hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    Yoksa sen de mi ‘Vivian Maier’ gibi aslında hep olmadığını sandığın kişisin?

    21.05.2018 Pazartesi | 11:51Son Güncelleme:

    Geçtiğimiz hafta şans eseri Ferzan Özpetek’i dinledim. Vivian Maier’in ilginç yaşam öyküsünden bahsederek, ‘bir çok insan aslında sanatçıdır, ressamdır, şairdir, yazardır ancak öyle olduğuna inanmadığı için gerçekten olamamış olarak kalır’ diyerek başladı konuşmasına ve ben bu cümle sonrası derin bir nefes çektim. Çünkü Maier’in 40 yıl boyunca yaptığı dadılıktan arta kalan zamanlarda çektiği fotoğrafların ne denli olağanüstü fotoğraflar olduğunun onun ölümünün hemen ardından anlaşılmış olduğunu duymak pek hoşuma gitmedi.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Yoksa sen de mi ‘Vivian Maier’ gibi aslında hep olmadığını sandığın kişisin
    Geçtiğimiz hafta Levent Erden’in Next Academy’deki konuğu Ferzan Özpetek’i dinledim. Maier’in evindeki bir sandıkta son derece tesadüfi bir biçimde bulunan 100 binden fazla fotoğrafının, Maier’i birden ünlü bir fotoğrafçı haline getirişi ve hikayesi üzerine “Vivian Maier’i bulmak” başlıklı belgeseller çekilişini öğrenmek de pek hoşuma gitmedi. Sanırım en çok da Maier’in ölmüş oluşu sebebi ile onun için sıradanmış gibi kabul edilen fotoğrafçılığının gerçekte dünya çapında oluşunu öğrenemeyişi ve asla öğrenemeyecek oluşu hoşuma gitmedi. Sonuçta da bu hoşuma gitmeme hali bende bir rahatsızlık hissettirdi ve bu rahatsızlık da bedenimin içinde birbirine misina ile bağlı gibi duran organlarımın sıkışarak birbiri içine girmesine sebebiyet verdi. Böylece de başa döndük. Nefes alamıyor olduğum için içime derin bir nefes çektim. 

    Bugüne kadar bu tip hikayelerle karşılaşanlarınız olmuştur. Ne ressamlar vardır, ömrünü resim yapmaya adamıştır ancak ölümüne kadar kimse onun ne denli önemli bir ressam olduğu ile ilgilenmemiştir. Öldükten sonra ise birden ünlenmiş, eserleri 10, 20 hatta bin misline katlamıştır. Van Gogh gibi. Ne yazarlar vardır, ömrünü yazarak yazarak yazarak geçirmiştir. Çünkü bu yaşamda yazmaktan başka çaresinin olmadığından çok erken bir vakitte emin olmasına karşın toplumun bilinç eğrisi, düşünce aritmetiği ve farkındalık seviyesi ile uyuşamadığından ötürü ancak ölümünden sonra ‘dünyada yaşamış olan en güçlü yazarlardan biri’ olarak kayıtlara geçmiştir. Franz Kafka gibi. Ve de ne düşünürler vardır, yaşadığı dönem içerisinde düşündükleri öyle akıl almaz, gerçek dışı ve kabul edilemez gelmektedir ki kulağa, yaşadığı dönem içerisinde toplum tarafından dışlanır, kenara iteklenir ve deli olarak kabul edilip ömür boyu hapse mahkum edilir. Ölümünün ardından da ‘kendisi modern fiziğin kurucusu olarak kabul edilen bilim adamıdır’ denilerek önünde saygı ile eğilinir. Galileo gibi. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Şimdi tabi insan bu yaşam, ölüm ve ölüm ötesi senaryoları hakkında ister istemez düşünüyor. Bu yaşamda kaygısını her geçen gün arttırarak taşıdığımız ana anlam gerçekte nedir? 

    İnsan olmak. İnsanın içindeki ruh olmak. O ruhun istediklerini gerçekten duyabilir olmak. O istekleri eğer ki duyabiliyorsan o duyduklarını gerçekleştirebilir olmak. Gerçekleştirebiliyorsan onun peşinden gidebilir olmak. Yani tabiri caizse ya olmak ya da olacakken olamamış olarak kalmak. 

    Şimdi sorum şu size; Maier eğer ki dadı olmasaydı ve fotoğrafçılık konusunda kendisine daha fazla güveniyor olsaydı, ‘bana bakın ey ahali, ben kendimce böyle fotoğraflar çekiyorum, fotoğraf çekerken de genelde kendimi kaybediyorum, belki de bakıcı olmamalı yalnızca fotoğrafçı olmalıyım, ne dersiniz, sizce ben ne yapmalıyım?’ diye eşe dosta sorsaydı, kıyıda köşede bu yaptıklarını insanlardan saklamasaydı, sonuç yine aynı olur muydu? Mesela Maier yaşarken her halükarda ünlü bir fotoğrafçı olur muydu? Bakıcılığa 40 yıl değil de 1 belki bilemedin 2 yıl mı devam ederdi ya da devam eder miydi? Sizce tesadüf bu işin neresinde? 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Cevap vereyim. Tesadüf bu işin hiçbir yerinde. Çünkü tesadüf diye bir şey yok. 

    Yoksa sen de mi ‘Vivian Maier’ gibi aslında hep olmadığını sandığın kişisin

    Maier’e tekrar dönüyorum. Ferzan, Maier’in pek çok kişinin başına gelebilecek - hatta şu an çoktan gelmiş ve geçmekte olan - bu tuhaf hikayesi sonrası laf arasında ‘güvensizlik nedeniyle hayatımızda olan şeylere tesadüf eseri oldu diyoruz. Başarıyı başarı saymıyoruz.’ şeklinde bir cümle kurdu ve ben de içimden tesadüflere asla ve asla inanmayan bir insan olarak onun cümlesini kendimce şöyle devam ettirdim:  

    …Başarıyı başarı saymıyoruz çünkü bu dünyada yaşadığımız herşeyi gerçekte bizim kendimize yaşattığımıza inanmıyoruz. Yaşamın da aynı instagram’da takip ettiğimiz insanları seçişimiz ve o hikayelere kendimizi maruz bırakışımız gibi basit bir seçim kurgusu içinde ilerlediğini ise asla fark etmiyoruz. Bu hayatta bir şeyin sorumluluğunu aldığımız sürece herşeyi yapabilme özgürlüğüne sahip olduğumuzu da nedense her geçen gün daha da fazla unutuyoruz. İçinde bulunduğumuz yaşamlarda özgür olduğumuzu unutuşumuz bizi temiz, derin ve olimpik havuzlar yerine, sıcak, sığ ve sınırlı çocuk havuzları arasında yüzmek için çabalamaya itiyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bu durumun kendini tatminden öteye geçemediğini fevkalade iyi bir biçimde hissettiğimiz için de haliyle sağa sola, içinde olduğumuz çocuk havuzunun ne denli kötü ve dayanılmaz olduğu konusunda yakınmaya başlıyoruz. Ancak işte tuhaflık da o ki nedense etrafımızda olan hiçkimse bu yakınmalar arasında karşımıza çıkıp da ‘ama bunu sen seçtin güzelim’ demiyor. Hatta ‘oyuna giren herkesi sen oyuna aldın, çıkanları da sen çıkardın, senin bu yakınman senden başkasına değil ki’ de demiyor. Sadece geleni getirip, gideni götürüyor. Dolayısıyla pek çok şey olacakken ne yazıkki olamamış olarak kalıyor. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Yoksa sen de mi ‘Vivian Maier’ gibi aslında hep olmadığını sandığın kişisin

    O zaman kurgu bizi şuraya getiriyor; Maier. 40 yıllık bir bakıcı ve içinden geleni yapıp, ömrü boyunca binlerce fotoğraf çekmesine rağmen bu fotoğrafları herkesten gizlediği için asla ne kadar başarılı olduğunu bilemiyor ya hani. Dolayısıyla da ömrü hayatı boyunca bakıcıdan başka bir şey olamayacağına inanarak ölüp gidiyor ya hani. O zaman altını biz hep başka yerde aradık diyor insan. Altın gözümüzün önünde olmasına rağmen görmedik ya da görmezlikten geldik veya gördük de ‘yok yok altın dediğin daha parlak olur’ diyerek kendimizi onun altın olmadığına inandırdık ve o yüzden de zenginken sefalet içinde yüzdük. Olacak şey mi? Şimdi bu dünya deneyimi ne işe yaradı? Madem içinde hep altın arama güdün vardı, madem kendini bildin bileli altın arayıp durdun, o zaman neden bir altın simsarına bir kez olsun elindeki altın mı değil mi diye sormadın? Neden bir bilene soramadın? Neden? 

    Yani diyeceğim o ki, meğer caanım Maier, hayatının bir yerlerinde gizlenen biri iken, aslında hep olmadığını sandığı kişiymiş. Hep istediği şey çoktan olmuş da haberi olmamış. Ölüşü onu o yoldan çıkaramazmış, ölse de yaşasa da o yol onunmuş farkında dahi olamamış. Şimdi o caanım fotoğrafları gizlemek neye yaradı? Madem yaşasan da ölsen de o olacaksın, neden yaşamda bir kez olsun ‘o ben miyim?’ demiyorsun? ‘Ben oyum biliyorum’ diye ısrar edersen ya Van Gogh, ya Kafka ya da Galileo oluyorsan, bu saklambaç oyunu niye?  

    Yoksa sen de mi ‘Vivian Maier’ gibi aslında hep olmadığını sandığın kişisin

    Belki de oldum dediğin bugünkü sen, olabilme potansiyeli taşıyan yarınki sen yanında hiçbir şey. Belki de birşeylerin olamayışı ya da olmayışı hep o yüzden. Sen o yoldan çık da kendi yoluna artık gir diye. Maier mi oluyorsun Kafka mı oluyorsun ne oluyorsan artık ol diye. Ölmeden ol da sana yazık olmasın diye. 

    O zaman sanığa son sorum şu sayın yargıç:  

    "Tüm bilinen senaryoların ötesinde siz sayın sanık, bu dünyaya asıl geliş sebebinizi bulabildiniz mi? Şu an yapmakta olduğunuz şey bu sebebe hizmet eden bir şey mi? Kıyıda köşede gizleyerek yaptığınız şeyler, asıl yapmanız gereken şeyler olabilir mi? Geç kalıyor ya da çoktan geç kalmış olabilir misiniz?" 

    Başka sorum yok sayın yargıç.