hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Sercan Şipka Sercan Şipka

    Nerede o eski mahalle sporları?

    19.07.2021 Pazartesi | 10:20Son Güncelleme:

    İçinde bulunduğumuz haftanın, Bayram Haftası olması sebebiyle ben de bu köşe yazımı, bayrama özgü bir konseptte yazmak istedim. Malum bayramlar, insanlara nostaljiyi hatırlatır. Ve eminim herkes hayatında bir kez de olsa, ‘’Nerede o eski bayramlar?’’ sorusuyla karşılaşmıştır. Ben de bu soruya istinaden köşemizin konusu da spor olduğu için, ‘’Nerede o eski mahalle sporları?’’ diye sormak istiyorum. Bu soruyla beraber sizleri, 90’lı yılların mahalle sporları kültürüne doğru bir yolculuğa davet ediyorum.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    İstanbul’un, Silivri ilçesinde 90’lı yıllarda çocukluğunu yaşayan biri olarak, çocukluğumu sokak oyunları ve sokak sporları ile geçirdim diyebilirim. Aynı zamanda atari kültürü ve bilgisayar oyunlarına da ucundan yetişerek teknolojiden de mahrum kalmayan çocuklardık. Gerçekten çok şanslı bir dönemde çocukluğumuzu yaşamışız. Konumuza geri dönecek olursak, 90’lı yıllarda neredeyse her mahalle kendi spor kültürünü oluşturuyordu. Sabah mahallede kim kendisini hazır hissediyorsa, tek tek arkadaşlarının kapısına giderek, işte Sercan dışarı geliyor musun, Mehmet de bizle gelebilir mi gibi sorularla tüm takımı toplardı.

    Sonrasında mahalleye geçilerek, ilk baş güne ‘9 Aylık’ oyunu ile başlanırdı. Tabi bu oyuna başlamak adına, ilk baş herkes top sektirirdi, en az sektiren kişi kaleye geçerdi. Burada amaç top yere değmeden, kaleciye havada gol atmaktı. Ve genelde de mahallede en yeteneksiz diye addedilen çocuk, bu oyunda ilk elenen kişi olurdu. Son kişi kalana kadar bu oyuna devam edilirdi. 9 aylık oyunu, yaklaşık 1 saat sürerdi. İlk elenen kişi anne olurdu, son kalan kişi de baba…

    Bu oyundan sonra, basketbola geçilirdi. Tabi mahallelerde potalar yoktu. Bu potaların yerini, 90‘lı yıllardaki elektrik direkleri, hani 4-5 tane üst üste boşluğu olan grimsi direklerin en üstten 2.ya da 3.boşluğu tamamlardı. Mahalledeki tüm çocuklar elips şeklinde dizilir, potanın dibinde duran çocuğu bir an önce oyundan çıkarmak için sayılarını atarlardı. Bu oyunun kuralı da sayı atan, kaçırana kadar devam ederdi. Bir nevi bu oyun, ayakla oynanan 9 aylık futbol oyununun, elle oynanan basketbol versiyonuydu. Potanın dibinde duran çocuklardan kim ilk 21 sayı yemişse, oyunda ilk elenen o kişi olurdu. Tabi bu oyunda şöyle önemli bir kural vardı. En sağda dipte duran kişi, bir kere sayı atarsa, tur dönerdi. Emin olun, oranın stresini bir kere yaşayan çocuk yetişkinlik döneminde kolay kolay pes etmez 😊 Bi de unutmadan bu oyun, hepimizin matematiğine olumlu bir katkı yapmıştır. Çünkü potanın dibinde mutlaka herkes dururdu. Ve o kişiler değiştikçe herkes hem kendi yediği sayıyı hem de arkadaşlarının yediği sayıyı aklında tutardı. Hatta bazen 4 işlemin yetersiz olduğu durumlar bile yaşanmıştır.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bu oyun da bittikten sonra ufak bir dinlenme molası için bazılarımız evlerine dağılırdı, bazılarımız da arkadaşlarımızın evlerine giderek, atari oyunlarında günümüz E-Sporunun temellerini atıyorduk 😊 Yaklaşık 1 saatlik öğle molasından sonra, tekrar mahallede buluştuğumuzda, hemen çift kale maç için hazırlıkları yapardık. Mahallenin en iyi 2 oyuncusu adım atışarak, genelde de bu kişiler bir takım ismini heceleyerejk senkronize olarak sırayla adım atarlardı. Örneğin biri Fe-ner-bah-çe- diye adım atarken, diğeri de Ga-la-ta-sa-ray diye atım atardı. Kim önce diğer kişinin ayağına basmışsa, ilk adamı da o alırdı. Eğer maçlar kalecili oynanıyorsa ilk seçilen adam en iyi kaleci olurdu. Kalecisiz, minyatür kalede oynanıyorsa da en iyi defans oyuncusu ilk seçilen adam olurdu.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Mahalle sporlarının yazılmayan kurallarından biri de takımların en iyi oyuncusu kaptan olurdu ve tüm takım, kaptanın talimatlarıyla dizilir ve hareket ederdi. 90’lı yıllardaki çocuklar için sporda liyakat çok önemliydi. Asla bu kural esnetilemezdi ve değiştirilmesi bile teklif dahi edilemezdi 😊 Tabi bu maçlar için de yazılı olmayan kurallar vardı. Örneğin minyatür kalelerde, bel üstü olan gol sayılmazdı. 3 korner 1 penaltıydı. Her takımın Doğrucu Davutları vardı. Aslında dürüst insanları desek daha doğru olurdu. Adamın gol diyor diye tabir edilen bu kişiler, mahalle sporları kültürünün çimentolarıydı. Eğer o dönem, maçlarda kavgalar çıkmamışsa hep bu sağduyulu kişiler sayesindeydi. Bu maçların en güzel yanı da her ne kadar maçta bir takım tarafından fark açılmışsa da yine de maçın galibi için son golü atan kazanır mantığına geçilmesiydi. Bu durum her maç finalinin, kıran kırana bitmesine sebep olurdu. Tabi bu maçların renki enstantanelerini de unutmamak lazım. Mesela atanalır sporcular, genelde takımların en kazma kişileriydi. Mutlaka bu kişiler eğer o zamanlar koşu mesafeleri hesaplansaydı, sahada en çok koşan kişiler olurlardı. Bir de araba altına kaçan topları, o takımın en küçüğü alırdı. Bu kural sadece, eğer karşı takım topu oyuna hızlı sokmak isterse değişirdi. Onda da takımın en uyanık kişisi hemen esnekliğini kullanarak arabanın altına ayağıyla kayarak topu alır ve oyunu hızlıca başlatırdı. Genelde de bu hamle golle sonuçlanırdı.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Mahalle sporlarında bu oyunların dışında, günümüzde koordinasyon becerisi ve odaklanma eşiklerini geliştirecek spor branşları diye sınıflandırabileceğimiz oyunlar da oynanırdı. Örneğin ‘Renkli İstop’ Bu oyun mahalledeki tüm kızlar ve erkeklerle birlikte oynanırdı. Böylece mahallede güzel bir arkadaşlık ortamı oluşurdu. Bu oyunda, herkes pür dikkat topu atan kişiye odaklanırdı, ve kendi ismi söylendiğinde top yere düşmeden yakalamaya çalışırdı. Bu seronomi ismi söylenen kişi, top yere düşünceye kadar devam ederdi. Oldu da biri, top yere düştükten sonra, topu yakaladığı esnada istop diyerek tüm herkesi durdururdu. Bu esnada o kişi de çevre kontrolü yapardı. En zayıf halka olarak inandığı kişinin ulaşamayacağı bir renk söyleyerek, topu ona atarak o kişiyi vurmaya çalışırdı. Tabi bu oyunda önemli kurallardan biri, ilk düşündüğün kişiyi mümkün mertebe ıskalamayacaksın. Eğer bu kişiyi ıskalarsan, artık oyunu toparlama şansında kalmaz. Şu yazdıklarım, belki bu oyunu bilmeyenler için çok detay gelebilir ama emin olun bu yazılanların uygulamaya geçmesi, 1-2 dakika gibi kısa süreler içinde gerçekleşiyordu. Herhalde zihni ve bedeni bu denli birlikte çalıştıran oyun, şu an belki de günümüzde birkaç spor branşı dışında yoktur.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Mahalle sporları kültürlerinde, olmazsa olmazlardan biri de mutlaka haftada 1 kez de olsa o dönemler için eksantrik sayılabilecek bir spor branşının oynanmaya çabalanmasıdır. Düşünün o dönemler ‘’yani 90’larda’’ hadi youtube’ı geçtim, internet bile doğru düzgün yaygın değilken, mahallede; amerikan futbolu, ragbi ve beyzbol oynadığımızı biliyorum. İnanın bana sadece bu oyunları bir ya da iki kez televizyonda görerek oynadık. Ve oyun kurallarına sadık kalarak oynamaya çalışırdık. Hafızalarımız nasıl da iyiymiş! Diğer yandan da yenilikçi özelliğimiz harikaymış diyebiliriz.

    Yazımın sonuna gelirken, mahalle sporları kültürünün kapanışını da es geçmeden anlatmak istiyorum. O dönemler malum cep telefonu olayı yaygın değil. Bu yüzden de eve gitmek için herkes akşam ezanını beklerdi. Ve işte tam bu esnada mahalle sporları kültüründe atletizm becerisi devreye girerdi. Bu esnada herkes hızlı olmak zorundaydı. Çünkü akşam ezanıyla birlikte, akşam ebesi oyunu başlardı. Çocuklar arasında, akşam ebesi olmak uğursuzluk getirdiğine inanılırdı. Dolayısıyla kimse akşam ebesi olarak eve gitmek istemezdi. Bunun için de ebe olmamak adına herkes, evine gidebileceği bir güzergahı, günümüzde navigasyonlarla yapılan şeklini kafasının içinde, zihninde yapardı. Bu akşam ebesi oyununun belki de en anlamsız kuralı şuydu, bir anda birinin ortaya çıkıp, kafasına göre eliyle birine dokunarak o kişiyi akşam ebesi diye belirlemesiydi. İşte asıl oyun bundan sonra başlıyordu. Akşam ezanı bitene kadar o ebe diye belirlenen kişi, mutlaka birini ebelemeliydi. Yoksa günün kaybedeni o olacaktı. İşin şakası bir yana, mahalle sporları kültüründe bu akşam ebesi oyunu bile, gün boyunca hareketle- sporla geçirilen zamanın, son enerji kırıntılarını da tüketmek adına oynanıyordu. Böylece herkes eve tam anlamıyla yorgun gidiyordu. İşte 90’ların mahalle spor kültürü böyleydi. Ne dersiniz, şöyle bayramda hazır tatilde bir araya gelmişken 90’ların unutulan bu mahalle sporlarını tekrardan oynasak mı? 😊 Yazımı, herkesin Kurban Bayramını kutlayarak bitirmek istiyorum.

    Sporla Nice Mutlu Bayramlar Yaşamak Temennisiyle…

    sercansipka@gmail.com