hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Taha Akyol Taha Akyol

    AKP ve Aleviler

    31.05.2014 Cumartesi | 11:20Son Güncelleme:

    BAŞBAKAN Erdoğan Alevilerle görüşecek, Alevi açılımı tekrar başlayacak; haber böyle.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    AK Parti kurmayları çözüm için iki noktaya odaklanmış: Anayasal koruma altında bulunan Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına İlişkin Kanun’da cemevleri ve dedelerin tanınması yönünde değişiklik yapılması... İmar Kanunu’na, “Cemevleri Alevilerin kültür ve inanç merkezidir” şeklinde bir madde konulması...
    Güzel, fakat bunun sorunu çözeceğini, Alevi vatandaşlarımızdaki gerilimi gidereceğini sanmıyorum. Düşünülen bu iki konu da hukuki düzenleme niteliğindedir. Halbuki Alevi meselesindeki yüksek tansiyonun sebebi, Alevi vatandaşlarımızdaki bastırılmışlık duygusudur. Cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmemesi bu duyguyu beslemektedir.
    Bunu dikkate almadan bir “çözüm” bulunacağını sanmıyorum.

    BAKAN’IN SÖZLERİ

    Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler’in iki gün önceki açıklaması şöyle:
    “Aleviler kendilerini Müslüman olarak addettikleri için İslam’ın mabedi de mescittir, camidir. Dolayısıyla burada taviz vermemiz söz konusu olamaz.”
    Böyle bir anlayış, Alevi Müslümanları, ya İslam’dan, ya cemevlerinden vazgeçmeye zorlamak değil midir?! “Ali’siz Alevilik” diye bir kavram uyduran marjinal kesimin de amacı bu değil mi?!
    Sayın Bakan cemevleri kurumunun tarihteki karşılığı olan tekke ve zaviyelerin sosyal ve ruhani işlevlerini, camiler gibi korunduğunu, günümüzde ise cemevlerinin Alevi kimliğindeki merkezi anlamını incelerse, sanırım görüşü değişecektir.

    ALBAYRAK’IN YAZISI

    Dünkü Yeni Şafak’ta Özlem Albayrak, cemevlerinin Alevi kimliğinde ne kadar önemli olduğunu anlatarak şunları yazdı:
    “Dolayısıyla, Türkiye’nin geri kalanına düşen, Alevilerin -varmış gibi gözüken- tarihsel çelişkilerini hatırlatmak, İslam içre olup olmadıklarını sorgulamak ya da Onlar’ın büyük bölümünün camiye gittiğini kanıtlamak değildir. Sembolik bir anlam çevresinde bütünleşildiği için, camiye giden Alevilerin bile cemevine statü konusunda en az gitmeyenler kadar hassas olduğuna eminim. Cemevinin kapısı önünde bir Alevi vatandaşın vurulması da, -hükümete karşıt ya da taraf olup olmaması hiç fark etmez- bütün Alevileri incitir. Aslında Sünnileri de rahatsız etmesi gerekir, eminim çoğunu da etmiştir.”
    Özlem Hanım, şu doğru sonuca varıyor:
    “Sanırım, Alevileri tanımlamaktan vazgeçmek, kategorizasyon işini kendilerine bırakmak, başarılı bir ilk adım olacaktır.”
    Öteden beri benim de savunduğum şudur:
    Aleviler değer ve kurumlarını kendileri tanımlamalı, devlet de bunu yasalaştırmalıdır.

    HUKUKİ DURUM

    Fakat 1925’te kabul edilen Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına İlişkin Kanun’da şöyle bir madde var:
    “Bilumum tarikatlarla, Şeyhlik, Dervişlik, Müritlik, Dedelik, Seyitlik, Çelebilik, Babalık, Emirlik, Naiplik, Halifelik, büyücülük, üfürükçülük, falcılık ve gaipten haber vermek... gibi unvan ve sıfatların kullanılması, bu unvan ve sıfatlarla hizmet ifası yasaktır.”
    Sünni tarikatlarla birlikte Alevilerin tekke ve zaviyeleri de kapatıldı, Alevi İslam’ın din hizmetleri yasaklandı. Bu anayasal koruma altında bir “inkılap kanunu”dur. Fakat değişmez değildir; ilk değişikliği İsmet İnönü yapmıştı zaten.
    Fakat bu yeter mi?

    BARIŞTIRICI DİL

    Alevilerin hassasiyetlerini, değerlerini, sembollerini, Alevi İslam’daki ruhaniyeti anlamadan yapılan konuşmalar Alevileri rencide ediyor. “Hz. Ali yolundaysanız...” gibi ifadelerle güya Alevileri Hz. Ali ile çelişki içindeymiş gibi göstermek... “Ben Hz. Ali’yi sizden çok yaşıyorum” gibi laflar etmek, Sünni tanımındaki Hz. Ali inancını Alevi ve Şii Müslümanlara empoze etmek demektir! Yapıcı değil, itici bir üsluptur.
    Herkesin mezhebi kendisi için “hak mezhep”tir. Kimse öbürüne bu yönde dayatma yapamaz.
    Kanuni düzenlemeler kadar, belki daha önemli bir ihtiyaç dilini düzeltmektir. Tarihten gelen kırıcı, itici söylemleri bırakıp bugünkü Türkiye için ekmek su gibi gerekli olan barıştırıcı bir dil geliştirmektir. Karşılıklı olarak tabii.
    “Dil yâresi” giderilmezse, hukuki-formel düzenlemeler sorunu çözmeye yetmez.