hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    “Tarihteki her büyük eser dış uzaya işaret eder.” 

    21.04.2021 Çarşamba | 13:38Son Güncelleme:

    “Bazı tanıdığım insanların şimdilerde yaşamını geçirmekte olduğu küçük ve geçici evlerine girdiğimde, o insanların ilerideki büyük ve kalıcı evlerinin nasıl olabileceğini hayal ederim. Gençliğin yaş alışını hayal etmek, bir anlığına şimdiyi öldürmek ve geleceği simüle etmek gibidir.

     

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Ancak o zaman o insanları daha iyi anlarım. Bugün sahip oldukları tüm yarımlıkları zihnimde tamamlayarak. Bunu insanlar bilmezler. Beni onlarla şimdide sanırlar. Ancak ben bir gelecek gemisinde onların gelecekteki halleri ile seyahat etmekteyimdir..”

    …diye yazdım, Etel Adnan’ın ‘İmkansız Eve Dönüş’ sergisini anlatan Pera Müzesi’nin 214 sayfalık kitabının 58’nci sayfasındaki boşluğuna..

    Çünkü Serhan Ada’nın kaleminden çıkan metnin bu sayfaya rastlayan ilk paragrafında “Etel hep beceriksiz biri olduğunu sanırdı, annesi öyle söylüyordu.” cümlesi yazıyordu ve ben Etel Adnan’ın daha resim yapmaya başlamamış olduğu günlerde, bu cümlenin onda yaratmış olabileceği ağırlığı düşünüyordum. Nerede, nasıl ve ne şekilde resim yapmaya başladığını müthiş derecede merak ederek…

    “Tarihteki her büyük eser dış uzaya işaret eder.”

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    .. derken, Etel Adnan’ın 1950’lerin sonlarına doğru resim yapmaya başladığını, öncesinde yalnızca yazar ve şair olduğunu ancak resim denildiğinde yukarıdaki cümleyi destekler bir biçimde “annem yeteneksiz olduğumu söylerdi.” cümlesini pek çok kez kurmuş olduğunu öğrendim. Sonra da San Francisco’da sanat felsefesi dersi verdiği yıllarda, Etel Adnan’ın neden ve nasıl resim yapmadığına şaşıran Dominiken College’daki sanat bölüm başkanı Ann O’Hanlon’la tanışması sonucu, yani tamamen bir tesadüf eseri resim yapmaya başladığını öğrendim. Dolayısıyla bugün Pera Müzesi’nde gezdiğim olağanüstü resimlerin o günden itibaren ortaya çıkmaya başladığını öğrenmiş oldum. 

    Etel Adnan’ın bir vakit evvel beceriksizlik olarak tanımladığı şeyin bugün ‘imkansız becerikliliği buluş’ aşamasına geçiş halini görmek, insana imkansızlığın gücünü yeniden hatırlatıyor.

     

    Etel Adnan’ın beni kendi büyüsüne ortak ettiği ve üzerine bir şeyler yazmak istediğim sergide yer alan “Hareket” adını taşıyan, 2012 yılında dijitale aktarılan 1960’lardan kalma filmini izlerken açıkçası Adnan’ın hikayesinden bu kadar etkileneceğimi tahmin etmiyordum. Yalnızca filmde oradan oraya telaşla kanat çırpan kuşu izlerken kuşların ömrünü düşünüyordum. Bir kuşun ne kadar yaşadığını kendime “Ne kadar uzun yaşar ki bir kuş? En uzun ne kadar yaşar?” sorularıyla tekrar tekrar soruyordum. Sonra da “burada uçan kuş çoktan ölmüş gitmiştir, başka semalarda kanat çırpıyordur şimdi. Aynı buradaki gibi telaşla.. Yalnızca biz göremiyor izleyemiyoruzdur fakat o varlığına başka bir boyutta, başka bir enerji olmuş olarak yine de devam ediyordur..” diye kendimi yanıtlıyordum.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    “Tarihteki her büyük eser dış uzaya işaret eder.”

    Sonunun nasıl biteceğini görmek istediğim için önünden ayrılamadığım filmlerden biriydi Adnan’ın birbirinden bağımsız parçaları bir araya getirerek bambaşka bir bütünü oluşturduğu filmi. Bir şilepin dalgaları yararak denizde ilerleyişini izledikçe hem yolda olmayı hatırlatıyor hem yol aldığımı düşünüyor hem de bir yandan artık gidilmesi gereken yollara doğru yola çıkma vaktinin çoktan gelmiş olduğunu hissediyordum. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    “Güneş aynı yerden kim bilir kaçıncı kez doğmakta ve batmaktadır aslında ve biz dünyanın yeni insanları, aynı eski güzel manzarayı yeni gördüğümüz için yeni sanmaktayızdır bu yaşamda, başka zamanın başka insanları gibi.” diyordum içimden filmdeki gün batımlarını ve doğumlarını gördükçe peş peşe, aynı muntazamlıkla.

    Bir evin camına yansıyan otoyoldan geçen arabalarsa, evin içine doğru giriyormuş gibi yapıp giremedikçe bir boyuttan başka bir boyuta geçmeye çalışan ancak haddi olmadıkça geçiş yapamayacak olan bir gerçekliğin sessiz çığlığı gibi geliyordu bana. “Bir korna sesi, bir polisin tiz sireni 1960’lardaki bir evin boyut kapısını bekliyor sanki.” diyordum kendi kendime Etel Adnan’ın çektiği bir binanın camlarına yansıyan görüntülerini gördükçe ve neden sonra son bir cümle kurdum tüm bu yansıyanlara “Işığın en çok parladığı cam olmak bir binada ve onu yansıtmak dört bir yana ne güzel ve ne yüklü iştir ama..” diyerek camda parlağan bir ışıktan gereğinden fazla etkilenerek..

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Dolayısıyla önünden ayrılamadım Etel Adnan’ın bana böyle kesik kesik ancak derin cümleler kurduran filminin önünden. Çünkü film her yeni dakikasında yeni şeyler gösterebilmeyi başardı bana. Ben de o nedenle hiçbir mecburiyetim olmaksızın orada dakikalarca ayakta bekleyip videoyu başından sonuna kadar izlemek istedim. Sonrasında ise Serhan Ada’nın, Adnan’ın çektiği filmleri“Adnan’ın film çalışmalarında, 8mm kamerayla çekmeye başladığı deniz, güneş, gökyüzü görüntülerinde bu yoğun seyir hali daha da derinlemesine ifade bulur. Daha sonra, New York’a gittiğinde, şehrin siluetinin, köprülerinin, kendi penceresinden gördüğü şehre ait kesitlerin de filmini çeker.” şeklinde anlatmış olduğunu okudum sergi kitabında. 

    “Tarihteki her büyük eser dış uzaya işaret eder.”

    Ben ise“Aynı görüntüye bakarak kaç insan aynı duyguyu aynı biçimde hissetmektedir hep merak etmişimdir. Eskiyen şeyler eskiliği gören ve kabul eden gözlerde midir aslında? Bir kuşa baktığımızda ne denli özgür olduğumuzu mu yoksa ne denli kısıtlı ve özgürlük yoksunu olduğumuzu mu düşünürüz yoksa?” Cümlelerini kurmuştum kendime sergi sonrasında.. 

    İşte bu, filmin ne kadar etkili bir film olduğunun bir göstergesiydi bana göre çünkü ben filmden kaybolmuş daha doğrusu hiç söylenmemiş cümlelerimi bulmuş olarak ayrılabilmiştim.

     

    Anlamasanız da okumak istersiniz hani bazı kitapları. Doğru vakitte doğru kimselerle çıkılacak seyahatlerin kalbe düzensiz bir mükemmellikte kan pompalayışı gibi bir histir. Kalbi hızlandırıp boğazda bir düğüm bırakır. Yaşanmamış anların ve yaşanmak için yanıp tutuşulan zamanların merak dolu heyecanı içinde kavrulursunuz. Öyle bir dur demeksizin gidiş hali.. Öyle bir çekim.. Öyle bir gerçeklik Etel Adnan’ınki.

    Ve biliyor musunuz?…Kurulabilecek tüm güzel cümleler bugüne kadar zaten kurulmuş onun için. Pek çoğunu ise kendi kurmuş. Kendi için olmayarak ama kendini dolu dizgin kendi değilmişçesine anlatarak. Öyle bir hissetmiş ki dünyayı, insanı, gezegenleri… Karşısındaki kişi de onun hissedişini öyle bir hissetmek zorunda kalmış ki… O böyle hissediyor diye, işte o noktada bir duygunun içinde sonsuz derinleşmekten başka bir şey kalamaz olmuş geriye.

    Yani ben de Serhan Ada gibi hissediyorum şimdi. Yazıya karşı öteden beridir yoğun hayranlık, aşk ve mecburiyet besleyen hiçkimsenin karşı koyabileceği türden bir enerji değil Etel Adnan’ınki. Çünkü gerçekten Etel Adnan’ın işleri ile tanıştığı anda insan, o büyülü enerjiye kaptırıyor kendini. O girdap bu dünya üzerinde Etel Adnan’a ait, onun kaleminden çıkmış her ne varsa okumak istemesine neden oluyor. Kelimeleri cümleleri arasında kaybolmak istiyor insan ve neden Etel Adnan için “resimleri ile şiir yazar, şiirleri ile resim yapar” denildiğini anlıyor bir anda. 

    “Tarihteki her büyük eser dış uzaya işaret eder.”

    Belki de o nedenle Etel Adnan’ın yaşam hikayeleri, sergideki eserleri ve yaşamına dair olan neredeyse tüm anlatıların içinde olduğu o 214 sayfalık sergi kitabının üzerine aldığım notlar ile altını çizdiğim cümleler bile başlı başına bir esermiş gibi geliyor bana şimdi. Her an altını çizebileceğim bir cümle ile karşılaşabilirim diye kalemimin kapağını okuyuş boyunca kapatamamamın asıl nedeni bu. Onu anlatan cümleler arasında sanki kalemimin kapağını kapatmamın saygısızlıkmış gibi gelişinin nedeni o. Çünkü bir anlayış taşıyor bu hikaye insana. Yazı ile resmin birbirinin nasıl ayrılmaz bir parçası olduğunu ve olması da gerektiğini ispat ediyor. 

    Sergide gördüğüm üzerinde Arapça yazıların olduğu Etel Adnan ile özdeşleşmiş olan leporello’ların (akordeon biçiminde defter) bile Adnan’ın Arap şairlerinin şiirleri ile ve bu şiirlerin onda yarattığı hislere ilişkin desenleri ile süslü olduğunu bilmek ise bende tuhaf bir inanmışlık yaratıyor. Leporello denilen bu resim yazı defterlerinin ise Adnan’ın hayatına ilk olarak San Francisco’da sık sık gittiği Buena Vista Cafe’de tanıştığı, yelpaze gibi açılan bu Japon defterlerine desenler çizip bu defterleri satarak para kazanmaya çalışan “ben ressam değil, sadece bir yazarım.” diyen Rick Barton sayesinde girdiğini bilmek ise bende müthiş bir heyecan yaratıyor.

    Yarısına kadar doldurduğu kendi leporello’sunu “gerisine sen devam et” diyerek Adnan’a hediye eden Barton’un defterini kendi çizimleriyle tamamlayışının ardından ise yalnızca kendine ait olan ilk leporello’sunu yaratmak isteyişi insana başka türlü bir ilham veriyor. Bu ilk leporello’sunda 1963’te veremden ölen 38 yaşındaki Iraklı şair Bedr Şakir el-Sayyab’ın metnini ele alan, klasik şiir yapısını paramparça eden bu ilk şairin şiirini bu leporello’lara geçirmeden hemen önce ise “Artık Fransızca yazmama gerek yoktu. Arapça resim yapacaktım.” cümlesini neden kurabilmiş olduğunu bilmek ise güç veriyor. 

    “Tarihteki her büyük eser dış uzaya işaret eder.”

    Çünkü Etel Adnan yazıdan sonra başladığı resmi, hem yazı hem de resmi birarada bu leporello’lar aracılığı ile görünür kılıyor. Sırf hayatın ona ‘al gerisine sen devam et’ deyişi üzerine yeni bir tarz yeni bir anlam keşfediyor kendi hayat yolcuğu üzerinde. Sonrasında da bu makaleye başlığını veren cümleyi kuruyor Etel Adnan, “Tarihteki her büyük eser dış uzaya işaret eder. Dış uzay mutlak imkansızlığın bir simgesidir.” diyerek gezegenleri, takımyıldızlarını, ayın ağırlığını, güneşin parlaklığını, ışığı ve de dünyanın mucizeviliğini resmedip yazıyor yıllar boyunca.. 

    Yaşamı sevmek, dünyayı anlamaya çalışmak, vakti geldiği zaman ‘yapamazsın demişlerdi ama acaba yapabilir miyim?’ demeden ‘ben de kendi yolumla, kendi yolumda yaparım !’ diyerek fırçayı eline almak, tüm sınırları ortadan kaldırmak ve kendisine emanet edilen yarım defterleri tamamlayarak kendi yolunu açmak gerekiyor işte bu hayatta aynı Etel Adnan gibi. Bir dilde yabancı olmak, o dilin en iyisi olmana engel olmuyor ve hangi dilde olursa olsun, bu dünya seyahatinde Etel Adnan’ın kurduğu şu cümleyi kalpten kurmak gerekiyor;

    “Ben öldüğümde, evren en iyi dostunu, onu tutkuyla seven birini kaybedecek.”

    Bu etkileyici sergi, 8 Ağustos’a kadar Pera Müzesi’nde size imkansızın yeterince istenildiği takdirde imkansız olmadığını göstermek için sizi bekliyor.