bir yol ile yeniden göstermiş oldu. Ve insana “ne kadar güzel bir misyondur ama!” dedirtti; “Sanatçı sorumludur ve halka karşı bir sorumluluk taşımaktadır. Ve taşımalıdır da..” diyerek, eseriyle.

     

    15’nci Bodrum Müzik Festivali’ne ilişkin kısa bir not

     Festivalin ilk günündeki basın toplantısında festivalin Sanat Danışmanı Tuğçe Tez tüm basın mensuplarına Doğuş’un motto’sunun “biz yatırımımızı bu ülkenin geleceğine yapıyoruz” demişti ve festivaldeki tüm programın bu motto’ya göre şekillendiğini söylemişti. Doğuş Medya Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Nafiz Karadere ise zor dönemlerden ancak sanata ve insanı umutlandırabilecek yaratımlara para ayrıldığı takdirde çıkılabileceğini dile getirmiş“Tüm parasal yüklerine rağmen festivalden vazgeçip hiç yapmamaktansa, herşeye rağmen yapmayı seçip, bu olağanüstü performanslarla müziğe susamış Türk halkın buluşturmak istedik” demişti. Şüphesiz böylesi özel bir alanı açmak sponsorlar sayesinde oluyor. Bu tip festivallerin insanların hayatında ne kadar kritik ve önemli bir etkiye sahip olduğunun bilincinde olan Doğuş Grubu’na kendi adıma özel olarak teşekkür etmek istiyorum.